Translate

16 Temmuz 2013 Salı

Düğümlere Üfleyen Kadınlar..

"Nihayet yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil.
Bir yol hikayesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar..."- Düğümlere Üfleyen Kadınlar,Ece Temelkuran

Bu kitabı tam da karşıma tesadüflerin çıkarmadığını düşünürken, sayfalar arasında kaybolduğum o günlerde, Ortadoğu ve özellikle Ortadoğulu kadınlarla ilgili ne varsa hepsi üzerime üzerime geliyor bir bir karşıma çıkıyordu. Tam da evrenin mesajını kavradığınızı sandığınız o kibir anından sonra aslında hiç bir şeyi kavramanızın mümkün olmadığı ve görünen gerçeklerin altında yatan asıl gerçekle yüzyüze gelirsiniz ya, bana da öyle oldu. Kitapta çokça bahsedilen Mısır daki halk ayaklanması ve Arap Baharının anlatıldığı bölümleri okumam tam da bizim baharımıza denk düştü. 

Güzel bir rastlantı olmasının yanında, acaba dedim, 6 ay önce okusaydım bu kitabı algım nasıl olurdu? O kadar empati kurabildiğim konuşmalar vardı ki kitapta ve bir çok pararlellikler. Ama aynı zamanda bir sürü farklılıklar da. Bizim direnişimizin eşssiz olması  bu kadar prırıl pırıl genç insanın enerjisinden midir, yoksa daha az kanlı olmasından mıdır , çok fazla zeka ürünü direniş örneklerine sahip olmasından mıdır? siz yapın tercihi. Ancak ne olursa olsun zamanlamam daha iyi olamazdı. Israrla tavsiye ediyorum okumanızı.

Gelelim yukarda yazdığım satırlara, işte kitabın beni içine alıp başka diyarlara götürmesinde etkili olan bir şey de ortadoğunun çöllerinde, gizemli diyarlarında kadın karakterlerin şahane bir yolculuk yapıyor olmaları.

İnsan yolculuk yaparken aslında kendine de yolculuk yapar bence. Her yola çıkma, her alıp başını gitme kendini tanıma yolculuğudur aslında. Neyden kaçıyorsak ona gideriz aslında bilmeden. Nedenler sonuç olur, yolculuğun sonunu da yol yazar. Siz ne isterseniz isteyin, ne kadar uğraşırsanız uğraşın yol ne isterse o olur. işte o yüzden yollar, adam eder insanları, tamamlar yarım kalanları. Ondan sanırım, bir nevi uyuşturucu etkisi olması. Hep yolda olma isteği yerinde duramama hali... Gittikçe artık bir yere varmak değil yolda olmak amacı insanı ele geçiren, iliklerine işleyen. Kök salmaya izin vermeyen. Hep bir doz daha fazlasını isteme, yetinememe...
Bir gün bende böyle bir yolculuk yapmayı hayal ediyorum. Buraya da yazıyorum ki, evrende imzası olsun dileğimin...Gerçek bir Ortadoğu turu yapıp, yol nereye götürüyorsa oraya gitmek ve sadece ertesi günü planlayarak yolda olmak dileğim...

Güzel ülkemde de düğümlere üfleyen kadınların çoğalması dileğiyle... 
ve son olarak kitaptan sevdiğim bir kaç satır:

"İlginç adamlarla tanışmak Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada operasında perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla doldurur içimi"

"Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyordur." 

"Eğer bir kadının kendinden sakladığı bir şeyi ortaya çıkarmak konusunda bu kadar yılmaz bir kaşif isen muhakkak kendinden sakladığın bir kadın var içinde."

"Işığın bir sesi olmalı yoksa sivrisinekleri karanlıkta daha iyi duyuyor olamazdık ve ışığın bir kütlesi olmalı yoksa karanlıkta daha geniş sevişiliyor olamazdı".

"Ölümü iç cebinde sevgilinin resmi gibi taşıyan memleketler cenazeleri hep hazırlıksız karşılarlar. Bu iğrenç desenli pis battaniyeler ...Gördüğüm bütün o desenli pis  battaniyeler ve içlerindeki o oğlan çocukları..."

