Translate

5 Haziran 2017 Pazartesi

Birlik bilinci

Bu hikaye beni cok etkiledi. Uzun zamandir bugune kadar inandigim ve az cok okuyup yoga egitimimden ogrendigim felsefenin bu denli yalin ifade edildigi, ozetlendigi ve kafamda taslari yerine oturtan bir hikaye okumamistim. Bu hikayeden yola cikarak bir de kisa film yapmislar. Ona da ulaşırsanız izlemenizi tavsiye ederim. Bu birlik bilincini hiç kaybetmemek dileğiyle...

YUMURTA

The Egg
By: Andy Weir
Translation: Selin Çıray

Öldüğünde evine gidiyordun. 
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acızıs bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için daha iyi oldu. 
İşte o zaman benimle tanıştın. 
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok. 
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim. 
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin. 
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”
Bana büyülenmiş gibi baktın. Sana Tanrı gibi görünmüyordum. Adamın biri gibi görünüyordum. Belki de bir kadın. Belli belirsiz bir otorite figürü, belki. Yaradandan ziyade edebiyat öğretmeni. 
“Merak etme,” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni her yönünle mükemmel olarak hatırlayacak. Sana nefret besleyecek zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Dürüst olmak gerekirse, evliliğin dağılıyordu. Rahatlamış hisettiği için kendisini çok suçlu hissedecek, teselli olacaksa.”
“Ha,” dedin. “Peki şimdi ne oluyor? Cennete, cehhenneme, bir yerlere gidiyor muyum?”
“Hiçbiri, ” dedim. “Reenkarne olacaksın.”
“Hı,” dedin. “Hintliler haklıymış demek,”
“Bir bakıma bütün dinler haklıdır,” dedim. “Yürüyelim”.
Boşlukta yürürken beni takip ettin. “Nereye gidiyoruz?”
“Belirli bir yere değil,” dedim. “Sadece yürürken konuşmak güzel.”
“O zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda bomboş bir tahta olacağım değil mi? Bir bebek. Yani bütün deneyimlerimin, bu hayatta yaptıklarımın hiçbir manası veya etkisi olmayacak.”
“Hiç de değil!” dedim. “İçinde bütün geçmiş hayatlarının bilgi birikimini ve deneyimlerini taşıyorsun. Sadece şu anda onları hatırlamıyorsun.”
Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun, hayal edebileceğinden çok daha mutheşem, güzel ve büyük. İnsan aklı varlığının ancak çok küçük bir kısmını içerebilir. Bu sıcak olup olmadığını anlamak için parmağını bir su bardağına batırmak gibi. Kendinin çok küçük kısmını bir kaba koyuyorsun ve çıkardığın zaman yaşadığı bütün deneyimleri kazanmış oluyorsun.”
“Son 48 senedir bir insanın içindeydin, dolayısı ile uzanıp engin bilinçaltının devamını hissedebilmiş değilsin. Burada yeteri kadar kalırsak, her şeyi hatırlamaya başlardın. Ama her yaşamın arasında bunu yapmaya hiç gerek yok.”
“Kaç kere reenkarne oldum o zaman?”
“Oho, çok kez. Çok, çok kez. Ve bambaşka bir sürü hayata.” Dedim. “Bu sefer, milattan sonra 5402ta yaşayan Çinli bir köylü kız olacaksın.”
“Bir saniye, ne?” diye kekeledin. “Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?”
“Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı.”
“Senin geldiğin yerde?” dedin.
“Tabi ki”, dedim, “ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın.”
“Hı,” dedin, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. “Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim.”
“Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun.”
“O zaman bütün bunların ne gereği var?”
“Cidden mi?” diye sordum. “Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?”
“Gayet akla yatkın bir soru,” diye ısrar ettin.
Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman.”
“İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun.”
“Sadece ben mi? Diğerleri?”
“Başka kimse yok,” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.” 
Bana boş gözlerle baktın. “Ama dünyadaki o kadar insan...”
“Hepsi sen. Senin başka cisimlerin.”
“Bekle. Herkes ben miyim?!”
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber “İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,” dedim. 
“Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?”
“Ve yaşayacak olan, evet.”
“Abraham Lincoln ben miyim?”
“Onu öldüren John Wilkes Booth da sen,” diye ekledim.
Dehşet içinde “Hitler’im?” dedin.
“Ve öldürdüğü milyonlarsın.”
“İsa’yım?”
“Ve onu takip eden herkes.”
Sessizliğe gömüldün. 
“Ne zaman birine haksızlık etsen,” dedim, “kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak.”
Düşünceye daldın. 
“Neden?” diye sordun. “Bunları neden yaparsın ki?”
“Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun.”
İnanamayarak, “Ne?!” dedin. “Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”
“Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın.”
“Yani bütün evren,” dedin, “sadece...”
“Yumurta.” diye yanıtladım. “Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi.”
Ve seni yoluna gönderdim.




23 Eylül 2016 Cuma

Anne-Baba tatili mi dediniz?

Çocuksuz bir tatile çıkma fikri sanırım her annenin, bebeği doğduktan sonra aklına düşen ama cesaret edemediği bir durumdur. Benim için önceleri hayalden ibaretken Lina büyüdükçe birkaç gün olsun bırakabileceğime, kafa dinleyip dinlenebileceğimize inanmış ve planlar yapmaya başlamıştım. Lina’nın 1 yaşını bitirdiği yaz tatilinde 3 günlük, bir kaçamak yapacak, sevgilimle başbaşa sessiz, sakin, bol uykuyla geçen bir deniz tatili yapacaktık. Her şeyi ayarladık. Otel uçak rezervasyonları, özenle seçilen lokasyon ve hatta “adult only”, “concept” bir otel… Ve fakat sevgilim o sırada Cezayir’deydi ve işlerin yoğunluğu nedeniyle son dakika yine iş galip geldi ve her şey iptal oldu. Benim yaşadığım hayal kırıklığını tahmin edersiniz sanırım.
Bizim en büyük handikabımız ailelerimizden uzakta yaşıyor olmamız ve istediğimiz zaman Lina’yı bırakamayacak oluşumuzdu.
Görsel sonucu
Eğer çocuksuz tatile çıkmayı istiyorsanız geçmeniz gereken 3 step var.
1. Çocuğunuz sizsiz kalabilecek mi, sorun çıkartmadan kaç güne kadar durabilecek bunu düşünmek ve hesaplamak.

