Translate

10 Aralık 2015 Perşembe

Kanarya Adalarında...

Uzun zamandır yazmak istiyordum. Son tatilimizi.
Şaka maka üstünden 2 ay geçti ne yazmak geldi içimden ne de vakit oldu aslında
Bloğumu çok boşladım son zamanlarda biliyorum.
Ama işte geri döndümJ

Öncelikle Eylül sonu Ekim başı gibi yazın bir türlü işlerden güçlerden fırsat bulup yapamadığımız (yazar burada eşinin işine gönderme yapıyor) planlayıp da son dakikada iptal ettiğimiz ve benim çokça içimde patlayan tatilimizi yapmaya fırsatımız oldu.

Öncelikle Ağustos sonu Alger’e dönmüştük ve buradan bir yerlere uçmamız gerekiyordu. Ve aklımızda olan deniz tatili yapmaktı.

Eylül sonundaki Kurban bayramı tatiline Oben’in bir haftalık iznini de eklediğimizde şahane bir 10 günümüz oluverdi. Tek sıkıntımız ise buradan Shengene başvurmanın adeta Avrupa’ya mülteci başvurusu yapıyormuş muamelesi görmeyle eş anlamlı olmasıydı. Ama şansımızı denemeye karar verdik. İyi ki de öyle yapmışız. 3 saatlik başvuru çilesi sonucunda Ufak bir yardımla da olsa 5 gün içinde 6 aylık vizemiz bayramdan 1 gün önce son dakikada hazırdı. (bknz: 2 son dakika insanı evlenirse)

10 günümüz ve Shengenimiz vardı ama havalar çok kötü gidiyordu.

Hatta hatırlarsınız kurbanda bodrumu sel bastı. Tüm tatilciler kötü havalardan nasibini almıştı.

Biz kurban bayramının son günü yola çıkacaktık. Bayramın 2 gününü bir anda Ghost town haline gelmiş olan Alger’de geçirdik. Bir de belirtmem lazım bizim burada tatil günleri farklı olduğu için bayram tatilleri de aynı uzunlukta olmayabiliyor.

Barcelona konusunda Oben’le hemfikir olarak uçak ve otel rezervasyonlarını yaptık. Tatilin 2. Aşaması olan deniz tatili kısmına gelince Majorca’nın denizi ve Barcelona’ya yakınlığı dolayısıyla orayı düşünüyorduk. Tam uçak biletlerini alalım derken Oben durdu ve hava durumuna baksana bi ne olur ne olmaz dedi J

Ve işte tüm yolculuğu değiştiren cümle

Tüm hafta 20-22 derece yağmurlu bir Majorca…
Sonrasında kafa patlatmaca ..

Linayla uzun uçak yolculuğunu göze alamıyorduk. Yakınlarda ise gidebileceğimiz havanın sıcak olduğu çok fazla seçenek kalmıyordu.

Sonra aklımıza Kanarya adaları geldi. Fas’ın  güney batısında Atlantik’teki Afrika asıllı İspanyol adalar topluluğu…

Barcelona’dan sadece 3 buçuk saat uçuş mesafesindeydi. Çok sık uçuş vardı ve hatta fiyatlarda gayet uygundu. Hava durumuna baktık hemen. Daha iyi olamazdı. 32-35 derece arasında full güneşli.

Şahane..

Zaten hep görmek isterdim…

Ve işte bir gezinin planlama kısmı en az gezinin kendisi kadar heyecan verir ya işte öyle heyecanla, kafa patlatarak, orası mı burası mı diye düşüne düşüne karar verip bir anda aldığımız biletlerimizle başladı yolculuğumuz tam 1 hafta sonra…
Barcelona kısmını ayrı bir postta yazacağım. Düşündüm de Barcelona ile ilgili dünya kadar blog ve kaynak var internette.

Kanarya adaları ise Türklere çok yabancı bir yer. Bize çok uzak kalıyor belki de yakınlarda daha kolay gidilebilecek bir sürü yer varken taa Kanarya adalarına gitmiyoruz.
İşte bu nedenle bize çok çekici geldi sanırım. Bambaşka bir dünya, Türklerin izine dahi rastlamadığımız dünyada gördüğüm ilk yer.

Yolculuğumuz boyunca hep bir yerden Türkçe duyucaz, veya bir yerde şaşırıp bir Türk’le karşılaşacağız diye diye geçti ama 6 gün boyunca bir tane bile Türk görmeden, Türk restoranına rastlamadan döndük.