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramadan Kareem!!

Dünden beri inanılmaz bir kum fırtınası var dışarıda. Klimaların duvarla birleştiği noktalardan yani iğne deliğinden bile kum giriyor içeri. Hani bir toz kokusu vardır. Bilir misiniz? İşte o toz kokusu sarıyor evin içini. Üstelik bitmek bilmeyen bir süre boyunca.  Önce diyorum ki bir cam açayım evi havalandırayım. Şartlı refleks. Sonra hatırlıyorum tekrar cam açamayacağımı dışarısı içeriden beter. Böyle bir çaresizlik işte evin içinde.
Bir de her yer kırmızı bir toz katmanı oluyor evin içinde. Masayı bir siliyorum ki bez kıpkırmızı. Nasıl giriyor içeri bu toz inanılır gibi değil. Yerler de çıtır çıtır kum…
Çok sinir bozucu.
Klimayı çalıştırmak en mantıklı çözüm oluyor genellikle. Böylece biraz daha az hissediliyor toz kokusu. Geçen geldiğimde 2 kere olmuştu kum fırtınası. Ama sadece 1 ‘er gün sürmüştü. O sırada dışarda olmak da çok kötü. Çünkü göz gözü görmüyor. İnanılmaz bir toz bulutu. Her yer birbirine karışmış yerdeki çöpler bile havada uçuşuyor.

Bu seferki kum fırtınası ise bana çok uzun geldi. Dün sabah başladı hala devam ediyor. :/
Geçen sefer anlatmıştım, Suudların yaşadıkları evleri. Yüksek pencereli ve hep genellikle duvarların ardında diye.  Yüksek pencereli olmasa da evlerin pencereleri buzlu cam.

Normal camlı ev yok denecek kadar az burada. Ev ne kadar kapalı ve penceresizse o kadar çok tercih ediliyor ve değeri artıyormuş. Bana mezar gibi geliyor. Oldukça klostrofobik bir durum. Pencereye çıkayım dışarı bir bakayım, hava nasıl, dışardan gelen ses ne gibi sorulara cevap bulamıyorsunuz. Pencereden bakmayı unutun.
Balkon desen zaten yok. Müstakil evlerin bazılarının balkonları, Teras ya da bahçeleri olabiliyor. Ancak onlarda yine etrafı kapalı olmak kaydıyla tabi ki.
Güneş doğdu mu ? Hava karardı mı? Bir haber yaşıyorlar. İçerde hep aynı çünkü klimayla aynı hava, ışıklar açık, aynı aydınlık.
Gündüz mü gece mi belirsiz, önemsiz de zaten.
İşte böyle burada ev halleri. Allahtan compoundlarda(yabancılar için oluşturulan büyük siteler) bizim alışık olduğumuz tarzda evler var.
kaynak: http://patokallio.name/photo/travel/SaudiArabia/Jeddah/AlBalad_CoralHouses.JPG
Genellikle müstakil ve büyük camlı, bahçeli evler. Abaya’yla kapanmak yetmezmiş gibi, güneşe, aydınlığa alışık bünyeler nasıl yaşar mezar gibi kapalı evlerde, saklanarak…
Apartmanlarda camların renkli veya koyu renk olması dikkat çekiyor. 

Bu tarz müstakil evlerde de duvarların örtemediği yerler de pencereler yine vitray kaplı renkli camlarla kapatılmış durumda. 

Hep merak ettim burada kadınlarda kesin D vitamini eksikliği vardır diye. Zaten kadınların yüzleri görünse soluk ve cansız tenleri dikkat çekerdi bence.

Nasıl bir ikilem düşünsenize dünyanın en sıcak, en çok güneş gören ülkesinde yaşıyorsunuz ama güneşten belki de Ruslardan bile daha az yararlanıyorsunuz. Evrenin dengesine bakın…
Tanrı bu topraklara hiçbir şey vermemiş. Bereketsiz, ağaç yetişmeyen, kupkuru uçsuz bucaksız kumdan ibaret koskoca bir Arap yarımadası. Ama bütün bunlardan mahrum ederken de tek bir şeyi mümkün kılmış. Petrol!!

