Translate

28 Şubat 2013 Perşembe

Ve Dammam'dan ilk izlenimler...

Şu anda Dammamdayız. Dün akşam geldik. Sevgilimin burada halletmesi gereken bir işi vardı. Bizde bu fırsatı değerlendirdik ve dün 3 buçuk gibi yola çıktık.
Dammam'a girmemizle sanki başka bir ülkeye gelmişiz gibi hissettim. Burası riyad'dan oldukça farklı. Denizin bir şehri ve insanları değiştirdiğinin ve güzelleştirdiğinin bir başka kanıtı daha... Burası bizim Antalyamız, İzmirimiz gibi geldi bana. Çok lüks oteller olması bakımından Antalyaya çok benzettim özellikle. Riyad'da en çok sıkıntısını çektiğimiz dışarıda yürüyerek gezicek bir yerin olmayışıydı. Oysa burada geniş kaldırımlarda yürürken baka baka gezebileceğiniz mağaza ve rastoranlar var. Tabiki yine oldukça lüks ve şık.
Trafikte bir anda biraz daha normale dönerek türkiyede alıştığımız standartlara geldi. Hatta bilmesem Türkiyedeyiz sanabilirim...
Şu an kaldığımız otelin fitness merkezi, spa ve yüzme havuzu var. Saat sabah 10.30 ile akşam 17.30 arası kadınlar kullanabiliyor. 17.30 dan 24.00 e kadar ve sabah 06.30 ile 10.30 arası ise erkekler için ayrılmış. E modernlikte bir yere kadar tabi, Arabistan'da olduğumuzu unutmayalım :)
Burada bir başka dikkatimi çeken şeyde yabancı kadınların fazlalığı... Sokakta başı açık yürüyen bir sürü kadın görmek beni çok mutlu etti ve Dammam'ı şimdiden sevmeme neden oldu diyebilirim.  
Riyad 'da arabada sürekli cd çalmak zorunda kalıyoruz çünkü radyoda dinleyebiliceğimiz bir şey duymak neredeyse imkansız. Oysa Dammam il sınırına girmemizle radyoda amerikalı djler ve yabancı şarkılar çalmaya başladı ki bu bile bizi gülümsetmeye yetti :)
Bakalım bu günün sonunda bu ilk izlenimlerim değişecek mi? Bekleyip göreceğiz :)

25 Şubat 2013 Pazartesi

The Kingdom


“Modern kölelik bu” dedi sevgilim bir gün markette alışveriş torbalarımızı hızla dolduran Filipinli, zavallı görünüşlü adama bakıp. Adam kısa boylu, üstü başı perişan, kafasını kaldırıp göz göze gelmeye bile cesareti yokmuşçasına sadece ve sadece oyalanmadan işini yapıyordu. Kim bilir nereden gelmişti buralara. Bu markette poşet doldurmaya… Kendi ülkesini, ailesini, belki sevdiği kadını ve çocuklarını bırakmıştı. Burada Arapların yapmaya çekindikleri, belki iğrendikleri, işleri yapmaya gönüllü olmuştu. Aslında sadece, Araplar demek doğru olmaz. Bizim gibi, Expatların, bu işleri yapmak için çok daha fazla para alan herkesin, ayak işini…
Burada Nepalliler, Filipinliler, Pakistanlılar, 3. 4.  Sınıf insan muamelesi görüyorlar. Diğer milletlerin yapmayı istemeyeceği tüm kötü işleri onlar yapıyorlar. Şoförler, bakıcılar, temizlikçiler, çöpçüler, markette poşet dolduranlar, garsonlar ve aklıma gelmeyen daha bir çok işte onlar varlar. Arapların hiçbirini bir yerde garson, bir mağazada çalışan, markette kasiyer olarak göremiyorsunuz. Buraya geldiğimden beri Arapları yolda lüks arabalarında, alışveriş merkezlerinde gördüm sadece.
Aslında denklem çok basit: Arabistan petrol zengini bir ülke. Para problem değil. O yüzden de devlet, kendi vatandaşını çalıştırmak istemiyor. Diyor ki: bu işleri benim vatandaşım yapacağına, diğer ülkelerden gelen ve bu paraya çalışmaya razı insanlar yapsın. Bu insanların aldıkları paralar o kadar az ki, bizim ülkemizde bu ücretler ancak belki haftalık olabilir ama bu parayı kendi ülkelerinin parasına çevirdiklerinde, bu eziyeti çekmeye değecek hale geliyor.
Araplar var, çok fazla taşın altına elini sokmayan, genelde müdür pozisyonunda. Onların altında Amerikalı, İngiliz CEO’lar var asıl işi yürüten. Türk mühendisler var iyi pozisyonlarda çalışan, Türkler var esnaflık yapan, lokanta işleten, berberlik yapan… Lübnanlılar var, Arapça bildiklerinden avantajlı, muhasebe işlerinin çoğunu yürüten. İşte genelde bu sıralamanın dışında kalan Hintli, Pakistanlı, Nepalli, Bangladeşliler ve Filipinliler en alt sırada sayılabilir.


Ailesiyle beraber yaşayan Amerikalı ve İngiliz Expat çok fazla burada. Genellikle çok yüksek maaşlarla, çok iyi koşullarda çalışıyorlar. O yüzden daha önceden de belirtmiştim burası altın bir kafes gibi diye. Onlar da ne kadar iyi koşullarda yaşasalar da,  burada bir Amerikalının veya İngiliz’in kendi ülkesini özlememesi imkansız. Bilirsiniz batılılar “outdoor” hayatı sürerler. Parklarda, cafelerde, restoranlarda… şehirler adeta “yaşar”. İnsanlar evde fazla vakit geçirmezler.


