Translate

23 Eylül 2016 Cuma

Anne-Baba tatili mi dediniz?

Çocuksuz bir tatile çıkma fikri sanırım her annenin, bebeği doğduktan sonra aklına düşen ama cesaret edemediği bir durumdur. Benim için önceleri hayalden ibaretken Lina büyüdükçe birkaç gün olsun bırakabileceğime, kafa dinleyip dinlenebileceğimize inanmış ve planlar yapmaya başlamıştım. Lina’nın 1 yaşını bitirdiği yaz tatilinde 3 günlük, bir kaçamak yapacak, sevgilimle başbaşa sessiz, sakin, bol uykuyla geçen bir deniz tatili yapacaktık. Her şeyi ayarladık. Otel uçak rezervasyonları, özenle seçilen lokasyon ve hatta “adult only”, “concept” bir otel… Ve fakat sevgilim o sırada Cezayir’deydi ve işlerin yoğunluğu nedeniyle son dakika yine iş galip geldi ve her şey iptal oldu. Benim yaşadığım hayal kırıklığını tahmin edersiniz sanırım.
Bizim en büyük handikabımız ailelerimizden uzakta yaşıyor olmamız ve istediğimiz zaman Lina’yı bırakamayacak oluşumuzdu.
Görsel sonucu
Eğer çocuksuz tatile çıkmayı istiyorsanız geçmeniz gereken 3 step var.
1. Çocuğunuz sizsiz kalabilecek mi, sorun çıkartmadan kaç güne kadar durabilecek bunu düşünmek ve hesaplamak.

Eğer 1. Stepte sıkıntı görmüyorsanız 2. Ye geçebilirsiniz. Eğer emin değilseniz küçük denemeler yaparak 1 ay öncesinden alıştırma yapmakta yarar var.

2. Bırakmayı düşündüğünüz kişi o tarihlerde uygun mu? Hatta bu kişiler, büyük ihtimalle, anane, dede olacağı için, o kişilere destek yardımcı başka kişiler de varsa onları da sürece dahil etmek gerekebilir. Örneğin kardeşler, teyzeler vs.  Malum çocuklar için ne kadar kalabalık o kadar iyi. Ne kadar çok insan olursa oyalayacak, sizi o kadar az hatırlayacaklar ve cümbür cemaat birkaç gün göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidecektir. 

3. Eğer ilk 2 step’ide sorunsuz atlatıp tüm ayarlamaları yaptıysanız, geriye en kolay gibi görünen ama aslında en zor aşama kalıyor. Vicdan ve suçluluk duygusu ile baş etme :)

Neden bırakıyorum, götürse miydik, çok özler mi bizi, ya ağlarsa, ya yemezse, ya şöyle ya böyle…
Bu son aşama her annenin mutlaka yaşadığı ama kimisinin çaktırmadan, kiminin daha şiddetli yaşadığı bir aşama…
Görsel sonucu
Bizim tatilimiz, ilk denemede son stepe gelemeden iptal olduğu için ben bu aşamaları aylar sonra tekrar yaşadım.

Bu sefer ilkinde yaşadığım hayal kırıklığının üstüne çok fazla plan yapmadan, her şeyi sevgilime bırakarak (ki bu çok zordu) geri planda durdum. Gidiş tarihimiz 3 gün önce belli oldu. Ama o sırada yine Türkiye’de bulunduğum için annemlerde kalıyor olmamız Lina'nın bu süre zarfında annemde kalmaya alışmasını sağlamıştı. Yoksa çocuksuz tatile son dakika çıkmak oldukça zor olurdu sanırım. Sonuçta sevgilim bana nereye gideceğimizi, bile söylemeden İstanbul aktarmalı biletimi yolladı. Havaşa binmiş hava alanına gidiyordum. Gözlerimdeki yaşları silmeye çalışarak, derin bir nefes aldım. Elimde bir el çantası, ve kabin boy valizim, yolda oyalamam gereken bir bücür olamadan, ne yedirsem, nerde uyutsam diye düşünmeden geçecek olan sorumsuz 4 günü düşündüm. Ve işte o an buna ihtiyacım var dedim. O özgürlük hissi, o sorumsuzluk anı… O kadar özlemiştim ki o duyguları inanamıyordum önümdeki 4 günde bunları gerçekten yaşayacağıma. Birkaç arkadaşımla mesajlaştım o anın heyecanıyla. Hepsi "Annen senden daha iyi bakacaktır Lina'ya ne düşünüyosun ki keyfini çıkarın" diye yüreklendirdiler beni.