Eğer 1. Stepte sıkıntı görmüyorsanız 2. Ye geçebilirsiniz. Eğer emin değilseniz küçük denemeler yaparak 1 ay öncesinden alıştırma yapmakta yarar var.

2. Bırakmayı düşündüğünüz kişi o tarihlerde uygun mu? Hatta bu kişiler, büyük ihtimalle, anane, dede olacağı için, o kişilere destek yardımcı başka kişiler de varsa onları da sürece dahil etmek gerekebilir. Örneğin kardeşler, teyzeler vs.  Malum çocuklar için ne kadar kalabalık o kadar iyi. Ne kadar çok insan olursa oyalayacak, sizi o kadar az hatırlayacaklar ve cümbür cemaat birkaç gün göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidecektir. 

3. Eğer ilk 2 step’ide sorunsuz atlatıp tüm ayarlamaları yaptıysanız, geriye en kolay gibi görünen ama aslında en zor aşama kalıyor. Vicdan ve suçluluk duygusu ile baş etme :)

Neden bırakıyorum, götürse miydik, çok özler mi bizi, ya ağlarsa, ya yemezse, ya şöyle ya böyle…
Bu son aşama her annenin mutlaka yaşadığı ama kimisinin çaktırmadan, kiminin daha şiddetli yaşadığı bir aşama…
Görsel sonucu
Bizim tatilimiz, ilk denemede son stepe gelemeden iptal olduğu için ben bu aşamaları aylar sonra tekrar yaşadım.

Bu sefer ilkinde yaşadığım hayal kırıklığının üstüne çok fazla plan yapmadan, her şeyi sevgilime bırakarak (ki bu çok zordu) geri planda durdum. Gidiş tarihimiz 3 gün önce belli oldu. Ama o sırada yine Türkiye’de bulunduğum için annemlerde kalıyor olmamız Lina'nın bu süre zarfında annemde kalmaya alışmasını sağlamıştı. Yoksa çocuksuz tatile son dakika çıkmak oldukça zor olurdu sanırım. Sonuçta sevgilim bana nereye gideceğimizi, bile söylemeden İstanbul aktarmalı biletimi yolladı. Havaşa binmiş hava alanına gidiyordum. Gözlerimdeki yaşları silmeye çalışarak, derin bir nefes aldım. Elimde bir el çantası, ve kabin boy valizim, yolda oyalamam gereken bir bücür olamadan, ne yedirsem, nerde uyutsam diye düşünmeden geçecek olan sorumsuz 4 günü düşündüm. Ve işte o an buna ihtiyacım var dedim. O özgürlük hissi, o sorumsuzluk anı… O kadar özlemiştim ki o duyguları inanamıyordum önümdeki 4 günde bunları gerçekten yaşayacağıma. Birkaç arkadaşımla mesajlaştım o anın heyecanıyla. Hepsi "Annen senden daha iyi bakacaktır Lina'ya ne düşünüyosun ki keyfini çıkarın" diye yüreklendirdiler beni.

Ve evet düşününce aslında ne kadar saçmaydı kafa yormak, endişe etmek. Lina güvenilir ellerdeydi. 4 günde de hiçbir çocuk annesizlikten depresyona girmezdi ya. Girmemeliydi de zaten.

Ben hep çocuksuz gidilen tatillerin savunucusu olmuşumdur. Bekar veya çocuksuzken bile. Bir çocuğun anane/babane-dedesiyle vakit geçirmesinin çok önemli olduğunu düşünürüm. Çocukluğumun en güzel anılarıdır ananem /babanem-dedemle geçirdiğim günler. Gece yatıya kalmalarım, ananemlerin yazlığına gidip tüm yazı orada geçirmeler. Bunları yaşamalı her çocuk bence, hayattaysalar tabi.
Ve sonuçta şahane bir Roma tatili yaptık sıfır sorunla. Bir iki kez anne diye beni sorması dışında hiç sorun çıkarmamış bir Lina ve kafasını boşaltıp, özgürce gezip tozmuş bir anne baba… tabi belirtmem lazım Lina o zaman 19 aylıktı.

İkinci anne baba tatilini ise 24 aylıkken yazın yaptık. Yazlıkta Lina’yı bırakıp 4 gün başka bir yere kaçtık. Ancak bu sefer son gece bir ağlama krizi yaşadık ve gün içinde içine kapanıp, agresif tepkiler vermeye başlamış Lina. Annemlerden gelen yoğun baskılar sonucu akşamı beklemeden erken döndük.

Bence dönem dönem çocukların anneye çok bağlı olduğu ya da biraz daha bağımsız oldukları dönemler oluyor. O dönem Lina bana çok bağlı bir dönemindeydi sanırım. Hep birlikte yazlıkta 1 hafta kalmıştık ve bir anda annesinin babasının ikisinin birden onu bırakıp gitmesi, yazlıktaki monoton geçen zaman hepsi etkili oldu bence. Daha önce Ankara da bıraktığımızda, her gün için bir aktivite, bir gezi planlamış, hem yorulması, hem eğlenip, oynayıp bizi hatırlamaması için uğraşmıştık. Bu sefer sanırım durumu fazla hafife almış olabiliriz. 

Üçüncü Anne baba tatilimizi henüz planlamadık. Yakın zamanda da planlayamayacağız sanırım. Şu aralar Lina kreşe başladı ve ayrılık korkusu yaşıyor galiba. Bana yapışık. Cesaret edemiyorum ama yavaş yavaş normale döneceğini ve bizimde yine böyle bir tatili planlayacağımızı umut ediyorum.


Tüm annelere şahane tatiller dilerim.