İşte o yüzden burada ufak vahalar yapmışlar yabancılar için. İçeri girdiğinde kendini, herhangi batılı gelişmiş bir ülkede hissedebileceğin. Expatların hepsi bu compound adı verilen yerlerde yaşıyorlar. Compoundlara Arapların girmesi yasak. Sadece yabancılar için. Kapıda yoğun güvenlik önlemleri var. Silahlı askerler ve uzun yüksek duvarlar… Buralar batılılar için bir nevi nefes alma imkânı yaratıyor. Çünkü içeride her şey serbest. Yüzme havuzu, spor salonları, jogging yapmaya elverişli ağaçlarla çevrili sokakları, hatta çocuklar için kreş, kadınlar için kuaför bile mevcut. İçeride alkol üretimine bile izin veriliyor. Ev yapımı şarap ve rakı bulmak mümkün.

Sevgilimin çalıştığı yer bu compoundlara 1 saat uzaklıkta, trafik sorunları ve uzaklık nedeniyle ve burada kısa kalacağım için biz compound’ta kalmayı bu sefer tercih etmedik. Ancak, sevgilimin çalıştığı yerde, eşleriyle beraber burada yaşayanlar, compoundlarda kalıyorlar. Compoundlarda yaşam dışarıdan tamamen bağımsız. Tamamen kendi ülkelerinde alışık oldukları yaşam tarzını buraya monte etmiş insanlar görebilirsiniz. Gündüz genelde erkekler işte olduğu için kadınlar ve çocuklar var. Genellikle, aileler, veya kısa süreli buraya gelmiş yalnız erkekleri de görebiliyorsunuz. Kadınlar arasında sosyal açıdan müthiş bir iletişim var. Azınlık olmanın sonucu her tür yardımlaşma mevcut. Aynı zaman da kadınlar ve çocuklar için alışveriş merkezlerine güvenli ulaşım imkanları da mevcut. Eşiniz işteyken dışarı çıkıp alışveriş yapmak istediniz veya bir arkadaşınıza gideceksiniz, compoundun güvenli taksisini veya servisini kullanabilirsiniz. Aynı zamanda %90 Amerikalıların, veya İngilizlerin yaşadığı compoundlar da var. Buralarda Amerikan İngiliz okulları da mevcut. Yani çocuğunuz dışarı bile çıkmadan buradaki okula gidebiliyor. Ortalama 400-500 villa, rekreasyon alanları, tenis kortları, yüzme havuzu, restoran, spor salonu bazılarında golf sahası, bovling gibi eğlence alanlarının da olduğu, oldukça geniş bir alan.

Ancak bu compoundlarda dışardaki hayatın tam tersi bir hayatın olması geçmişte oldukça fazla problemlere neden olmuş. 2003 yılında tam da 11 Eylülün üzerinden sadece 2 yıl geçmiş ve Islamafobia almış yürümüş, bombalı saldırılar dünyanın her yerinde birer birer düzenlenirken, Riyad’da Amerikalıların yoğun olarak kaldığı bir compounda bombalı saldırı düzenlenmiş ve 36 kişi hayatını kaybetmiş. Bu olayı konu alan Jamie Fox’un başrolünü oynadığı 2007 yılı yapımı “The Kingdom” diye bir film dahi çevrilmiş.
O günden sonra eskiden Arap askerlerinin girebildiği compoundlara artık askerlerin bile girişi yasaklanmış. Şimdi girişte inanılmaz güvenlik önlemleri var. Silahlı askerlerin koruduğu, metrelerce yüksek duvarlar, dikenli teller… Ve Nizamiye girişinde yabancı olduğunuzu gösteren pasaportunuz ile içeri girebiliyorsunuz. Aslında düşününce, Arapların içeri alınmaması oldukça mantıklı. Dışarıda o kadar katı olan şeriat kuralları, öyle bir hayatı dayatıyor ki, compoundlardaki yaşamın Arapların ayaklanmasına, “biz neden öyle yaşamıyoruz?” Diye sorgulamalarına neden olmaması içten bile değil.

22 Şubat 2013 Cuma

Çarşaf mı? Kime göre?