Barcelonadan Las palmas’a uçtuk. Biz uygun fiyatlarından dolayı Vueling airlines ve Iberia havayollarını tercih ettik. Ama Ryan air gibi ucuz charter havayollarının yanısıra bir çok Avrupa havayolu da uçuyor. 

Adaya varır varmaz tatil ve rahatlık sizi karşılıyor. O enerjiyi hissediyorsunuz. Otobüslerle tüm adayı dolaşabilirsiniz. Her yere 10- 15 dk da bir otobüs var. Ada çok büyük değil 3 saatte etrafını dolaşmak mümkün. Adaya iner inmez inanılmaz bir Alman ve İngiliz turist popülasyonu göze çarpıyor. Hala EU sınırları içinde olsakta coğrafi açıdan AFRİKA topraklarındayız. İspanyolca konuşuluyor ama İngilizce ve Almanca da çokça duyuluyor.


Ve işte ilk dikkatimi çeken sanki Güney Amerika’ya sadece coğrafi olarak yaklaşmamışız aynı zamanda mimari, yaşam tarzı ve görünüş olarak da yaklaşmışız gibi..
Güney Amerika’ya göz kırparken EU disiplinini Afrika topraklarında oluşturmuşlar sanki..


7 Adanın hepsi volkanik. Las palmas oldukça dağlık ve bir kısmı çölden oluşuyor. Okyanus ikliminde olması nedeniyle sıcaklık yıl boyu turizme elverişli. Ama asıl yüksek sezonu Ekimden sonra Kasım, Aralık gibi başlıyor. Avrupa’nın hiçbir yerinde denize girilemeyecek dönemde Kasım ve Aralıkta Christmasta sıcak kaçış noktası.

 2 populer destinasyonu var. Biri bizim de tercih ettiğimiz başkent Las Palmas diğeri ise Tenerife.



Biz Adanın güney batısında Puerto de Mogan da kaldık. Zaten genellikle Güneydeki oteller sıcaklık dolayısıyla daha çok tercih ediliyormuş.



İnternette otel ararken özellikle çocukla rahat edebileceğimiz tarzda otellere baktık. Aldığı olumlu yorumlar ve özellikle çocuk dostu uygulamalarıyla karar verdiğimiz otelimizden o kadar memnun kaldık o kadar hoşumuza gitti ki dönüşte şahane bir feedback yazdık ve aramızda hala tekrar mı gitsek acaba diye konuşuyoruz.

Öncelikle söylemem lazım ki Kanarya adalarının coğrafi açıdan inanılmaz denecek ve anlatılacak kadar bir esprisi yok. Buranın tüm olayı otellerin, servis kalitesinin mükemmelliği ve turizmde gelmiş oldukları nokta bence. Gay otellerinden, adult only konsept otellere, golf resortlardan, çıplaklar kampına, yaşlılara özel otellerden, aile ve çocuk dostu otellere kadar, ne ararsanız çok kaliteli, ve lüks içinde bulabilir ve muhteşem bir tatil geçirebilirsiniz. Üstelik  Antalya’da o kalite de ödeyeceğiniz fiyatın yarısına. Şimdi düşüyorum da çok uygun fiyatlara gelip tatil yapıyorlar diye söylendiğimiz İngilizler, Almanlar emin olun o uygun fiyatlara geliyorlar.


Bu tatile çocuksuz bir çift olarak gitseydik veya 10 gün kalsaydık otelden çıkıp Tenerife’yi de görmeye gidebilirdik belki. Ama şu kadarını söyleyeyim keyfimiz otelde o kadar yerindeydi ki çocukla o sıcakta dışarı çıkıp gezmeye çok açık söyleyeyim üşendik.


Las palmas merkez ve kaldığımız bölge olan Puerto Mogan dışında bir yeri görmedik evet.
Pişman mıyız:  Hayır!!


Ama siz giderseniz Mas Palomas’a gidin örneğin. Çölün denizle buluştuğu yerde bir denize girin derim.


Ayrıca Kristof Colomb’un Amerikayı keşfetmeden önce bu adalarda dinlendiği ve konakladığı evde görülebilir. Bir doğal park ve balinalarla yüzmek isterseniz bir akvaryum da gezi listenizde olabilir. Bunların dışında İspanyol etkisine sahip sokaklarda güzel vakit geçirebilirsiniz.