Ve evet düşününce aslında ne kadar saçmaydı kafa yormak, endişe etmek. Lina güvenilir ellerdeydi. 4 günde de hiçbir çocuk annesizlikten depresyona girmezdi ya. Girmemeliydi de zaten.

Ben hep çocuksuz gidilen tatillerin savunucusu olmuşumdur. Bekar veya çocuksuzken bile. Bir çocuğun anane/babane-dedesiyle vakit geçirmesinin çok önemli olduğunu düşünürüm. Çocukluğumun en güzel anılarıdır ananem /babanem-dedemle geçirdiğim günler. Gece yatıya kalmalarım, ananemlerin yazlığına gidip tüm yazı orada geçirmeler. Bunları yaşamalı her çocuk bence, hayattaysalar tabi.
Ve sonuçta şahane bir Roma tatili yaptık sıfır sorunla. Bir iki kez anne diye beni sorması dışında hiç sorun çıkarmamış bir Lina ve kafasını boşaltıp, özgürce gezip tozmuş bir anne baba… tabi belirtmem lazım Lina o zaman 19 aylıktı.

İkinci anne baba tatilini ise 24 aylıkken yazın yaptık. Yazlıkta Lina’yı bırakıp 4 gün başka bir yere kaçtık. Ancak bu sefer son gece bir ağlama krizi yaşadık ve gün içinde içine kapanıp, agresif tepkiler vermeye başlamış Lina. Annemlerden gelen yoğun baskılar sonucu akşamı beklemeden erken döndük.

Bence dönem dönem çocukların anneye çok bağlı olduğu ya da biraz daha bağımsız oldukları dönemler oluyor. O dönem Lina bana çok bağlı bir dönemindeydi sanırım. Hep birlikte yazlıkta 1 hafta kalmıştık ve bir anda annesinin babasının ikisinin birden onu bırakıp gitmesi, yazlıktaki monoton geçen zaman hepsi etkili oldu bence. Daha önce Ankara da bıraktığımızda, her gün için bir aktivite, bir gezi planlamış, hem yorulması, hem eğlenip, oynayıp bizi hatırlamaması için uğraşmıştık. Bu sefer sanırım durumu fazla hafife almış olabiliriz. 

Üçüncü Anne baba tatilimizi henüz planlamadık. Yakın zamanda da planlayamayacağız sanırım. Şu aralar Lina kreşe başladı ve ayrılık korkusu yaşıyor galiba. Bana yapışık. Cesaret edemiyorum ama yavaş yavaş normale döneceğini ve bizimde yine böyle bir tatili planlayacağımızı umut ediyorum.


Tüm annelere şahane tatiller dilerim.

22 Eylül 2016 Perşembe

Cezayir Rehberi

1,5 senelik Cezayir maceramızın sonuna geldik. Ama Cezayir'e ve oraya daha sonradan gideceklere bir borcum vardı.  Bu yazıyı yazmadan Cezayir defterini kapatmak istemedim.
ilk defa Cezayir'e taşınacağımız belli olduğunda internette bloglarda aramış ve genel hatlarıyla bir şeyler bulmuş olsam da ayrıntılı, nerede ne yenir, nereye gidilir pek fazla bir bilgi edinememiştim. Üstelik Cezayir'e gittiyseniz veya gitmeyi planlıyorsanız görüceksiniz ki, yaşayacağınız en büyük sıkıntı sosyal hayatınızın olmaması olacak. Yemek yemeye, kahve içmeye, arkadaşlarınızla buluşmaya gidecek bir yer bulmak inanılmaz zor olacaktır.
Ben Cezayir'e gitmeden önce keşke nereye gidilir nerede ne yenir, ayrıntılı bir kaynak olsa diye internette çok gezmiş ama çokta fazla bir şey bulamamıştım.