“Abayah” denen bu simsiyah, bizim çarşaf olarak genellediğimiz, kıyafetin aslında bir çok farklı çeşidi var burada. Genelde dışarıda Arap kadınlarının giydikleri ayak bileklerini bile kapatacak şekilde, oldukça uzun ve kumaş olarak biraz daha kalın. Benim giydiğim ise daha çok yabancı kadınların giydiğinden. Önden çıt çıtlı. Yakası hafif v şeklinde geliyor. Ve ayak bileklerim gözüküyor. Beden beden oluyor ve isterseniz üstünüze göre yaptırabiliyorsunuz.. Kolları, arkası farklı desenlerde olanları da var. Yanında birde başınıza örtmeniz için bir örtü veriyorlar. Arap kadınları ise başlarına daha farklı bir örtü örtüyorlar daha uzun. Bunun dışında birde peçe takıyorlar. Hatta muhafazakârlık ölçülerine göre eldiven takanlar ve gözlerini bile kapatanlar mevcut.
Ben ilk başta nasıl örteceğimi bilemedim. Bayağı bir uğraştım. Çünkü dışarıda gezerken özellikle alışveriş yaparken zamanla örtü sizin örttüğününüz şekilde pek kalmıyor. Kayıyor, bozuluyor. Bir de alışık olmayınca bünye kabul etmiyor ve sürekli başında, saçında bir şeyle dolaşmak insanı bunaltıyor. Ama zamanla pratik kazanıyorsunuz diyebilirim. Şimdi tel tokalarım olmadan dışarı çıkmıyorum. Saçımla başıma örttüğüm örtüyü tutturuyorum. Hem de iki yerden. Sonra birde, boynum açılmasın diye ki, genelde içime askılı giydiğim için açılabiliyor, boynumdan serbestçe dolayıp arkadan tutturuyorum. Bu beni uzun süre idare etmiş oluyor. Yine de dediğim gibi, bir şey bakarken alışveriş yaparken büyük sorun. Ayaklarınıza dolanması ayrı dert, kirlenecek diye çekiştirmek ayrı dert, boynuma, kafama, saçıma sarılmış bir şeyle dolaşmak hem de saatlerce ayrı dert… benim gibi boğazlı kazak bile giyemeyenlerdenseniz, yandınız. Şuan hava öyle bunaltıcı derecede sıcak değil ama yinede bazen fenalık geliyor L
Özellikle tuvalete girmek en zoru. Yanıma bazı zamanlarda çanta bile almıyorum. Çünkü çantaya sahip olmak bile zor geliyor bu kıyafetle. Belki alışamadığım için böyle olabilir ama inanın, şimdi anlıyorum neden kadınlara bir iş yaptırmıyorlar, poşet dahi taşıtmıyorlar. Kadınlar bu kıyafetle ancak orada yürümeyi başarıyor, gerisi fazlaJ
Gerçekten dini nedenlerle kapanan insanlara çok büyük saygı duyuyorum. Çok zor iş herkesin kaldırabileceği bir fedakârlık değil.
Burada kapansam da Arap kadınlar gibi tamamen kapanmadığım, saçım yüzüm gözüktüğü için zaten dikkat çekiyorum. O yüzden “Abayah” beraberinde sürekli bir kontrolü de getiriyor. İnsanlar bakıyor ve normalde birileri size sürekli bakıyorsa, ister istemez bir anormallik mi var diye kendini kontrol etme ihtiyacı oluşuyor. Artık bakışların normal olduğunu bilsem de yinede saçımı, üstümdeki çarşafı, boynumu, ara ara kontrol etmeden yürüyemiyorum.  Dün bir mağazada kasada sıra bekliyordum. Önümdeki çarşaflı kız bana dönüp öyle uzun, öyle rahatsız edici baktı ki, bu güne kadar bir kadının bakışlarından hiç bu derece rahatsız olacağımı düşünmemiştim. Ama öfke, kin, olumsuzluk dolu bir bakış değil bahsettiğim yanlış anlamayın. Tamamen merak dolu gözlerle, yüzüme, gözlerime, ellerime, üstümdekilere… O yüzden işte, insan, ne yapacağını şaşırıyor o bakışları üzerinde hissettiğinde…
Abayah ile ilgili son bir gözlemim daha oldu. Dün bir alışveriş merkezine gittik. Dünyanın en pahalı markalarının olduğu bir Mall. En üst katını “Ladies Only” yapmışlar. Sevgilimle dolaştıktan sonra en üst kata beraber çıkamayacağımız için ayrıldık. İkimizin de merak ettiği o katta neler oluyor? Sorusuna cevap bulmak için, üst kata çıktım. Şunu belirtmeliyim ki ben sadece kadınlara özel olan bölümde biraz daha uçuk bir şeyler bekliyormuşum sanırım. (Uçuk birkaç nokta vardı onlara sonra ki yazımda değinicem.) Örneğin; Çarşaflarından kurtulan ve dekolteli elbiseleriyle gezen kadın güruhu mesela J Ancak hiçte öyle bir manzarayla karşılaşmadım.
Sadece yüzünü açan kadınlar mı dersiniz, peçesiyle gezenler mi, yoksa benim normalde gezdiğim gibi başını örtmeden çarşafıyla gezenler mi ?... Bir tane kadın bile görmedim “abayah”sından kurtulmuş, tamamen kendi kıyafetleriyle gezen. Bakın hala kurtulmuş diyorum farkında olmadan. Bize göre kurtuluş belki ama onlar, o kadar benimsemişler ki, “kıyafet” olmuş onlar için sadece. Bende çıkarmadım çarşafımı başım zaten açıktı, öyle dolaştım. Şunu anladım ki, kadınlar hallerinden memnunlar. Bu kültürde bu şartlarda yetiştiysen, onların normali bu, bana inceleyerek bakmaları da bu yüzden zaten, onlara garip gelen ben ve benim gibi kadınlar.


                               Obenin iş arkadaşları ve eşleriyle yemekte. -Etrafımızdaki perdeleri fark etmişsinizdir :)-



            Mağazalarda kadın erkek sırası farklı. kasaların üzerinde "ladies only" veya "Men only               
            yazan tabelalar var. 


                         Namaz saatinde kapanan mağazaların önünde oturup, açılmasını bekleyen kadınlar.

                                         

19 Şubat 2013 Salı

Kadın Olmak ya da Olmamak, İşte Bütün Mesele Bu...