Çocuklu tatil kısmına gelince Lina inanılmaz mutluydu. Barcelona da mutluluktan delirdi. Babasıyla 7/24 birlikte olduğu için sanırım. Sonra nezle oldu. Tam da deniz tatili başlayacakken hem de. Gider gitmez bir ilaç aldık ve daha kötüye gitmemesi için dua ettik. Ve gerçekte de hava çok güzel olduğu ve su sıcaklığı da tam ayarında olduğu için sanırım 2 güne düzeldi sonra aslında diş çıkarmakta olduğunu fark ettik ve Lina açlık grevine başladı J










O muhteşem açık büfeden mütevellit biz 2’şer kilo alıp geri döndük ama canım kızım formunu korumayı başardı. Azı dişleri de tatilin son günü patladı. Ama asıl ilginç olan Lina’nın iştahsızlığı dışında tatil boyunca başka hiçbir olumsuz belirti göstermemiş olmasıydı. Uykuları gün içinde çok yorulduğu için sanırım çok iyiydi. Huysuzluk dahi yapmadı diyebilirim.


Ve bizim için büyük insanlık için ufak bir keşif…
Bir application keşfettik.
Daha doğrusu Orada tanıştığımız İngiliz bir çiftten öğrendik.
2 farklı telefona yüklüyorsun ve bir çocuk monitörün oluveriyor. Ve normal monitörlerden farkı internetle çalışıyor. Yani ne kadar uzağa gidersen git. İnternetin çektiği yere kadar uzaklaşabiliyorsun. Lina gibi gece yatınca uzun süre uyanmayan çocuklarda çok işe yarayabilir.
Kaldığımız Otel Ormanın içinde çok geniş bir alanı kapsıyordu.  Lina uyuduktan sonra odamızın bahçesinde takılıyorduk önceleri. Bu uygulamayı keşfedince 2 gece de olsa dışarı çıktık. Otel içinde wifi olduğu için yürüyüş yaptık, otelin barında takıldık. Lina da zaten hiç uyanmadı. Sıkıntı olmadı. Ama bu özgürlüğün hele ki tatilde, bizim için ne ifade ettiğini anlamışsınızdır.

Otelde çok fazla yaşlı ve bizim gibi okul öncesi yaşlarda çocuğu olan aile vardı. Okulların açıldığı dönem olması nedeniyle yaşlıların daha fazla tercih ettikleri bir sezona denk geldik. Önce huzurevi esprileri döndü aramızda ama sonra iyi ki buraya geldik dedik birkaç kez.


Birkaç farklı çiftle tanıştık. Lina’nın yaşıtı çok fazla çocuk vardı. Yemekte, havuzda, denizde bu hep avantaj oldu. 2. Günden sonra bizde anne ve babalar sohbeti ilerlettik. 

Oteldeki yaşlı nufusa gelince bakıp bakıp dua ettik. Niye biliyor musunuz? yaşlanınca bizde böyle olalım diye. 80 yaşında olup hala inanılmaz bakımlı şık, sağlıklı görünen o insanların akşam olduğunda şıkır şıkır giyinip karı koca restoranda şaraplarını yudumlayarak karşılıklı sohbet ederek yemek yemelerini gıpta ederek izledik. Yemek yeme olayı, bizim Türkiye'de çokça görmeye alışık olduğumuz açık büfeden tabağı doldurup yarım saat içinde yiyip masanın içine ederek kalkıp gitmek şeklinde gerçekleşen bir eylemden çok yukarıda anlattığım gibi zerafet ve keyif içinde cereyan ediyordu. Lina sayesinde bir kaç tane amca ve teyzeyle de sohbetimiz oldu :)

Anlatmadan geçemeyeceğim bir şey daha var. Bizim tatillerimiz hep Lina’nın babasıyla normalde çok vakit geçirememesi nedeniyle babasına yapışık geçiyor. Ben tahmin edersiniz bu durumdan hiç rahatsız değilim J 
Sevgilimde sağolsun hiç şikayet etmiyor veya kaytarayım biraz da ben tembellik edeyim demiyor. Bu tatili en çok sevgilim hak etmişti. Biz Lina'yla Türkiye de 2 ay tatil yaparken o tüm yaz çalıştı. Ama Lina bu tatilde işin suyunu çıkararak Oben’e hiç nefes aldırmadı J