Bu yazı başka noktalara gitmeden bitiriyorum. Güzel ülkemde ramazan başlayalı 3 gün oldu Oysa Türkiye dışında İslam aleminde Ramazan ayı bir gün sonra başladı yani ayın 10’unda. Burada ayın şekline bakıyorlar. Hilal olmadan ramazan ayı başlamıyor. 9’unda gece hilal çıkmamış. O yüzden kimse sahura kalkmadı. Bir gün geriden geliyoruz yani.

Dün akşam iftara gittik, ilk iftar açıldı dün. Yolda kırmızı ışıkta duran arabalara restoranların elemanları bedava yemek dağıtıyordu. İşin ilginç tarafı, yemeği verdiği kişinin, fotoğrafını çekiyorlar ki belgelensin verdiği :) Her kavşakta 3,4 kişi bu şekilde şehir merkezinde yemek dağıtıyordu. Şaşırmadım desem yalan olur J

Hayırlı ramazanlar! Arapların dediği gibi; Ramadan Kareem!

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Gölgede 48 derece


Buralarda mavi bir gökyüzü veya bembeyaz pamuksu bulutlar yok. Hava sıcakken yani güneşliyken bile açık bir gökyüzü göremiyorsunuz. Genel olarak burada hayata sepya filtreyle bakıyoruz. Sarı ve tonları hakim tonlar yani. Her şey biraz eskimiş fotoğraflardaki gibi.

Bu durum Dubai de de ilgimi çekmişti. Masmavi gökyüzünde birkaç beyaz buluttur genelde beklediğim ve alışık olduğum görüntü yaz aylarında. Türkiye’min güzel sahilleri ve şahane Akdeniz iklimi bunu gösterdi hep bize. Arap Peninsula’sında ise Gökyüzü kum ve toz karışımı bir tabakayla kaplı. Öyle ki çoğu zaman güneşi net göremiyorsunuz. Yukarı bakınca görünen gri, sarı garip bir katman sadece.  İnsanı bunaltan. Hani deriz ya bazen “ah bir yağmur yağsa da rahatlasa” diye… Ne yazık ki burada yağmur filanda yağmıyor. Dolayısıyla hep öyle bir hava işte…
Havalar bu aralar tek konum. Çünkü çok sıcak. Dün saat 6 gibi gölgede 48 dereceydi burası. Yani öyle Türkiye’deki “çok sıcak” değil bahsettiğim. Zaten gündüz dışarı çıkmıyoruz mümkün olduğunca, ama gece bile hava sıcaklığı 40 derecenin altına inmiyor.
Evde klima 24 saat açık. Kapayınca sıcaklık ele geçiriyor hemen tüm evi. Hayat daha da yavaşlıyor o yüzden burada. Herkes istirahatte.

Geçenlerde erken çıktık dışarı. Riyad’a gitmek için saat 3 buçuğa geliyordu ve yollar bomboştu. Trafiği bu kadar rahat ve sokakları bu kadar boş görmemiştim hiç. Üstelik bir elektronik mağazasına uğramamız gerekiyordu daha açılmamıştı bile. 4’te açılıyormuş. Onun açılmasını bekledik bir süre. Bu durum belki burada ki hayatı anlamanıza yardımcı olur. Hayat burada çok geç başlıyor. Çünkü kimse 50 derecede işini halletmek, dışarı çıkmak, yemeğe gitmek veya alışveriş yapmak istemiyor. Ancak 4’ten 5’ten sonra yavaş yavaş hayat akmaya başlıyor. En kalabalık saatler ise en son ki yatsı namazının bitişiyle 9’a doğru başlıyor.
İşten en geç çıkan bile 3 de evde oluyor ki sevgilimde buna dahil J Gerçi sabah çok erken işe gidiyorlar. Ama şimdi ramazan geliyor malum. 12 de mesai bitecek çoğu işyerinde, sonra herkes evine… Ramazanda bu hayat daha da yavaşlayacak. İftara kadar her yer kapalı olacak. İftara doğru açılmaya başlayacak her yer ve herkes sahura kadar ayakta kalacak. Dışarıda, alışveriş merkezlerinde, restoranlarda, hayat gece hızlanacak.