Burada kadın olmak hiç kolay değil evet, bunu herkes kolaylıkla buraya gelmeden bile söyleyebilir. Ama burada yaşarken elinizden alınmış onca özgürlüğün yanında size verilen bir çok ayrıcalık ve kolaylık da sizi şaşırtmaya yetiyor aslında. Burada kadınlar hiçbir iş yapmıyor. Buna ev işleri, çocuk bakımı da dahil. Arap kadınları aynı Arap erkekleri gibi çok tembel. Sanırım bunda biraz coğrafi koşulların da etkisi var ama sadece sıcak yeterli bir sebep olamaz bence. Galiba tembel bir millet demek kısa ama bir o kadar da özetleyici olacaktır. Her ev de Filipinli, Endonezyalı hizmetçiler çalışıyor. Orta halli ailelerin bile 2 tane yardımcısı var. Her kadının kendine ait bir şöförü bulunuyor çünkü bildiğiniz gibi kadınların araba kullanması yasak. Eğer şöför tutacak paran yoksa devlet bir şöför tutuyor. Yeter ki kadın zorda kalmasın J Uygulamalar aslında o kadar ilginç ki bir bakıyorsunuz çok katı bir Şeriat kuralı geçerli ama bunun yanında başka bir uygulama İslama bir o kadar ters. Kadınlar evde pek yemek yapmıyorlar genelde dışardan et alıp yanına pratik bir şeyler hazırlıyorlar. Zaten fast fooda çok meraklılar. Çocuklarının karınlarını genellikle ünlü Amerikan fast food zincirlerinde doyuruyorlar.

Kadınların giremediği veya gidemediği hiçbir yer yok. İşte demin bahsettiğim kolaylıklardan biri de bu. Eğer bir kısıtlama olacaksa erkeğe oluyor. Bazı mağazalar, restoranlar hatta alışveriş merkezleri var onlar sadece kadınlara özel. İçeri erkek alınmıyor. Orada kadınlar rahatça gezip dolaşıyor ve istediği şekilde alıveriş yapıyor. Bu alışveriş merkezleri genelde iç çamaşırı ve abiye satan mağazalar. Bir de “Family Only” yerler var. Özellikle restoranlar ve mağazaların çoğu. Buralara da erkeklerin yanında, kadın olmadan girmesi yasak. Geçen gün böyle bir restorana gittik. Sevgilimin iş arkadaşları ve eşleriyle. Arabayı park edip restorana giriyorsun, Avrupa veya Amerika da bir restorandan farksız dekorasyon, yemekler… Ancak içeri girince kadınlar başını açabiliyor. Hemen bir masa ayarlanıyor, işte farklılık burada ortaya çıkıyor. Masaların etrafını kapatan perdeler var. Yani oturduğunuzda size özel hale geliyor. Perdeler kapandıktan sonra bir tek size servis yapan garson dışında kimseyi görmüyorsunuz. Ve isterse kadınlar üstlerini çıkarabiliyor. Genelde yabancıların tercih ettiği yerler ama Arapları da görmek mümkün.

Evimizin tam karşısında kadınlara özel bir kompleks var. Ama daha gitmeye fırsatım olmadı. 4 riyal verip giriyorsun, içerde ne olduğunu tam öğrenemesem de (kapıdan sordum ama içerdeki kadınlar İngilizce bilmiyorlardı Arapça konuşmakta ısrarcı olunca gidip keşfederek öğrenmenin en iyisi olacağına karar verdim.) muhtemelen yeşil alan, park, yüzme havuzu gibi şeylerin olduğunu düşünüyorum.

Kadınlar çok süslüler ,sadece gözleri gözüküyor ama o gözleri öyle bir boyuyorlar ki  eminim sadece bu şekilde bile Arap erkeklerinin hayallerini süslüyorlardır.

Erkeklerin 2. Kadını almasını da aslında zorlaştırmışlar. Sandığımız kadar kolay değil. Bir kere zengin olmak gerekiyor. Çünkü belli miktar para vermeden 2. Alınmıyor. İkincisi kadının rızası gerekiyor. Kadın onay vermezse yine 2. Yi alamıyor. Bunu duyunca aklıma bizim doğuda güney doğuda yaygın olan kumalık durumu geldi. Zavallı Türk kadını dedim içimden belki çarşafa girmesi zorunlu değil ama hayatını kolaylaştıracak da hiçbir uygulama yok. Ne Hukuksal açıdan ne de gündelik hayatta…

Burada kadınlar hiçbir yerde sıra beklemiyor. Kadın hep öncelikli, kadın iş yapmıyor, eşya taşımıyor, temizlik yapmıyor. Daha bu örnekleri uzatmak mümkün…Örneğin bizim evimizi temizlemeye kadınlar değil Filipinli erkekler geliyor. Tabi ki ben evde yokken yoksa girmiyorlar içeri…

Kadınlar üstlerine kadın gelmesin diye kocalarının parasını yemeye çalışıyor aslında. Deliler gibi alışveriş yapıyorlar. Önceden bahsetmiştim, deneme kabini olmamasına rağmen beğendikleri ne varsa alıyorlar. Ancak bu durum bence psikolojik bir rahatlama amacı taşıyor. Çünkü ne alırsan al, ne giyersen giy, üstündeki çarşaf kadarsın…