Ben yaşayacağım yerin iyi semtlerini,
eğlence mekanlarını,
yemek yemek için gidilmesi gereken yerleri ,
alışveriş için nerelerde ne bakılacağını filan bilmek isterim.

ilk taşındığımız zamanlar geliyor da şimdi aklıma
ne cahillik ne bilmezlik, ne acınası durumlar içindeymişiz diyorum.
Üstelik sevgilim sık sık gidip geliyor ve az çok biliyordu oraları.
Ama yaşadıkça öğreniyor insan
biz 1,5 sene kaldık ama açıkçası uzun zamandır Cezayir'de yaşayan arkadaşlarım olmasa bu yazıyı da yazamazdım. O yüzden başlamadan teşekkür edeyim onlara, hem can yoldaşı oldukları, günlerin güzel geçmesini sağladıkları için, hemde önerdikleri her bir yeni mekan için...

Cezayir de yaşayan Türk sayısı oldukça fazla o yüzden sanırım bir kaç düzgün mekan var her birinde tanıdık görme olasılığınız çok fazla.

Öncelikle Türk restoranlarından başlayalım
Yeni açılıp gözümüzün nuru olan Turcomania. Dely İbrahimde. Ancak yeri biraz karışık. Dely İbrahim'in sonunda seramikçilerin olduğu sokağı geçip karakolun oradan sağa dönmeniz gerekiyor.

Bir diğer Türk restoranı bizim evin karşısındaki İstanbul restoran. Cheraga'da. Ancak çok tercih ettiğimizi söyleyemeyeceğim.
Turkomania'nın bir şubesi de yakın zamanda Bab Ezzuar alışveriş merkezine açıldı. Avm de düzgün temiz yemek için süper bir tercih. Hatta biz ramazanda iftara bile gitmiştik.

Balık yemek için neredeyse Tüm Türklerin tercih ettiği yer Madraktır.
Orda bir sürü farklı mekan var sıra sıra ama nedense biz ve hatta tanıdığım tüm arkadaşlarım hep en sondakine gidiyoruz.
İsmi : Le Sauveur Sur La Madrague.
İçkili olması, temiz olması tercih sebebimiz sanırım.

Diğer içkili mekanların neredeyse çoğu Makam Şehitte bulunuyor.
Tantra,Piano,.tavsiye edebileceklerim.

Herkesin bildiği ama artık çok fazla tercih edilmeyen Hipopotamus var.  Val hydra da
tam yanında bizim de çok beğendiğimiz Signature var.
Biraz ilerisinde ve sağ tarafta cafe olarak bahçe içinde olduğu için gidebileceğiniz Le Patio var.

Bir diğer favorimiz Hint yemeği söz konusu olunca Tac Mahal.. o da Dely İbrahimde. Biz Haftada bir gidip kendimizi kaybedercesine yemek yiyorduk.
Cheraga da şık ve güzel bir restoran L' auberge Du Moulin.  Değirmeni uzaktan seçersiniz zaten hemen.
Son zamanlarda Sidi Yahya'da yeni açılan L'atelier Alger de bir anda beğenilen yerler listesine girmişti.
Bunlar bizim tercih ettiğimiz mekanlardı.
Bunların dışında iyi ki var dediğimiz otellerin restoranları var.
İlk sırada söylemeden geçemeyeceğim, Shereton'ın İtalyan restoranı ve tepenyakisi var tabiki.
Dünyanın en pahalı sushisi ama evet sushi işte... Otel olduğu için içki opsiyonu da bulunuyor tabi ki.

İkinci olarak Çin Japon mutfağı olarak El Cezayir otelinin restoranını sayabilirim sanırım. Ayrıca yazları Sheraton'ın deniz kıyısındaki restoranı ve kışın ise iç taraftaki açık büfe restoranı da gidilebilecek yerler arasında. Shereton'a sadece bişeyler içmek için veya kahve, tatlı içinde gidebilirsiniz. Biz gündüz oturmasına ara sıra gidiyorduk.

El Auraissi'nin teras manzarası
Ve otel El Auraissi'nin teras manzarası da bir şeyler içmek için gayet güzel. Orada yemek yok ama manzaraya karşı içkinizi yudumlayabilirsiniz.  İç taraftaki İtalyan restoranları da gidilesi.