Bu sıcakta yemek de dert.  Sürekli meyve ve meyve suyuyla yaşıyoruz. Son keşfim; mango!! İnanılmaz lezzetli bir meyve. Daha önceden mango suyuna aşinalığım vardı. Ama hiç mango yememiştim. Burada bizde elma, portakal neyse mango da öyle. Ölüp bitiyorum mangoya şu aralar…

Kilo kilo alıyoruz. Bir de yemesi zahmetli ki sormayın. Büyük bir meyve mango ama içinde nerdeyse yarısı kadar çekirdeği var. Ama etli kısmı da bir o kadar lezzetli ve sulu. Anlatırken bile ağzım sulandı. Her gün mango saatimiz var sevgilimle. Oturup özenle yiyoruz. Tabi ben biraz aç gözlülük yapıp sevgilimin önündeki mangoları da yiyebiliyorum. Nedenlerim var ama. Dönünce yiyemeyeceğim ne kadar çok yersem o kadar iyi diyorum J  Bu arada deneye deneye en lezzetli mangoyu da bulduk. Pakistan mangosu şahane oluyor. Tavsiye ederim. Birkaç çeşidi var burada. Diğerleri çok lifli oluyor. Her neyse bu kadar mango muhabbeti de yeter J

Haydi, bana müsaade bir tane mango soyayım başucuma koyayım  J

4 Temmuz 2013 Perşembe

Sana Ne?

Dedim ki yeter geçen sefer çok yazdım çarşafla ilgili. Bu sefer yazmayacağım ama olmadı. çünkü dün akşam öyle bir şey oldu ki kendi kendime dedim bunun üzerine yazmasam olmaz…
Başımı genellikle kapatıyorum. Hele ki yalnızken hep kapalı oluyor çünkü daha rahat ediyorum bakışlar azalıyor en azından. Bazı alışveriş merkezleri var yabancıların fazla olduğu oralarda pek sorun olmuyor başım açık dolaşmak.
Dün akşam alışveriş yapmak için dışarı çıktık. Sevgilimin telefon servis sağlayıcısında işi uzun sürünce beni hemen yanındaki alışveriş merkezine bıraktı. Ben dolanırken o da işini halledip yanıma gelecekti. Ben geçen geldiğimde de bu sefer de yalnız pek dışarı çıkmıyorum. Alışveriş merkezinin içinde bazen ayrılıp, işlerimizi halledip tekrar buluşuyoruz ki yarım saat bile sürmüyor o da zaten.
İşte yine böyle bir durumda keyfim yerinde rahat rahat her şeye bakarak, inceleyerek dolaşıyordum bir mağazanın içinde. Etrafta kadınların daha çok olduğunu da belirtmek istiyorum bu arada. Mağazada Bulunan erkeklerde çoğunlukla çalışanlar veya eşleriyle gelmiş tek tük suudlardan ibaretti. Başım kapalı ama her zaman ki gibi sadece örtüyü başıma atmışım öyle sıkı bir kapama değil yani formalite. Zaten yabancı kadınların çoğu bu şekilde örtüyor başını. Kadın ayakkabı reyonunda dolaşırken bir kadın yanıma geldi önce baktı uzun uzun. Zaten ben dolaşırken  kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Çünkü o kadar çok bakıyorlar ki ben utanıyorum. Her neyse Uzun bakışın ardından Arapça bir şeyler söyledi bana. Bende yanımdaki kadına döndüm baktım.
Kadın ellerinde siyah eldivenleri olan, gözlerini açık bırakan iki parmaklık aralığı bile siyah tülle örtmüş, bir Suud kadınıydı. (en azından ben öyle tahmin ettim). Benimle konuştuğunu anlayınca Arapça bilmediğimi söyledim İngilizce. Sonra Arapça bir şeyler söyledi tekrar bu sefer el hareketleriyle. Oysa ki ben nasıl anlayabilirdim ki her yeri ama her bir noktası kapkara bir örtüyle kapalı bir kadın size dünyanın en açık diliyle konuşsa da anlaması çok zor!!
Benim yüzümdeki şaşkın ve anlamamış ifadeyi görünce muhtemelen en iyi bildiği İngilizce kelimeyi söyledi. “head scarf” yani başörtüsü. Ama asıl demek istediği şeyin “veil”  yani peçe demek olduğunu arkasından elleriyle kendi peçesini indirip tekrar kaldırarak anlattı. Sonuna da “please” diye ekledi.
Ben önce aman Allahım şaka mı bu diye düşünürken o dakikaya kadar bir şey söylememiş olduğumu fark ettim. O kadar şaşırdım ki… Susup kadını seyrediyorum.
İki kere daha el hareketleriyle gösterdikten sonra, son bir defa “please” diyerek performansını tamamladı. Ben benim peçem yok tarzı bir şey söylemeye çalıştım ama cümlemi bitirmeden ellerimi başımdaki örtüye götürdüm refleks olarak. Ve arkamı dönüp, yavaşça uzaklaştım. Şok içinde.
Arkamı dönmemle büyük bir sinir ve hayal kırıklığı başımdan aşağı boşaldı. Sinirliydim, kadından çok kendime. Şaşkınlığıma. Niye hiçbir şey söyleyemedim diye. “Takmak zorunda değilim. Zaten her yerim kapalı sizi ilgilendirmez. Başımı kapamam yeterli peçe takmak gibi bir zorunluluğum yok gibi bir sürü şey söyleyebilirdim”. Ve hiçbir şey söyleyemedim, salak gibi durdum ve kadının dediği şeyi anlayana kadar, bide kadına gülümsedim… aaahh ahh!!
Sonra sevgilimi mi arasam gelse bir an önce diye düşündüm. Çünkü ben tek başımaydım ya. Tehdit oluşturuyorum tabi. Yanımda er kişi olunca yanıma yaklaşamazdı oysa ki.