Buraya geldiğimden beri çarşaf veya buradaki ismiyle “Abayah” giymenin bazı olumlu yanlarını keşfettim. Hani hep olumsuzu yazacak değilim ya günlük hayatta insan farklı hissedebiliyor. En büyük kolaylığı ne giysem derdini ortadan kaldırması. Biz kadınlar bu konuda oldukça kararsız olabiliyoruz malum. Hava sıcak olduğu için askılı bir t-shirt altına bir siyah tayt giyip hiç düşünmeden dışarı çıkabiliyorum. Bu büyük kolaylık gerçekten. Düşününce burada en lüks restorana bile pijamayla gidebilirsiniz. Şahsen getirdiklerimin yarıdan fazlasını daha giymedim. Ama bu durumun canımı sıkan başka bir yönü var ki o da; güzel, şık bir kıyafet almanın pek bir anlamının olmaması. Burada hep duymuşsunuzdur kadınlar, şık,açık kıyafetlerini evde giyerlermiş diye… bu gerçekten doğru. Çünkü kadının doğası gereği sahip olduğu, kendini gösterme, sergileme, beğenilme ihtiyacını burada tatmin etmesi imkansız. Bunu tatmin etmenin de tek yolu evde eşlerine veya arkadaşlarına göstermek için giyinmekten geçiyor.
İşte buyüzden, dışarda kadınlar birbirlerinin kıyafetlerini süzemedikleri için, çantalarına aşırı özen gösterdiklerini fark ettim. Pahalı, kaliteli çanta oldukça önemli. Kadın milleti işte illa ki gösterecek bir şey buluyor, ne kadar kısıtlarsan kısıtla :)

Bir sonraki yazımda "abayah" giymenin incelikleri, başı kapamanın püf noktaları ve 27 sene açık gezdikten sonra kapalı yaşamak ne hissettirdi?... stay tuned  :)

16 Şubat 2013 Cumartesi

Sonsuzluk ve Huzur


Uçsuz bucaksız kum ve sonsuzluk hissi… Çöller benim hep merakımı uyandırmıştır. Filmlerde , belgesellerde hep istemiştim görmeyi, içinde olmayı, onu yaşamayı. Çok şükür bu aralar ne dilesem hızlı gerçekleşiyor bu da gerçekleşti ; çöl ve ben kavuştuk. Sanki uzun süre görüşememiş iki sevgili gibi hep o anı beklemişim gibi o kum yığınlarına attım kendimi. Çocuk gibi uzun bir süre zaman, mekan kavramı kayboldu. Kumlarla oynadım, onların benle oynamasına izin verdim. Her bir kum tanesini tek tek görmek istedim avuçlarımda ve kaldırıp kollarımı yere savurunca, kumların havada bıraktığı o büyülü izleri seyrettim. Hiç bozulmamış ayak izi, araba lastiği olmayan yerlere gidip kendimi kumlara bıraktım. Rüzgarda oluşmuş o doğal dalga dalga görüntüsüne, tepelere ve o tepelerin de ardına baktım. Tam da güneş batarken oradaydım…
Çöl büyülü gelirdi hep bana öyleymiş gerçekten, biraz deniz gibi geldi bana. Kumdan deniz ya aslında ama o değil demek istediğim. Denizde büyülüdür ya; gizemli, hem çok çekici, hem feci korkutucu iki yüzü vardır. Bir bakmışsın kucaklıyor seni, bir sürü canlıyı içinde barındırıyor, bir bakmışsın korkunç acımasız… Çölde aynı öyle geldi bana işte.














Bu abaya olmasaydı üstümde diye çok geçirdim içimden. Çıkarıp atasım geldi ayaklarıma dolanıyor diye, ama yinede çok eğlendim. Atv kiralayıp ve ya jeeplerle safari yapanlar yanında birde ailecek gelip piknik yapanlar vardı. Bizde biraz arabayla gezdikten sonra ki; Oben arabayı o kum yığınlarında sürerken baya bir eğlendi (bende sürmek için can atıyordum ama ne yazık ki etraf kalabalıktı belki başka sefere). Bir yerde durup kumun ve çölün tadını çıkardık. Bir sürü fotoğraf çektik bir kısmını paylaşıyorum. Bu kısa bir çöl gezisiydi. Daha uzununu daha sonra yapmayı planlıyoruz. Mangal ve bol yiyecek içecek ile beraber tam bir piknik olacağını umarım. Şu yaşadığımız dünya o kadar güzelliklerle dolu ki bazen ne kadar çok şey görsen de, ne kadar çok yere de gitsen veya bunların hiç birini merak bile etmesen; seni şaşırtacak, büyüleyecek bir şey buluyor işte…

15 Şubat 2013 Cuma

Golden Cage For Westerners...