Sonra dikkatimizi çekti. Tüm çocuklarla babalar ilgileniyordu. Bu durum bize özgü değildi yani.
Sonra çocuk havuzunda annelerin şezlongda kitap okuyup arada sırada foto çektiği, babaların çocuklarla havuzda olduğu bir manzaranın içinde bulduk kendimizi. Ben kendi alemimde keyifle güneşlenirken birde ne göreyim. Sevgilim ve Lina çoktan kendilerine arkadaş bulmuşlar. Babalar muhabbetin derinliklerindeyken Lina’da yeni arkadaşıyla havuz oyuncaklarını paylaşıyordu J









Yemeklerden bahsedeyim son olarak. Zaten İspanya da yemek konusu ayrı bir post açtıracak kadar başarılı. Kanarya adalarının geri kalanı nasıldı bilmiyorum ama otelde yemek yemek başlı başına bir keyifti bizim için. Çok fazla çeşit olması her zaman lezzetli yemekler yiyebileceğiniz anlamına gelmiyor çoğu zaman Türkiye de bile. Bende o yüzden beklentilerimi gayet düşük tutmuştum ama bir nevi gurme tatili yaptık desem yalan olmaz sanırım.







Bundan sonrasını bence fotoğraflar anlatsın ben susayım J

Son söz: Bence en güzel tatil sevdiklerin yanındayken mütamadiyen ne yesem diye düşündüğün, kafanın hep iyi olduğu, saçlarında ve teninde deniz kokusuyla dolaştığın, umarsızca öğlen uykularına yattığın, yine çok yedik ve yine çok yattık yea şeklinde geçen cümlelerden ibaret olan ve hatırladıkça yüzünde aptal gülümsemelere yol açan tatildir. HERKESE BÖYLE TATİLLER DİLERİM EFENDİM…
































10 Ağustos 2015 Pazartesi

Tunus: Yasemin kokulu bir ülke...

Tekrar merhaba,
Yine uzun zaman oldu yazmayalı
Tunus gezimizi yazmak istedim ama o kadar dolu dolu geçti ki Haziran ve Temmuz ancak zaman bulabildim ne yazık ki...
Sonunda Haziran başında oturumlarımız çıktı ve biz en yakınımızda görmeyi istediğimiz yere; Tunus'a kısa bir kaçamak yaptık. Nisan ayından beri sıcak olan havalar Mayıs ayında top yapmışken ve üstüne bir de Alger de denize ve havuza girme girişimimizin Shereton' da kapıdan çevrilip, sadece otel müşterilerine açık olduğunu öğrenmemizden sonra deniz tatili için Türkiyeye gitmeyi bekleyemezdik.

Ve 5 günlük bir tatil planı yaparak Tunus'un Antalya'sı diyebileceğimiz Hammamet'e gitmeye karar verdik.
Bizim Alger'den hava yolu olarak sadece 2 seçeneğimiz vardı. Biri Air Alger diğeri Tunus air.

Uygun olan bilet Tunus air'daydı bizde ondan aldık biletleri (ki Air Algerden bin kat iyi olduğunu duymuştuk) ama uyarıyorum siz siz olun Türkiye'den gelirken 2 kuruş ucuz diye Tunus air'e binmeyin :) Thy den şaşmayın derim.
Tamam biraz abartıyorum tabiki ama Lina'yla bu kadar pis bir ulaşım aracına daha önce binmemiştik. Yalnız , çocuksuz, seyahat ediyorsanız çokta sorun olmaz heralde.. Ancak her tür rotara ve kötü servise de razı olacaksınız.

Gelelim Hammamet'e. Otellerin çoğununun kalite ve hizmet anlayışı kesinle dünya standartlarında ama Hammamet'in merkezini görünce anlıyorsunuz ki Kuzey Afrikadasınız. Az gelişmişlik ve yoksulluk çok rahat hissedilirken otelde lüks ve konfor içinde Akdeniz sahillerinde hizmet kalitesinde Türkiye otellerine çok yakın bir standartta tatil yapabilirsiniz. Biz uzun bir araştırmadan sonra uluslararası bir zincir otel olduğu için Raddisson Blu da kaldık. Çok da memnun kaldık. Yemekler gayet iyiydi ama Tunusta olduğunuzu unutup Türkiyedeki otellerin açık büfeleriyle kıyaslamadık tabi. Ki yine de benim beklentimin üstündeydi aç kalmadık. Lina'nın yiyebileceği bir sürü farklı çeşit yemek bulabildim en azından. 