22 Eylül 2016 Perşembe

Cezayir Rehberi

1,5 senelik Cezayir maceramızın sonuna geldik. Ama Cezayir'e ve oraya daha sonradan gideceklere bir borcum vardı.  Bu yazıyı yazmadan Cezayir defterini kapatmak istemedim.
ilk defa Cezayir'e taşınacağımız belli olduğunda internette bloglarda aramış ve genel hatlarıyla bir şeyler bulmuş olsam da ayrıntılı, nerede ne yenir, nereye gidilir pek fazla bir bilgi edinememiştim. Üstelik Cezayir'e gittiyseniz veya gitmeyi planlıyorsanız görüceksiniz ki, yaşayacağınız en büyük sıkıntı sosyal hayatınızın olmaması olacak. Yemek yemeye, kahve içmeye, arkadaşlarınızla buluşmaya gidecek bir yer bulmak inanılmaz zor olacaktır.
Ben Cezayir'e gitmeden önce keşke nereye gidilir nerede ne yenir, ayrıntılı bir kaynak olsa diye internette çok gezmiş ama çokta fazla bir şey bulamamıştım.

Ben yaşayacağım yerin iyi semtlerini,
eğlence mekanlarını,
yemek yemek için gidilmesi gereken yerleri ,
alışveriş için nerelerde ne bakılacağını filan bilmek isterim.

ilk taşındığımız zamanlar geliyor da şimdi aklıma
ne cahillik ne bilmezlik, ne acınası durumlar içindeymişiz diyorum.
Üstelik sevgilim sık sık gidip geliyor ve az çok biliyordu oraları.
Ama yaşadıkça öğreniyor insan
biz 1,5 sene kaldık ama açıkçası uzun zamandır Cezayir'de yaşayan arkadaşlarım olmasa bu yazıyı da yazamazdım. O yüzden başlamadan teşekkür edeyim onlara, hem can yoldaşı oldukları, günlerin güzel geçmesini sağladıkları için, hemde önerdikleri her bir yeni mekan için...

Cezayir de yaşayan Türk sayısı oldukça fazla o yüzden sanırım bir kaç düzgün mekan var her birinde tanıdık görme olasılığınız çok fazla.

Öncelikle Türk restoranlarından başlayalım
Yeni açılıp gözümüzün nuru olan Turcomania. Dely İbrahimde. Ancak yeri biraz karışık. Dely İbrahim'in sonunda seramikçilerin olduğu sokağı geçip karakolun oradan sağa dönmeniz gerekiyor.

Bir diğer Türk restoranı bizim evin karşısındaki İstanbul restoran. Cheraga'da. Ancak çok tercih ettiğimizi söyleyemeyeceğim.
Turkomania'nın bir şubesi de yakın zamanda Bab Ezzuar alışveriş merkezine açıldı. Avm de düzgün temiz yemek için süper bir tercih. Hatta biz ramazanda iftara bile gitmiştik.

Balık yemek için neredeyse Tüm Türklerin tercih ettiği yer Madraktır.
Orda bir sürü farklı mekan var sıra sıra ama nedense biz ve hatta tanıdığım tüm arkadaşlarım hep en sondakine gidiyoruz.
İsmi : Le Sauveur Sur La Madrague.
İçkili olması, temiz olması tercih sebebimiz sanırım.

Diğer içkili mekanların neredeyse çoğu Makam Şehitte bulunuyor.
Tantra,Piano,.tavsiye edebileceklerim.

Herkesin bildiği ama artık çok fazla tercih edilmeyen Hipopotamus var.  Val hydra da
tam yanında bizim de çok beğendiğimiz Signature var.
Biraz ilerisinde ve sağ tarafta cafe olarak bahçe içinde olduğu için gidebileceğiniz Le Patio var.

Bir diğer favorimiz Hint yemeği söz konusu olunca Tac Mahal.. o da Dely İbrahimde. Biz Haftada bir gidip kendimizi kaybedercesine yemek yiyorduk.
Cheraga da şık ve güzel bir restoran L' auberge Du Moulin.  Değirmeni uzaktan seçersiniz zaten hemen.
Son zamanlarda Sidi Yahya'da yeni açılan L'atelier Alger de bir anda beğenilen yerler listesine girmişti.
Bunlar bizim tercih ettiğimiz mekanlardı.
Bunların dışında iyi ki var dediğimiz otellerin restoranları var.
İlk sırada söylemeden geçemeyeceğim, Shereton'ın İtalyan restoranı ve tepenyakisi var tabiki.
Dünyanın en pahalı sushisi ama evet sushi işte... Otel olduğu için içki opsiyonu da bulunuyor tabi ki.

İkinci olarak Çin Japon mutfağı olarak El Cezayir otelinin restoranını sayabilirim sanırım. Ayrıca yazları Sheraton'ın deniz kıyısındaki restoranı ve kışın ise iç taraftaki açık büfe restoranı da gidilebilecek yerler arasında. Shereton'a sadece bişeyler içmek için veya kahve, tatlı içinde gidebilirsiniz. Biz gündüz oturmasına ara sıra gidiyorduk.

El Auraissi'nin teras manzarası
Ve otel El Auraissi'nin teras manzarası da bir şeyler içmek için gayet güzel. Orada yemek yok ama manzaraya karşı içkinizi yudumlayabilirsiniz.  İç taraftaki İtalyan restoranları da gidilesi.

Genel olarak otellerde takılmaya lobilerine ve restoranlarına alışın derim. Vakit geçirmek için daha iyi tercihiniz olmadığı için iyi birer seçenek oluyor.

Bunların dışında California Cafe var. Hydra da. Starbucks çakması kahveleri ve Cezayir'e göre nispeten lezzetli hamburgerleriyle büyük bahçesinde sadece Expatların değil, Cezayir gençlerinin de gözdesi.

PİZZA PİNO'DAN görünüş
Denize sıfır bir şeyler yiyelim ama yemekler orta karar olsa da olur derseniz, Pizza Pino var. Sidi Fredj'de. yerini bulmanız zor olacaktır ara sokaklardan birinde olduğu için. Ama hava güzelse Cezayir'de denize sıfır az yer var oturacak gidin deneyin derim.


El Cezayir otelinin botanik bahçesi



Bunların dışında, çocukluysanız açık havada ağaçların arasında vakit geçirebileceğiniz EL Cezayir otelinin bahçesini tavsiye ederim. Ayrıca uygun fiyatlı içki menüsüyle ve zeytin ikramıyla da mest etmekte.