Biz çoktan hafta sonuna girdik, ya siz? J  Burada hafta sonu demek Perşembe, Cuma demek.  2 gündür tatildik yani. O yüzden kocamın bu boş vaktinden yararlanarak Arabistan maceramı biraz daha genişlettim, büyüttüm diyebilirim.  Çarşamba günleri Oben 1 saat daha erken çıkıyor işten, bizde bunu fırsat bilerek hemen Riyada gittik. Ama ne gidiş… normalde yarım saat sürmesi gereken yol 1 buçuk saat sürdü. Trafik burada gerçekten felaket. Ama İstanbul gibi bir felaket değil bahsettiğim, oldukça yoğun bir trafiğin yanı sıra çok tehlikeli olması aslında. Kimse kurallara uymuyor ve çok hızlı araba kullanıyor. Çok fazla radar koymuşlar yollara ama aynı bizim Türkler gibi Araplarda birbirine çok yardımsever… hemen radar haber verme mekanizması çalışmaya başlıyor,herkes birbirine selektör atıyor, dörtlülerini yakıyor ki aman radara kimse girmesin. Riyada girmemizle trafik daha da bir kalabalıklaştı. İstanbul trafiğinde taksici ve dolmuşçuların sürüşü burada herkesin sürüş biçimi dersem belki nasıl bir trafikten söz ettiğimi anlarsınız J
Önce buranın en ünlü kitapçısı Jarir Bookstore’a gittik. Aynı zaman da elektronik eşya da satan bir yer. Orada saatlerimi geçirmek istedim.  Aklınıza gelebilecek her konuda ve her hobiye ait section olduğunu ve yabancı yayınların bile Arapçadan daha fazla olduğu bir yer düşünün. Ama ne yazık ki yarım saat ancak durabildik çünkü namaz saati geldiği için anons yapıldı “kasalarımız kapanmaktadır “ diye ve biz çarçabuk alacağımızı alıp dışarı çıktık. Aslında her zaman böyle olmadığını Şu aralar namaz saatlerinde daha sıkı bir politika izlediklerini öğreniyorum.  Daha çok yabancıların bulunduğu yerlerde biraz daha serbestliğe izin veriyorlarmış. Normalde mağazayı kilitleyip içeri kimse almadan içeridekileri çıkartmadıkları da oluyormuş. Hatta biz yine öyle olacak ve namaz bitene kadar içeride oyalanır iyice her yere bakarız diye düşünürken ne yazık ki öyle olmadı L
Buradan çıktıktan sonra yine keşmekeş bir trafik ve Hayat MALL…
Şunu söylemeliyim ki burada her şey alışveriş merkezleri. Ne bir meydan ne bir açık hava aktivitesi yok. Mall’lar dışında da yol boyu büyük mağazalar görüyorsunuz ya da marketler. Fastfood restoranları… Amerikan kapitalizmi Arapların kemiklerine  kadar işlemiş. Amerika da ne varsa burda da var ne bir eksik ne bir fazla.  Mall’ların içlerinde yemek katında dünya mutfaklarından seçmeler var. Canınız Tai mutfağımı çekti yada Meksika, yok en iyisi japon yiyelim bugün mü dediniz hepsi mevcut. Üstelik fiyatları da gayet uygun. Türkiyede ki bir alışveriş merkezindeki yemek katında karnınızı kaça doyurursanız burda daha büyük porsiyonları aynı fiyatlara almanız mümkün. Sık sık Türk lokantaları göze çarpıyor. Özellikle Hatay Antakya mutfağı, kebapçı ve dönerciler…
Bu arada yemek dışında çocuklar için devasa büyüklükte oyun parkı buz pateni pisti gibi yerler de yapmışlar. Genelde kadınlar göze çarpıyor ve erkeklerin food courta yalnız girmesine izin verilmiyor . Girişte bir güvenlik görevlisi yalnız gezen Arap erkeklerini durdurup yanınızda kadın olmadan giremezsiniz diye geri çeviriyordu. Genel olarak bakınca kadınlar ve çocuklar göze çarpıyor zaten. Ama haksız da değiller çünkü öyle bir alışveriş merkezi düşünün ki Ankara’daki Panoranın 7 tanesinin yan yana gelmiş hali tek bir mall. İşte bu kadar büyük bir yerde aklınıza gelebilecek her tür marka var ve %90’ı kadınlar için. Burada erkekler beyaz entariden başka bir şey giymiyorlar, onun içinde her şey kadınlara… J Bu noktada kendimi biraz kaybettiğimi kabul ediyorum. Gözüm döndü diyebilirim. Üstelik fiyatlarda baya uygun. Her neyse  bu konuyu geçiyorum ve muttava’lardan ilk uyarımı yediğimi söylemek istiyorum J
Burada insanları dine davet etmek, uygunsuz davrananları uyarmak hatta bazen namaz saatinde sokakta dolaşıyorsan zorla sopayla (erkekleri) camiye kovalamakla görevli ziyadesiyle çirkin, korkunç, sakallı, gezen adamlar var. Bunlara muttava deniyor. Neyse biz yemeğimizi yedik mağazalara doğru yollanmışken ben sokakta filan Oben’in elini tutmuyorum koluna filanda kesinlikle girmiyorum. Ama bazı rahat yerler var işte mall’ların çoğu bu kategoride oralarda sorun olmuyor diye tam koluna giriyordum ki bu amcalarla göz göze geldik J Bu arada başım açıktı. Gelip bana “başını kapatırmısın” demiş arapça ben anlamamış gibi yapınca el hareketiyle gösterdi. Sonra da tatmin olmadı  ve Obene de tembih etti “karının başını kapat” diyerekten J Neyse sonra başımı kapattım bi daha da açmadım zaten eşarp gibi örtüyü başıma atmam yeterli oluyor ve en azından bakışlar biraz daha azalıyor diyebilirim. Bu arada kadın her yerde kadın…
Bunu da söylemeden geçemeyeceğim Zaraya girdik. Bot deniyordum ki kararsız kalmıştım bir ayağımda bir model öbüründe başka model bakarken 3 tane çarşaflı peçeli kız gelip bana seçmim konusunda yardımcı oldular. Onlara da minnettarım… erkeklerle alışveriş çok sıkıcı J
Bunun dışında muhteşem iç çamaşırları var hayal gücünü zorluyor desem yeridir kendimi kaybettim. Kışlıklar daha ucuz ve çok ünlü markaların büyük mağazaları var ve her biri tıklım tıklım. Ancak ve ancak gelelim en sinir olduğum duruma: Evet söylüyorum deneme kabini yok!!! Hiç bir mağazada yok arkadaş ya … L bir elbise beğendim satıcı diyor ki alın alışveriş merkezinde bir yer varmış deneme kabinlerini oraya yapmışlar orda deneyin olmazsa getirin… hey allahım …
Ve son söz:  Ben şunu anladım ki, burası altın kafes arkadaşlar… batılılar özelliklede kadınlar için….
imkanlar sonsuz sen yeter ki iste, ama kafesin sınırları kadar….

Bazi bazı...