Giderken yanıma aldığım 4 kavanoz hazır meyve ve sebze püresi ve yogurtlar boşa gitti.

Bu bizim Linayla ilk başbaşa tatilimizdi. Daha önceki tatilleri hep annemlerle yapmıştık.
Nasıl geçiceği konusunda kafamızda soru işaretleri olsa da denemeden bilemezdik. Üstelik sevgilim çok yoğun çalıştığı için otelden bile çıkmadan havuz, deniz,kumsal ve oda arasında geçen bir tatil yapmak istediği için fazla bir yer gezmedik ve bu konuda önceden konuşup anlaştık.

Lina tam olarak 11 aylıktı. Yani Tam sürekli yürümek istediği elinden tutup yürütmemiz gerektiği için 2 dakika oturamadığımız dönemde gittik. Ama iyi ki gitmişiz dedik. Çok dinlendik diyemem tabi ama ne de çok yoruldup dönmek istedik. Tam kararında oldu tatilimiz diyebilirim. Sevgilimin Lina'yla uzun vakit geçirmesi baba kız özlem gidermeleri çok iyi oldu. Hatta öyle ki Lina babasına yapışık yaşadı 5 gün, o yüzden bana da çok iyi geldi :)  Sevgilim Linayı bol bol yürüttü, oyun oynadı, hatta babası yedirince daha çok yemek yiyor diye yemeğini bile Oben yedirdi. 
Sabahları mama sandalyesinde bir süre sonra huysuzlanan Lina'yı, ben kahvemi yudumlarken babası çocuk parkına götürüyordu. Sabah uyku saati tam da kahvaltımızı bitirdiğimiz zamana denk geldiği için kahvaltıdan sonra odaya çıkıp Lina'yı uyutup bizde yarım kalan uykumuzu uyuyorduk.


Denize pek giremedik çünkü deniz bildiğimiz Akdeniz olmasına rağmen açık deniz olduğu için, çok dalgalıydı. Haziran ayında bize öyle denk geldi sanırım , her zaman böyle değilmiş çünkü. Lina'nın denizle ilk tanışması dalgaların köpükleriyle oldu o yüzden. Zaten Daha çok havuz kenarında oturduk.

Akşamları normalde Lina 8'de uyumaya alışık bir çocuk. Zamanı geldiğinde huysuzlanıyor ve uyumak istiyor. Orada bu saate uymamız çok zordu o nedenle bizde biraz esnek davrandık. Lina da çok sorun yaratmadı 9, 9 buçuk gibi yattı genellikle bizde o uyuduktan sonra balkonda film izleyerek vakit geçirdik.

Çocukla tatil zor evet ama çok nazlı ve uyumsuz değilse çocuğunuz ve sizinde hem geziyim hem uyuyup dinleneyim gibi ebeveyn olarak gerçek üstü beklentileriniz varsa çocuksuz gidin tatile yada hiç gitmeyin derim. Siz çocuğa uymak zorundasınız. Güzel bir plan ve otel seçimiyle bence çocuklu tatil gayet güzel geçecektir. Yemek konusunda açık büfe otellerde çok sorun yaşamayacağınızı düşünüyorum. Yinede vazgeçilmezleri yanınızda götürmek lazım, ne olur ne olmaz. Örneğin ben o dönem Lina'ya formül mama verdiğim için oda da kettle olması benim için olmazsa olmazdı.
Bir de otelin,çocuk dostu olması da çok önemli bence. Bizim kaldığımız otel o açıdan çok başarılıydı zaten kalanların yarısından fazlası çocuklu ailelerden oluşuyordu.



Bu tatilimizden bir şey daha öğrendik. Kesinlikle çocuğunuzla ayrı odalarda yatmaya alıştıysanız hem siz hemde o rahat edemiyor. Lina uyku eğitimine kolay adapte olmuş ve uykuyu seven bir bebek oldu hep. Uyku saatini 4 aylıkken 8 olarak ayarlayıp o zamandan beri hiç değiştirmedim. O zamanlarda bile gece uyanmaları çok sık olmamakla birlikte odasını da 3 aylıkken ayırmıştım. Siz ne kadar tutarlı olursanız uyku rutini konusunda çocukta ona o kadar bağlı kalıyor ve hep o düzeni istiyor. Kesinlike çocuklar düzen seviyor.  Biz şanslıydık çünkü Cezayir de düzenini bozucak aksatıcak bir hayatımız yok. Her şey Lina'ya göre ayarlı ki zaten sosyal anlamda gidecek çok fazla yerde olmadığı için uyku düzeni harikaydı.