Genel olarak otellerde takılmaya lobilerine ve restoranlarına alışın derim. Vakit geçirmek için daha iyi tercihiniz olmadığı için iyi birer seçenek oluyor.

Bunların dışında California Cafe var. Hydra da. Starbucks çakması kahveleri ve Cezayir'e göre nispeten lezzetli hamburgerleriyle büyük bahçesinde sadece Expatların değil, Cezayir gençlerinin de gözdesi.

PİZZA PİNO'DAN görünüş
Denize sıfır bir şeyler yiyelim ama yemekler orta karar olsa da olur derseniz, Pizza Pino var. Sidi Fredj'de. yerini bulmanız zor olacaktır ara sokaklardan birinde olduğu için. Ama hava güzelse Cezayir'de denize sıfır az yer var oturacak gidin deneyin derim.


El Cezayir otelinin botanik bahçesi



Bunların dışında, çocukluysanız açık havada ağaçların arasında vakit geçirebileceğiniz EL Cezayir otelinin bahçesini tavsiye ederim. Ayrıca uygun fiyatlı içki menüsüyle ve zeytin ikramıyla da mest etmekte.


El Cezayir otelinin bahçesi

































Vee gelelim en sevdiğim mekana tabi ki Cezayir dedin mi tatlı ve dondurmalardan bahsetmeden geçemeyiz. En güzel tatlıyı ve en şahane dondurmayı nerede yeriz dersiniz? Noor El Hani pastanesi derim tabi ki. Burası Cezayir'in en eski pastanelerinden ve de bir kaç yerde şubesi bulunuyor. Bize en yakın şubesi Cheraga'daydı ve aynı zamanda alt katı da restoran olarak hizmet veriyordu. Biz restorananına da bir iki kez gitmiş ve yemeklerini çok beğenmiştik. Hele ki yemek üstü harika tatlılardan da yeme şansınızın olması şahane oluyor gerçekten. Aynı zamanda ekmekleri, crossant'ları da muhteşemdir aklınızda bulunsun. Val hydra da da büyük bir şubesi var.
nour el hani cheraga ile ilgili görsel sonucu
Noor El Hani pastanesi
nour el hani cheraga ile ilgili görsel sonucu
nour el hani cheraga ile ilgili görsel sonucu

Aslında Alger'de çoğunlukla çok lezzetli dondurma bulmak ve yemek mümkün. Dely İbrahim de Kokkinos Gelato, Sidi Yahya da ve Cheraga da Bueno Gelato ve daha adını unuttuğum bir sürü dondurmacı hepsi Türkiye'de yiyebileceğiniz en iyi dondurmadan daha güzeldir. Hatta oradaki dondurmalara alışıp, Türkiye de dondurma yiyemez hale de gelebilirsiniz benden söylemesi.

Alışveriş diyince Carrefour ve içindeki mağazalar, Bab Ezzuar ve içindeki mağazalar dışında çok bilgim yok açıkcası. biz cezayirde fazla alışveriş yapmadık, gerekte olmadı zaten. Cezayir'de kaldığımız süre boyunca giyim alışverişini Zaradan yaptık o da çok gerek duyarsak. Zaranın fiyatlarının %30 daha ucuz olduğunu da belirtmeden geçemicem ;)

Benim aklıma gelenler bunlardı. Umarım birilerine faydası dokunur. Biz ayrıldıktan sonra yeni yerler açılmıştır umarım ve yine söylemeliyim ki daha önce de belirttiğim gibi bunlar benim bildiğim ve bizzat gittiğim yerlerdi. Gitmediğim yerlerle ilgili bir şey yazmak istemedim.

Cezayir'e yerleşecek arkadaşlara bol şans ve mutluluk
Cezayir'de yaşayan arkadaşlarıma ise selam olsun..

28 Nisan 2016 Perşembe

Mico’s in Barcelona


Üstünden neredeyse 1 sene geçmiş olsa da sonunda yazıyorum işte.... 