Al karj da sakin bir akşam üstü
 
                                                               Riyad trafiği


                                                      İşte uyarılmadan önce ki ilk ve son pozumuz

 
                                            Kahve almak için durduk yolda  hemen bir poz... :)
                                                İşte daha önce bahsettiğim arabayla kahve alınan yerler






   
                                           Gördüğüm tek yeşillikler hurma bahçeleri ve hurma ağaçları...






Hava sıcak mı sıcak yazı nasıl da özlemişim. İçimdekiler yazlık, parmak arası terliklerim var ama üstümde bu nalet burqa olmasa nolur sanki :( 




                                               Genel manzara şehirin dışında bu şekilde hiçlik....
















12 Şubat 2013 Salı

Mimari mi Oda ne? Gavur icadı onlar gavur... :)



Arabistan'da ev yok mu bu insanlar nerde yaşıyor? Diye sordum gelir gelmez. Dikkatimi çekmişti çünkü dümdüz sapsarı uçsuz bucaksız kum yığınları ve ara ara yüksek duvarlardan başka bir de uçak inebilecek kadar geniş yollardan başka bir şey görememiştim.
Oben, Geçtiğimiz yüksek duvarlı ve devasa kapıları gösterip işte bunlar insanların yaşadığı evler diye gösterince anladım ki aslında herkes duvarların arkasında yaşıyor burada. Binaların pencereleri yok veya balkonları… Büyük bir gizlilik ve özel hayat var burada. Şu an kaldığımız yer bir nevi rezidans gibi bir yer. Burada duvarlar arkasında değiliz gayet normal bir girişi var binanın, yalnız, odaya girince fark ediyorsunuz ki; pencereler tavana yakın şekilde konumlandırılmış ki, kimse dışarı veya içeri bakamasın. 2 metre yüksekliğe pencere niye yaparsın? Sadece gün ışığı girebilsin diye :/ bize saçma gelen onların normali aslında…Ve burası modern anlamda tasarlanmış daha çok yabancıların tercih ettiği bir rezidans. Bunu nereden anladın bakalım derseniz: Hemen söyleyeyim; Normalde otellerde arapların malum 1’den fazla karısı olduğu için bir tane “master bedroom” yani ana yatak odası yapıp, sadece bu odaya çıkışı bulunan birkaç tane oda yapıyorlarmış. Böylece adam hangi karısının odasına girmek isterse o kapıyı açıyor, kimin yanında kaldığını da diğer karılarına fark ettirmeden istediği gibi özgürce dolaşabiliyormuş. Garibim kadınlarda çocuklarıyla bu odalarda adam onun odasına gelsin diye bekliyorlarmış J… ooh valla ne ala memleket J
Bir diğer mimari ilginçlik de şu; ki bize çok yabancı gelmeyecektir, camiler dışında pek bir mimari estetikten söz edemiyoruz. Gerçi bizde son dönemde yapılan camilerde o da yok ya neyse… Gelirken Riyad’ın içinde inanılmaz güzellikte bir cami gördük onun dışında henüz görmeye değer mimari eserlerle karşılaşmadım. Ama Oben’in dediğine göre görülmeye değer birkaç yer varmış, onları gördükçe yazarım artık.
Kaldırımların bazı yerlerde olmaması da bir diğer ilginçlik. Hava yılın yarısından fazlasında dışarda yürümeye elverişli olmadığından tüm hayat buna uygun şekilde tasarlanmış. Yolda kahve almak için durduğumuzda bile arabadan inmeden, servis istasyonlarına yanaşıp sadece birkaç saniyeliğine arabanın camını açarak kahvenizi almanız mümkün. Aynı şekilde bankamatiklerde yürüyerek değil arabayla yanaşılacak ve inmeden para çekilecek şekilde dizayn edilmiş. Zaten burada insanların genellikle arabayla alışveriş merkezlerine gitmeleri ve tekrar arabayla kapalı garajlarına arabalarını koyup, klimalı evlerine gelmeleri şeklinde geçiyor hayatları çoğu zaman. Bir de henüz deneyimlemesem de oldukça merak edip gitmeye can attığım çölde çay ve piknik durumu var. Akşam hava kararınca gece boyu sürüyor ve çöldeki serinliğin tadı çıkarılıyor. J Aklıma Teoman’ın Şebnem Ferahla yaptığı düet geliyor her seferinde “Yazdan kalma bir günden yada Çölde çay filminden…” diye devam eden…

11 Şubat 2013 Pazartesi

ÖNCESİ SONRASI :)



ÖNCE




                                                                        SONRA


  Canım kocacım bana kırmızı sevdiğimi bildiği için kolları kırmızı işlemeli bir çarşaf almış :) ne kadar da hoş :))
ayakkabılarımın uyumuna dikkat çekerim.

geldim,gördüm, burdayım...