Ama işte tam da düzenli düzenli giderken tatilde aynı odada hemde uyku saatini geçirip uyumak daha doğrusu Lina'yı uyutmak baya zor oldu. Bir de o uyuduktan sonra sessiz olmaya çalışmak. Normalde kendi kendine uyuyan çocuk Bizi gördüğü için uyumak istemedi. Baya bir zorlandık ama Sonunda çözümü Lina'nın yatağını odanın girişindeki alana koymakta bulduk. Ordan ayağa kalkınca bizi göremediği için sorun çözülmüş oldu. Ama bu da bize ders oldu artık daha büyük oda tutmamız gerektiğini öğrenmiş olduk. Bir dahaki sefere suit hatta teraslı veya bahçeli bir oda çok işimize yarayacaktır.


Tunus havaalanından hammammet'e taksiler genelde fiks 50 dolara götürüyor. Ama siz yinede pazarlık yapın Tunusta her yerde pazarlık yapmak lazımmış. Her şeyin fiyatı bir anda yarıya düşüyor çünkü. Hammamet marina'ya gidilmeli bir gün de deniz ürünleri yemek için. Risotto ve deniz ürünlü makarna çok başarılıydı ve fiyatlar gayet makul. Çok fazla restoran var ama taksicinin tavsiyesiyle biz Restaurant La Bouillabaisse' ye gittik. Zaten hemen caddenin en başında.


Tunus'un simgesi kapıları. Normal sıradan bir kapı görmedik. Her evin kapısı mavi, kırmızı boyalı ve çivilerle süslenmiş. Tunus'un simgesi olmuş diyebilirim ve magnetler , seramikler hep bu kapılardan esinlenilmiş. Ve yasemin çiçekleri...mis gibi yasemin kokan sokaklar yasemin satan çocuklar...

Bu kapılarının güzelliğine bayıldığım için magnetleri ve seramikleri hep kapılı olanlardan seçtim. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim marina bölgesi 20 sene öncesinin Antalya - Kemerini hatırlattı bana. Türkiyede görebileceğiniz her türlü hediyelik eşya da burada da satılıyordu zaten.

Yazının başında dediğim gibi Cezayirden sonra Tunus bize çok iyi geldi. Bir kere turistik, rahat ve hoş görülüler. Turistlere alışık oldukları için yardımsever, misafirperver davranıyorlar. Türkleri çok seviyorlar. Hatta girip ıvır zıvır birşeyler aldığımız market sahibi amca bir çikolata fazladan verip bizim atalarımız aynı sayılır ülkeme hoşgeldiniz dedi. :)
Şark kurnazı olup turist kazıklamak isteyende vardır elbet ama bize rastlamadı. Taksiciler, marketçiler hep iyi niyetli yardımseverdi. Cezayirde artık şikayet etmekten yorulduğumuz hizmet sektörünün rezilliğinden sonra Tunustaki servis ve hizmet standartların üstünde geldi diyebilirim.
Sokakta kısacık şortla yürüyebilmek, ve bir çok İtalyan ve İngilizin de Tunus'u tatil için tercih etmesi dolayısıyla sokakta her yerde turist görmek de cabası...

Bütün bunlar bir yana biz döndükten sadece 2 hafta sonra bizim kaldığımız yere 40 dakika uzaklıktaki bir 5 yıldızlı otelin plajında İŞİD saldırısı gerçekleşti. Tüm ekonomisini turizm üzerine kurmuş bir ülke için bu durum çok ama çok acı ne yazık ki. Tunus'lular için çok ama çok üzgünüm. Tunus'tan 
ayrılırken bir dahaki sefere Tunus merkezde kalıp tarihi ve turistik bir gezi yapalım diye konuşmuştuk. Hatta Cezayir'e bu kadar yakın böyle rahat deniz turizminin olduğu bir ülke varken üstelik vize derdi de yokken kesin birkaç kere daha geliriz demiştik. Ama sanırım yakın gelecekte Tunus gezi planlarımızda yer almayacak.. Umarım en kısa zamanda  Tunus dendiğinde insanların aklına ilk gelen tek şey tekrar  yasemin kokulu bir Akdeniz ülkesi olur...