Hayır anlamadığım şu: erkeklerin kadınlara yaptıkları baskıların yanında bir kadının başka kadına yaptığı bu baskı nedir? Erkeklerinkini anlayabiliyorum. Kendi siyasal iktidarlarını kadınlara dayatmak için yaptıkları şeylerden biri sadece. Ama kadınların bu sisteme o kadar dahil olup birbirlerine daha büyük acılar yaşatmalarını aklım almıyor. Çünkü kadın değişirse toplum değişir. O kadın yetiştirir geleceğin yetişkin bireylerini, erkeklerini, zihin yapısı yavaş yavaş değişmeye başlar ancak bu şekilde. Ah be teyze keşke bıraksan sende kızını komşunu karışmasan, o da sana karışmasa, yüzü gözüküyor diye şikayet etmesen, namussuz damgası vurmasan, bizim seni anlamaya çalışmamız gibi sende kapanmak istemeyen kadınları anlamaya çalışsan. Ellerini, gözlerini bile erkek tahrik olacak diye kapatan, dahası yüzü açık bir kadının bile toplumda erkekleri baştan çıkarabilecek olduğunu düşünen insanlar, hatta kadınlar var ne yazık ki
L ne erkeklerine güveniyorlar ne kendi kız kardeşlerine, kızlarına…
Tutamadım kendimi yazarken ama söyleyemediklerimin acısını çıkardım en azından. Sevgilim geldi olayın üzerinden 5 dk geçmeden. Ona da anlattım olanları sinirle. İyi ki dedi bir şey söylememişsin. Neden dedim? Söylemeliydim…
“O kadın her şeyden önce Suud. Senin söylediğine ters bir şey söylese sinirlense polise, güvenliğe şikayet etse seni. Olayı yanlış anlatsa sana değil ona inanırlar.” Öyle deyince sevgilim, sustum. Bir şey söyleyemedim. Haklıydı. Neyse dedim bende bloğuma yazarım. Herkese anlatırım. J

Ne yapalım burası da böyle bir ülke. Hadi buralar vatan değil de bir yere kadar umursuyor insan. Peki ya Güzel ülkemde bu kafa yapısında olanlara ne demeli, ne yapmalı?...