El Cezayir otelinin bahçesi

































Vee gelelim en sevdiğim mekana tabi ki Cezayir dedin mi tatlı ve dondurmalardan bahsetmeden geçemeyiz. En güzel tatlıyı ve en şahane dondurmayı nerede yeriz dersiniz? Noor El Hani pastanesi derim tabi ki. Burası Cezayir'in en eski pastanelerinden ve de bir kaç yerde şubesi bulunuyor. Bize en yakın şubesi Cheraga'daydı ve aynı zamanda alt katı da restoran olarak hizmet veriyordu. Biz restorananına da bir iki kez gitmiş ve yemeklerini çok beğenmiştik. Hele ki yemek üstü harika tatlılardan da yeme şansınızın olması şahane oluyor gerçekten. Aynı zamanda ekmekleri, crossant'ları da muhteşemdir aklınızda bulunsun. Val hydra da da büyük bir şubesi var.
nour el hani cheraga ile ilgili görsel sonucu
Noor El Hani pastanesi
nour el hani cheraga ile ilgili görsel sonucu
nour el hani cheraga ile ilgili görsel sonucu

Aslında Alger'de çoğunlukla çok lezzetli dondurma bulmak ve yemek mümkün. Dely İbrahim de Kokkinos Gelato, Sidi Yahya da ve Cheraga da Bueno Gelato ve daha adını unuttuğum bir sürü dondurmacı hepsi Türkiye'de yiyebileceğiniz en iyi dondurmadan daha güzeldir. Hatta oradaki dondurmalara alışıp, Türkiye de dondurma yiyemez hale de gelebilirsiniz benden söylemesi.

Alışveriş diyince Carrefour ve içindeki mağazalar, Bab Ezzuar ve içindeki mağazalar dışında çok bilgim yok açıkcası. biz cezayirde fazla alışveriş yapmadık, gerekte olmadı zaten. Cezayir'de kaldığımız süre boyunca giyim alışverişini Zaradan yaptık o da çok gerek duyarsak. Zaranın fiyatlarının %30 daha ucuz olduğunu da belirtmeden geçemicem ;)

Benim aklıma gelenler bunlardı. Umarım birilerine faydası dokunur. Biz ayrıldıktan sonra yeni yerler açılmıştır umarım ve yine söylemeliyim ki daha önce de belirttiğim gibi bunlar benim bildiğim ve bizzat gittiğim yerlerdi. Gitmediğim yerlerle ilgili bir şey yazmak istemedim.

Cezayir'e yerleşecek arkadaşlara bol şans ve mutluluk
Cezayir'de yaşayan arkadaşlarıma ise selam olsun..

28 Nisan 2016 Perşembe

Mico’s in Barcelona


Üstünden neredeyse 1 sene geçmiş olsa da sonunda yazıyorum işte.... 

Vicky Christina Barcelona filmini hepiniz bilirsiniz. Woddy Allen’in filmleri içinde en sevdiğim olmasa da Barcelona da geçiyor olması bile yeterlidir o filmi sevmeye. Uzun süredir Avrupa şehirleri için çok heyecan duymuyor ve tatil için hep farklı rotalar denemek istiyorduk. Ancak benim hamileliğim ve  Lina’nın doğumunun ardından Lina, ufakken gitmeye cesaret edemediğimiz yerler olduğu için Avrupa da en keyif alacağımız şehirlere seyahat edelim diyerekten Daha önceki postumda anlattığım gibi Kanarya adalarına gitmiştik. Çocukla gidilebilecek harika bir destinasyon olmasının yanında tatilimiz çok güzel geçmişti. Hazır Kanarya adalarına aktarmasız gidemiyoruz madem Barcelona da da birkaç gün kalalım diyerek 4 günlüğüne Barcelona’ya gittik. Ekim ayı olduğu için hava biraz serindi. Bir gün yağmura denk geldik ama gezmemize engel olmadı hatta romantik bile oldu diyebilirim. Bence yapış yapış temmuz sıcağında gitmek yerine Nisan, Mayıs-Eylül, Ekim ayları tercih edilmeli. Ayrıca otel fiyatları da nispeten daha uygun oluyor.
Bizim en büyük pişmanlığımız air bnb den vazgeçip, ev kiralamak yerine, otelde kalmak oldu. Hele ki çocukluysanız inanın otellerin rahatlığına konforuna kanıpta zaten 3,4 gün ne uğraşıcaz evle, kalalım otelde demeyin. Ben şahsen severim otelleri. Hatta en büyük keyfimdir bookingte otel seçmek. Seyahatin kendisi kadar planlama kısmı benim için büyük mutluluktur çünkü. Her neyse seçtiğimiz otel lokasyon olarak şahaneydi ama odanın küçüklüğü ve Barcelona’nın klasik dar sokaklarından birine bakıyor olması dolayısıyla karanlık, basık bir odaydı. Üstelik o ödediğimiz paraya 2 odalı balkonlu bir evde rahat rahat kalabilirdik.

Neyse zaten odada çok vakit geçirmeyeceğiz diyerek kendimizi motive ettik etmesine ama çocukluysanız ve çocuğunuzun bir uyku düzeni varsa oda da fazla vakit geçirmeme diye bir durum olmuyor ne yazık ki J Biz genellikle sabah kahvaltımızı edip, (Barcelona’daki otellerin çoğunda kahvaltı fiyata dahil değil, çocukluysanız, tavsiyem kahvaltı dahil bir otel bulmanızdır. Çocuk sabah açken hazırlanıp dışarı çıkıp kahvaltı edecek yer aramak hiç hoş olmuyor. Ve genellikle bulduğunuz yerde de çocuğun alışık olmadığı tarzda hamur işi gibi yiyeceklerle geçiştirmek zorunda kalabiliyorsunuz. Yumurta, peynir, meyve suyu, zeytin vs. gibi yiyecekleri Avrupa da kahvaltı yapabileceğiniz mekânlarda her zaman bulamayabilirsiniz.) dışarı çıkıp otelden çok uzaklaşmadan çevrede takılıp Lina’nın uyku saatinde otele geri dönüp onu yatırıp bizde biraz dinleniyor o uyanınca geri çıkıyorduk. Böylece öğlen iyi uyuduğu için akşam normalde 7 buçuk, 8 gibi uyumasına rağmen, 9’a kadar dayanabiliyordu.