Öncelikle şunu söylemeliyim; Arabistan daha önce gittiğim hiç bir yere benzemiyor ama her şey bir o kadar da tanıdık. bunun Arap kültürünün ülkemiz üstündeki etkisinin çok büyük olmasına bağlayabiliriz sanırım.
Her neyse istanbulda Riyadh uçağının olduğu kapıya gittiğim de ilginçlikler başladı diyebilirim. Uçağı bekleyenler içinde benim dışımda hiç kadın yoktu ve bu durum bende inanılmaz bir gerginlik ve ne yapacağını bilememe durumu oluşturdu. Herkesten farklı olmak girilen ortama yabancı olmak ne kadar da zor birşey bunu deneyimlemek bende azınlıkların tüm hayatlarnı bu şekilde nasıl geçirdiklerini aklıma getirdi açıkcası. ben bunu sadece 10 dakikalığına yaşamış olsamda....
Neyse ki hostesler kadın diye içimden geçirirken, uçağa alımlar başladı uçağa binip, yerime kadar yürüyüşüm sırasında bir şeyi daha fark ettim; Tek kadın yolcu ben değildim ama kadın sayısı gerçekten çok azdı. 5-6 kadın dışında yolcuların hepsinin erkek olması diğer tüm kadın yolcularda da aynı psikolojiyi yaratmıştı. Yerime gidene kadarki O kısa yürüyüşüm sırasında tüm kadınlarla göz göze geldim,her biriyle tek tek... sanki her bakışma ile birbirimize gizlice "evet biliyorum bende varım" diyorduk. belki abarttığımı düşünebilirsiniz ama gerçekten kadınların günlük hayatta birbirini süzmesi ne giymiş bakışı değildi bu. Erkek egemen bir atmosferde rahatlama, güven veya ne biliyim bildik tanıdık arama haliydi sanki.

Uçuş öncesinde yerimin tam orta sırada olduğunu fark edip, uçağa binmeden o kadar çok dua ettim ki 2 yanımda arap amcalarla sandwich olarak gitmemek için sanırım allah duydu sesimi ve cam kenarındaki amcanın dışında koridor tarafına kimse gelmedi ve ben hemen yana kayarak rahat bir şekilde yolculuk yaptım.
Uçuş sırasında bana çok ilginç gelen bir başka durumda havalandıktan sadece 15 dakika sonra "sefer duası" olduğunu sonradan anladığım bir duanın izlemeye başladığım filmi tam ortasından bölerek ekranlarda belirmesiydi. :))
Evet önce arapça başladı yazılarla beraber...Üstelik arapça her hangi bir şey bizde dua veya kuraan okunuyor izlenimi yaratıyor ki bu durumu daha da karmaşık ve komik yapıyor ,çünkü hangisi dua hangisi normal konuşma anlaması biraz zor oluyor :) Her neyse sonra sırayla Türkçe ve İngilizcesini dinledik bu şekilde anlamış oldumki sefer duası diye birşey varmış :)

Beni tedirgin eden bir diğer durum da çarşafımın olmamasıydı. Çünkü oben bana havaalanında sadece şal ile göğsümü örtmemin yeterli olacağını zaten çıkarken havaalanından bana çarşaf getireceğini söylemişti. uçağın inmesiyle beraber o birlik duygusu içinde olduğum kadınların herbiri tek tek siyahlara büründüler :) ben montumu giyip üzerine gri şalımı aldım ama deminden beri bahsettiğim farklılık duygusu ve kadın olarak orada bulunmak zaten insanı tedirgin etmeye yetiyor.
Bu arada kızıl saçlı ve beyaz tenli olmak da işleri hiç kolaylaştırmıyor, esmerseniz belki biraz daha rahat olabilirsiniz ama benim gibi kapkara adamların arasında parlıyorsanız gerilmek içten bile değil. :S
Neyse pasaport kontrolünde tek kadın olarak sırada bekliyordum. bakışlardan hiç bahsetmiyorum bile...
Polis beni işaret ederek öne gelmemi söyledi. Önce bunun iyiye işaret olmadığını düşünürken, sonradan kadınlara burada her yerde öncelik verildiğini öğrendim. Bu konuya geri döneceğim.
Sorunsuz ama uzun süren bir pasaport kontrolünden sonra sonunda bavulumu aldım ve canım kocacım oradaydı :)) ben tam üzerine atlamaya hazırlanırken eğilip çantaları alırken  bana:" sakın!! burda öpüşme filan olmaz arabaya binelim" demez mi :) tam vaktinde...

İşte ilk izlenimlerim... gece karanlıkta arabada giderken görebildiğim uçak pisti gibi yollar pahalı arabalar ve çok tehlikeli bir trafik... Kalacağımız yere gelene kadar bizde olsa haberlere 2 gün konu olabilecek kadar büyük bir kaza gördük ve tarfik gecenin 2 buçuğu olmasına rağmen çok kalabalıktı. Metrelerce araba kaza yüzünden bekliyordu ki bizim şansımız vardı kaçacak bir yer bulduk ve evimize ulaşabildik.

Geri kalan izlenimlerimi biraz daha vakit geçirdikten sonra yazmayı düşünüyorum. Şimdilik bu kadar...

7 Şubat 2013 Perşembe

This Heart of mine...

İşte her şey bundan ibaret değil mi? kalbimiz... Bize neler yaptırmıyor ki? benim için kalbimin sesini dinlemek kendimi bulma yolculuğumda tek klavuzum. Şimdi de kalbimin götürdüğü yere gidiyorum. Aslında kalbim orada onunla buluşmaya... 

Beni hep heyecanlandırmıştır farklı yerler coğrafyalar başka kültürler. Bu evrende bıraktığımız iz 10-15 km den ibaret olmamalı bence. ama sürekli seyahat etmek gibi bir hayatta yok ne yazık ki :( 


Şimdilik elimden geldiği ve imkanlar elverdiği ölçüde gidebildiğin kadar çok yere git, görebildiğin kadar çok yer gör, ve nereye gittiğin değil yolda olmaktır asıl önemli olan şeklinde bir motto oluşturmuş bulunuyorum bakalım neler bekliyor beni Arabistan maceramda...


9 Şubat cumartesi günü saat 6da Ankaradan binip sabaha karşı Riyad- Saudi Arabistan'da olacağım. Şimdilik bu kadar gerisini yaşayıp göreceğiz... :)