EL Born sokaklarından görüntüler

 

Barcelonata bölgesi 

Lina pusetinde, durmadığımız sürekli yürüdüğümüz müddetçe sıkıntı çıkarmadan oturan bir çocuk. O yüzden çok sorun yaşamadık. 1, 1 buçuk saat aralıksız yürüdüğümüzde ufak duraksamalar haricinde sesi pek çıkmadı. Ama ne zaman ki durduk bir şeyler bakalım dedik, o zaman, o da inmek ve yürümek istedi. Öyle zamanlarda babalara büyük iş düşüyor. Peşinden koşmak, gerektiğinde kucakta taşımak onların görevi ;) biz de Lina yı çok zorlamadık. Trafiğe kapalı yol, cadde, park gördük mü hemen indirdik pusetinden. Yürüttük, koşmasına etrafı gezmesine izin verdik.







PORT VELL ve Lina






Yemek konusuna gelecek olursam, bence Avrupa’da çocukla yemek sıkıntısı çekmeyeceğiniz yegane şehir Barcelona olabilir. Yada ülke olarak İspanya diyebilirim. Biz büyükler bile kuzey ve orta Avrupa’da kahvaltı olsun yemekler olsun hep birkaç günden sonra şikayet ederiz. Et, patates, sosis  dışında yiyecek bir şey bulamadığımızdan yakınırız.

Kahvaltı desen, zincir otellerde kalmıyorsan, kurvasan, çörek, reçel, cereal, kahve dışında bir şey bulamazsınız. İspanya öyle değil arkadaşlar…
Yemek yemek bir mutluluk, bir amaç, bir haz kaynağı orada. Kaldığımız süre boyunca ne şaraplarına doyduk, ne deniz ürünlerine, ne tapaslarına…
Öğlen yemeği olayı Barcelona da alıştığımız saatlerin biraz dışında. Saat 12 ile 4 arasında bütün restoranlar öğle yemeği menüsü veriyor. Bu menü genellikle restoranın kalitesine ve yerine göre 8 ila 15 euro arasında değişiyor. Çok turistik ve lüks bir restorandaysanız, biraz daha fazla ödemeyi göze alıyorsunuz. Ancak bu ücret karşılığında bir aperatif, bir ana yemek ve bir tatlı yemiş oluyorsunuz. Yanında bir şişe şarap veya bir sürahi sangria (tabiki sangria içmeden dönülmez yani) içerseniz ortalama 10-15 euro daha fiyata ekleme yapmanız gerekiyor. Ancak inanın yediklerinizden oldukça memnun kalacağınızı söyleyebilirim. İspanyada deniz ürünleri çok güzel ve ucuz. Karides günlük yemeklerin bir parçası örneğin.
La Buqeria 
Tapaslara gelecek olursak evet lezzetliler ama kendinizi sadece tapaslarla sınırlamayın derim. Bizim gibi midesinden önce gözünün doyması gereken milletler için pek uygun bir seçenek değil çünkü. Size tavsiyem öğlen bu menülerle mükellef bir yemek yiyip akşam 8’dan sonra ancak açılan ve 9’dan önce kalabalıklaşmayan güzel, sevimli bir restoran seçip sangria veya şarabınızın yanında Tapasla atıştırma şeklinde günü noktalamanız. Eğer aç karnına tapas yemeye giderseniz tanesi 3-7 euro arasında değişen tapaslardan 15 tane yemeden masadan kalkamazsınız J bu fiyata içki ilave edince ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım. Bir diğer seçenekte Paella. Deniz ürünlerinden oluşan pilav yani…
La Buqeria
 
Bu da akşam yemeğini geçiştiremem diyenler için güzel bir seçenek. Yalnız dikkat edin çok yağlı yapan yerler var. Paella için benim tavsiyem eğer ki yer bulabilirseniz 7 Portes.

Bunların yanında churrios diye bir tatlıları var ki İspanyolların her gün yemeden dönmeyin sakın. Şahsen biz öyle yaptık. Gezerken acıkmayı bile beklemeden köşe başında karşımıza çıkıveren minik pastanelerden alıverdik. Yürürken afiyetle yedik. Churiios kızartılmış hamur tatlısı aslında. Oldukça kalorili ve zararlı evet ama üstüne döktükleri çikolata sosu veya nutellayla inanılmaz bir lezzet patlamasına dönüşüyor. Nasılsa tatilde yediklerimiz sayılmaz öyle değil miJ hem en az 15 bin adım atıyoruz her gün o kadar olsun J 


Yemek kısmını geçiyorum ve gezilecek yerler kısmına geliyorum. Bu bölümü internette çok ayrıntılı bir çok blogta, sitede bulabilirsiniz. O nedenle ben nereye gidilirden ziyade, biz nereleri daha çok sevdik onu paylaşmak istiyorum.

Bizim otelimiz Gotik Quarterdaydı o yüzden çoğu yere yürüyerek gittik. Havaalanından otele de trenle 2 aktarma yaparak kolayca geldik. Meşhur La Rambla caddesine 15 dakikalık yürüme mesafesindeydik. O cadde üstündeki oteller yerine arka sokaklarında veya bizim gibi hemen bitişiğindeki gotik quarterda kalabilirsiniz. Eğer yazın gidiyorsanız Barceloneta bölgesinde kalmayı da tercih edebilirisniz. Burası deniz kenarı plajın ve kafelerin bulunduğu yazın özellikle çok canlı olan bir bölge.
Benim Barcelona diyince içimi mutlulukla dolduran, en çok sevdiğim, her gidişimde mutlaka giderim dediğim 2 yer var. Biri La Boqueria diğeri Barceloneta. La Boqueria, basit tabirle bir Pazar yeri. Ama deniz ürünlerinin en lezzetlisii ,en tazesini, en güzelini burada yiyebilirisiniz. İster elinize alıp dolaşırken yiyin ister bistrolardan birine oturup birer bira söyleyip anın, kalabalığı tadını çıkartın.  Sonra üzerine tatlı niyetine taptaze bir coconut suyu veya passion fruit, mango karışımından içebilirsiniz. Meyve suyu içmem diyorsanız minik kaselerde tropik bir sürü farklı çeşit meyvelerin bulunduğu bir meyve salatası alabilirsiniz. 
La Buqeriada dolaşırken alıp yediğimiz ahtapotlar 
her çeişt leziz meyveler ve meye suları 

Biz kaldığımız 4 gün boyunca her gün ara öğünümüzü yapmak ve Lina’ya meyve yedirmek için buraya uğradık. Bazı günler sadece meyve yedik bazı günler deniz ürünlerine yumulduk. Lina’ya da bol bol vitamin oldu. Tatilde özellikle çocukların sebze meyve yiyemediği düşünülürse Barcelona her açıdan çocuklu tatil için çok güzel bir alternatif.
              
Barcelonata bölgesi ise demin bahsettiğim gibi yazın ve bahar aylarında çok güzel bir bölge. Ben daha çok turist gibi haldır haldır gezmekten ziyade Barcelona da nerede keyifli vakit geçirdiğimizden bahsetmek istediğim için bu iki bölgeyi anlatmak istedim. Plajda kumlara yayılmak veya port Vell’de yerel halkın içine karışıp çimlere uzanmak… sahil boyunca yürüyüş yapmak.. hepsinde de Barcelona’yı yaşarsınız…
Bunun dışında bunun Picasso müzesi var, Gaudi’nin bitmek bilmeyen bir sürü eseri var ki hepsi görülmeye değer. Park Güel, Casa Mila, Casa Battlo var. Sonra başlı başına La Sagrada Familia var ki hala tamamlanmamışta olsa görülmeye değer.
Ve son olarak bizim otelin bulunduğu bölge ki Barcelona da yaşasam orda yaşamak isterdim kesinlikle bir gün yemeğinizi bu bölgede yemelisiniz. El Born diye de geçen bu bölge sokak sanatından tutunda, orta çağdan kalma daracık sokakları, minik, güzel cafe ve pubları arasında kendinizden geçeceğiniz harika bir bölge. Biz Linayla kumsal deniz kenarı park dışında en çok buralarda takıldık. Bol bol yürüdük beğendiğimiz restoranlarda, cafelerde durup yemek yedik.
Bazen düşünüyorum da çocuklu tatilin en güzel yanı bu bence. Koşturmamak. Çocuklar koştur koştur aralıksız gezmeye izin vermiyorlar çünkü. Onların ritminde yavaş, yavaş, molalar vererek gezmenize neden oluyorlar. Bu sayede aslında fark etmeden, şehri yaşamaya, solumaya fırsatınız oluyor. Anı yaşamak güneşli güzel bir günde şirin bir cafede tarihi koklayarak, saatine bakmadan, etrafı seyrederek kahveni yudumlamak, yada bir parkta çimlere yayılıp çocuğunuzla keyif yapmak… hepsi bir gezgini bir turistten ayıran şeyler aslında. Ve ben ilk kez gittiğim şehirlerde bile bunu yapmayı seviyorum.

Bütün bunların üstüne şunu söylemeden geçemeyeceğim, Barcelona en sevdiğim Avrupa şehirleri listesinde bir numara. Sırayı kaptıracak gibi de durmuyor. Son olarak çocuklu gezginler için şunu hatırlatmak isterim, Barcelona,  Amerika ve Avrupa da yapılan bir araştırmada, çocukla tatil için en çok tercih edilen yerler araştırmasında birinci olmuş. Yani çocukla tatile gidilebilecek en iyi şehir seçilmiş hem de anneler tarafından ;) bilginize…













10 Aralık 2015 Perşembe

Kanarya Adalarında...

Uzun zamandır yazmak istiyordum. Son tatilimizi.
Şaka maka üstünden 2 ay geçti ne yazmak geldi içimden ne de vakit oldu aslında
Bloğumu çok boşladım son zamanlarda biliyorum.
Ama işte geri döndümJ

Öncelikle Eylül sonu Ekim başı gibi yazın bir türlü işlerden güçlerden fırsat bulup yapamadığımız (yazar burada eşinin işine gönderme yapıyor) planlayıp da son dakikada iptal ettiğimiz ve benim çokça içimde patlayan tatilimizi yapmaya fırsatımız oldu.

Öncelikle Ağustos sonu Alger’e dönmüştük ve buradan bir yerlere uçmamız gerekiyordu. Ve aklımızda olan deniz tatili yapmaktı.

Eylül sonundaki Kurban bayramı tatiline Oben’in bir haftalık iznini de eklediğimizde şahane bir 10 günümüz oluverdi. Tek sıkıntımız ise buradan Shengene başvurmanın adeta Avrupa’ya mülteci başvurusu yapıyormuş muamelesi görmeyle eş anlamlı olmasıydı. Ama şansımızı denemeye karar verdik. İyi ki de öyle yapmışız. 3 saatlik başvuru çilesi sonucunda Ufak bir yardımla da olsa 5 gün içinde 6 aylık vizemiz bayramdan 1 gün önce son dakikada hazırdı. (bknz: 2 son dakika insanı evlenirse)

10 günümüz ve Shengenimiz vardı ama havalar çok kötü gidiyordu.

Hatta hatırlarsınız kurbanda bodrumu sel bastı. Tüm tatilciler kötü havalardan nasibini almıştı.

Biz kurban bayramının son günü yola çıkacaktık. Bayramın 2 gününü bir anda Ghost town haline gelmiş olan Alger’de geçirdik. Bir de belirtmem lazım bizim burada tatil günleri farklı olduğu için bayram tatilleri de aynı uzunlukta olmayabiliyor.

Barcelona konusunda Oben’le hemfikir olarak uçak ve otel rezervasyonlarını yaptık. Tatilin 2. Aşaması olan deniz tatili kısmına gelince Majorca’nın denizi ve Barcelona’ya yakınlığı dolayısıyla orayı düşünüyorduk. Tam uçak biletlerini alalım derken Oben durdu ve hava durumuna baksana bi ne olur ne olmaz dedi J

Ve işte tüm yolculuğu değiştiren cümle

Tüm hafta 20-22 derece yağmurlu bir Majorca…
Sonrasında kafa patlatmaca ..

Linayla uzun uçak yolculuğunu göze alamıyorduk. Yakınlarda ise gidebileceğimiz havanın sıcak olduğu çok fazla seçenek kalmıyordu.

Sonra aklımıza Kanarya adaları geldi. Fas’ın  güney batısında Atlantik’teki Afrika asıllı İspanyol adalar topluluğu…

Barcelona’dan sadece 3 buçuk saat uçuş mesafesindeydi. Çok sık uçuş vardı ve hatta fiyatlarda gayet uygundu. Hava durumuna baktık hemen. Daha iyi olamazdı. 32-35 derece arasında full güneşli.

Şahane..

Zaten hep görmek isterdim…

Ve işte bir gezinin planlama kısmı en az gezinin kendisi kadar heyecan verir ya işte öyle heyecanla, kafa patlatarak, orası mı burası mı diye düşüne düşüne karar verip bir anda aldığımız biletlerimizle başladı yolculuğumuz tam 1 hafta sonra…
Barcelona kısmını ayrı bir postta yazacağım. Düşündüm de Barcelona ile ilgili dünya kadar blog ve kaynak var internette.

Kanarya adaları ise Türklere çok yabancı bir yer. Bize çok uzak kalıyor belki de yakınlarda daha kolay gidilebilecek bir sürü yer varken taa Kanarya adalarına gitmiyoruz.
İşte bu nedenle bize çok çekici geldi sanırım. Bambaşka bir dünya, Türklerin izine dahi rastlamadığımız dünyada gördüğüm ilk yer.

Yolculuğumuz boyunca hep bir yerden Türkçe duyucaz, veya bir yerde şaşırıp bir Türk’le karşılaşacağız diye diye geçti ama 6 gün boyunca bir tane bile Türk görmeden, Türk restoranına rastlamadan döndük.

Barcelonadan Las palmas’a uçtuk. Biz uygun fiyatlarından dolayı Vueling airlines ve Iberia havayollarını tercih ettik. Ama Ryan air gibi ucuz charter havayollarının yanısıra bir çok Avrupa havayolu da uçuyor. 

Adaya varır varmaz tatil ve rahatlık sizi karşılıyor. O enerjiyi hissediyorsunuz. Otobüslerle tüm adayı dolaşabilirsiniz. Her yere 10- 15 dk da bir otobüs var. Ada çok büyük değil 3 saatte etrafını dolaşmak mümkün. Adaya iner inmez inanılmaz bir Alman ve İngiliz turist popülasyonu göze çarpıyor. Hala EU sınırları içinde olsakta coğrafi açıdan AFRİKA topraklarındayız. İspanyolca konuşuluyor ama İngilizce ve Almanca da çokça duyuluyor.


Ve işte ilk dikkatimi çeken sanki Güney Amerika’ya sadece coğrafi olarak yaklaşmamışız aynı zamanda mimari, yaşam tarzı ve görünüş olarak da yaklaşmışız gibi..
Güney Amerika’ya göz kırparken EU disiplinini Afrika topraklarında oluşturmuşlar sanki..


7 Adanın hepsi volkanik. Las palmas oldukça dağlık ve bir kısmı çölden oluşuyor. Okyanus ikliminde olması nedeniyle sıcaklık yıl boyu turizme elverişli. Ama asıl yüksek sezonu Ekimden sonra Kasım, Aralık gibi başlıyor. Avrupa’nın hiçbir yerinde denize girilemeyecek dönemde Kasım ve Aralıkta Christmasta sıcak kaçış noktası.

 2 populer destinasyonu var. Biri bizim de tercih ettiğimiz başkent Las Palmas diğeri ise Tenerife.



Biz Adanın güney batısında Puerto de Mogan da kaldık. Zaten genellikle Güneydeki oteller sıcaklık dolayısıyla daha çok tercih ediliyormuş.



İnternette otel ararken özellikle çocukla rahat edebileceğimiz tarzda otellere baktık. Aldığı olumlu yorumlar ve özellikle çocuk dostu uygulamalarıyla karar verdiğimiz otelimizden o kadar memnun kaldık o kadar hoşumuza gitti ki dönüşte şahane bir feedback yazdık ve aramızda hala tekrar mı gitsek acaba diye konuşuyoruz.

Öncelikle söylemem lazım ki Kanarya adalarının coğrafi açıdan inanılmaz denecek ve anlatılacak kadar bir esprisi yok. Buranın tüm olayı otellerin, servis kalitesinin mükemmelliği ve turizmde gelmiş oldukları nokta bence. Gay otellerinden, adult only konsept otellere, golf resortlardan, çıplaklar kampına, yaşlılara özel otellerden, aile ve çocuk dostu otellere kadar, ne ararsanız çok kaliteli, ve lüks içinde bulabilir ve muhteşem bir tatil geçirebilirsiniz. Üstelik  Antalya’da o kalite de ödeyeceğiniz fiyatın yarısına. Şimdi düşüyorum da çok uygun fiyatlara gelip tatil yapıyorlar diye söylendiğimiz İngilizler, Almanlar emin olun o uygun fiyatlara geliyorlar.


Bu tatile çocuksuz bir çift olarak gitseydik veya 10 gün kalsaydık otelden çıkıp Tenerife’yi de görmeye gidebilirdik belki. Ama şu kadarını söyleyeyim keyfimiz otelde o kadar yerindeydi ki çocukla o sıcakta dışarı çıkıp gezmeye çok açık söyleyeyim üşendik.


Las palmas merkez ve kaldığımız bölge olan Puerto Mogan dışında bir yeri görmedik evet.
Pişman mıyız:  Hayır!!


Ama siz giderseniz Mas Palomas’a gidin örneğin. Çölün denizle buluştuğu yerde bir denize girin derim.


Ayrıca Kristof Colomb’un Amerikayı keşfetmeden önce bu adalarda dinlendiği ve konakladığı evde görülebilir. Bir doğal park ve balinalarla yüzmek isterseniz bir akvaryum da gezi listenizde olabilir. Bunların dışında İspanyol etkisine sahip sokaklarda güzel vakit geçirebilirsiniz.


Çocuklu tatil kısmına gelince Lina inanılmaz mutluydu. Barcelona da mutluluktan delirdi. Babasıyla 7/24 birlikte olduğu için sanırım. Sonra nezle oldu. Tam da deniz tatili başlayacakken hem de. Gider gitmez bir ilaç aldık ve daha kötüye gitmemesi için dua ettik. Ve gerçekte de hava çok güzel olduğu ve su sıcaklığı da tam ayarında olduğu için sanırım 2 güne düzeldi sonra aslında diş çıkarmakta olduğunu fark ettik ve Lina açlık grevine başladı J










O muhteşem açık büfeden mütevellit biz 2’şer kilo alıp geri döndük ama canım kızım formunu korumayı başardı. Azı dişleri de tatilin son günü patladı. Ama asıl ilginç olan Lina’nın iştahsızlığı dışında tatil boyunca başka hiçbir olumsuz belirti göstermemiş olmasıydı. Uykuları gün içinde çok yorulduğu için sanırım çok iyiydi. Huysuzluk dahi yapmadı diyebilirim.


Ve bizim için büyük insanlık için ufak bir keşif…
Bir application keşfettik.
Daha doğrusu Orada tanıştığımız İngiliz bir çiftten öğrendik.
2 farklı telefona yüklüyorsun ve bir çocuk monitörün oluveriyor. Ve normal monitörlerden farkı internetle çalışıyor. Yani ne kadar uzağa gidersen git. İnternetin çektiği yere kadar uzaklaşabiliyorsun. Lina gibi gece yatınca uzun süre uyanmayan çocuklarda çok işe yarayabilir.
Kaldığımız Otel Ormanın içinde çok geniş bir alanı kapsıyordu.  Lina uyuduktan sonra odamızın bahçesinde takılıyorduk önceleri. Bu uygulamayı keşfedince 2 gece de olsa dışarı çıktık. Otel içinde wifi olduğu için yürüyüş yaptık, otelin barında takıldık. Lina da zaten hiç uyanmadı. Sıkıntı olmadı. Ama bu özgürlüğün hele ki tatilde, bizim için ne ifade ettiğini anlamışsınızdır.

Otelde çok fazla yaşlı ve bizim gibi okul öncesi yaşlarda çocuğu olan aile vardı. Okulların açıldığı dönem olması nedeniyle yaşlıların daha fazla tercih ettikleri bir sezona denk geldik. Önce huzurevi esprileri döndü aramızda ama sonra iyi ki buraya geldik dedik birkaç kez.


Birkaç farklı çiftle tanıştık. Lina’nın yaşıtı çok fazla çocuk vardı. Yemekte, havuzda, denizde bu hep avantaj oldu. 2. Günden sonra bizde anne ve babalar sohbeti ilerlettik. 

Oteldeki yaşlı nufusa gelince bakıp bakıp dua ettik. Niye biliyor musunuz? yaşlanınca bizde böyle olalım diye. 80 yaşında olup hala inanılmaz bakımlı şık, sağlıklı görünen o insanların akşam olduğunda şıkır şıkır giyinip karı koca restoranda şaraplarını yudumlayarak karşılıklı sohbet ederek yemek yemelerini gıpta ederek izledik. Yemek yeme olayı, bizim Türkiye'de çokça görmeye alışık olduğumuz açık büfeden tabağı doldurup yarım saat içinde yiyip masanın içine ederek kalkıp gitmek şeklinde gerçekleşen bir eylemden çok yukarıda anlattığım gibi zerafet ve keyif içinde cereyan ediyordu. Lina sayesinde bir kaç tane amca ve teyzeyle de sohbetimiz oldu :)

Anlatmadan geçemeyeceğim bir şey daha var. Bizim tatillerimiz hep Lina’nın babasıyla normalde çok vakit geçirememesi nedeniyle babasına yapışık geçiyor. Ben tahmin edersiniz bu durumdan hiç rahatsız değilim J 
Sevgilimde sağolsun hiç şikayet etmiyor veya kaytarayım biraz da ben tembellik edeyim demiyor. Bu tatili en çok sevgilim hak etmişti. Biz Lina'yla Türkiye de 2 ay tatil yaparken o tüm yaz çalıştı. Ama Lina bu tatilde işin suyunu çıkararak Oben’e hiç nefes aldırmadı J


Sonra dikkatimizi çekti. Tüm çocuklarla babalar ilgileniyordu. Bu durum bize özgü değildi yani.
Sonra çocuk havuzunda annelerin şezlongda kitap okuyup arada sırada foto çektiği, babaların çocuklarla havuzda olduğu bir manzaranın içinde bulduk kendimizi. Ben kendi alemimde keyifle güneşlenirken birde ne göreyim. Sevgilim ve Lina çoktan kendilerine arkadaş bulmuşlar. Babalar muhabbetin derinliklerindeyken Lina’da yeni arkadaşıyla havuz oyuncaklarını paylaşıyordu J









Yemeklerden bahsedeyim son olarak. Zaten İspanya da yemek konusu ayrı bir post açtıracak kadar başarılı. Kanarya adalarının geri kalanı nasıldı bilmiyorum ama otelde yemek yemek başlı başına bir keyifti bizim için. Çok fazla çeşit olması her zaman lezzetli yemekler yiyebileceğiniz anlamına gelmiyor çoğu zaman Türkiye de bile. Bende o yüzden beklentilerimi gayet düşük tutmuştum ama bir nevi gurme tatili yaptık desem yalan olmaz sanırım.







Bundan sonrasını bence fotoğraflar anlatsın ben susayım J

Son söz: Bence en güzel tatil sevdiklerin yanındayken mütamadiyen ne yesem diye düşündüğün, kafanın hep iyi olduğu, saçlarında ve teninde deniz kokusuyla dolaştığın, umarsızca öğlen uykularına yattığın, yine çok yedik ve yine çok yattık yea şeklinde geçen cümlelerden ibaret olan ve hatırladıkça yüzünde aptal gülümsemelere yol açan tatildir. HERKESE BÖYLE TATİLLER DİLERİM EFENDİM…