Vicky Christina Barcelona filmini hepiniz bilirsiniz. Woddy Allen’in filmleri içinde en sevdiğim olmasa da Barcelona da geçiyor olması bile yeterlidir o filmi sevmeye. Uzun süredir Avrupa şehirleri için çok heyecan duymuyor ve tatil için hep farklı rotalar denemek istiyorduk. Ancak benim hamileliğim ve  Lina’nın doğumunun ardından Lina, ufakken gitmeye cesaret edemediğimiz yerler olduğu için Avrupa da en keyif alacağımız şehirlere seyahat edelim diyerekten Daha önceki postumda anlattığım gibi Kanarya adalarına gitmiştik. Çocukla gidilebilecek harika bir destinasyon olmasının yanında tatilimiz çok güzel geçmişti. Hazır Kanarya adalarına aktarmasız gidemiyoruz madem Barcelona da da birkaç gün kalalım diyerek 4 günlüğüne Barcelona’ya gittik. Ekim ayı olduğu için hava biraz serindi. Bir gün yağmura denk geldik ama gezmemize engel olmadı hatta romantik bile oldu diyebilirim. Bence yapış yapış temmuz sıcağında gitmek yerine Nisan, Mayıs-Eylül, Ekim ayları tercih edilmeli. Ayrıca otel fiyatları da nispeten daha uygun oluyor.
Bizim en büyük pişmanlığımız air bnb den vazgeçip, ev kiralamak yerine, otelde kalmak oldu. Hele ki çocukluysanız inanın otellerin rahatlığına konforuna kanıpta zaten 3,4 gün ne uğraşıcaz evle, kalalım otelde demeyin. Ben şahsen severim otelleri. Hatta en büyük keyfimdir bookingte otel seçmek. Seyahatin kendisi kadar planlama kısmı benim için büyük mutluluktur çünkü. Her neyse seçtiğimiz otel lokasyon olarak şahaneydi ama odanın küçüklüğü ve Barcelona’nın klasik dar sokaklarından birine bakıyor olması dolayısıyla karanlık, basık bir odaydı. Üstelik o ödediğimiz paraya 2 odalı balkonlu bir evde rahat rahat kalabilirdik.

Neyse zaten odada çok vakit geçirmeyeceğiz diyerek kendimizi motive ettik etmesine ama çocukluysanız ve çocuğunuzun bir uyku düzeni varsa oda da fazla vakit geçirmeme diye bir durum olmuyor ne yazık ki J Biz genellikle sabah kahvaltımızı edip, (Barcelona’daki otellerin çoğunda kahvaltı fiyata dahil değil, çocukluysanız, tavsiyem kahvaltı dahil bir otel bulmanızdır. Çocuk sabah açken hazırlanıp dışarı çıkıp kahvaltı edecek yer aramak hiç hoş olmuyor. Ve genellikle bulduğunuz yerde de çocuğun alışık olmadığı tarzda hamur işi gibi yiyeceklerle geçiştirmek zorunda kalabiliyorsunuz. Yumurta, peynir, meyve suyu, zeytin vs. gibi yiyecekleri Avrupa da kahvaltı yapabileceğiniz mekânlarda her zaman bulamayabilirsiniz.) dışarı çıkıp otelden çok uzaklaşmadan çevrede takılıp Lina’nın uyku saatinde otele geri dönüp onu yatırıp bizde biraz dinleniyor o uyanınca geri çıkıyorduk. Böylece öğlen iyi uyuduğu için akşam normalde 7 buçuk, 8 gibi uyumasına rağmen, 9’a kadar dayanabiliyordu.


EL Born sokaklarından görüntüler

 

Barcelonata bölgesi 

Lina pusetinde, durmadığımız sürekli yürüdüğümüz müddetçe sıkıntı çıkarmadan oturan bir çocuk. O yüzden çok sorun yaşamadık. 1, 1 buçuk saat aralıksız yürüdüğümüzde ufak duraksamalar haricinde sesi pek çıkmadı. Ama ne zaman ki durduk bir şeyler bakalım dedik, o zaman, o da inmek ve yürümek istedi. Öyle zamanlarda babalara büyük iş düşüyor. Peşinden koşmak, gerektiğinde kucakta taşımak onların görevi ;) biz de Lina yı çok zorlamadık. Trafiğe kapalı yol, cadde, park gördük mü hemen indirdik pusetinden. Yürüttük, koşmasına etrafı gezmesine izin verdik.







PORT VELL ve Lina






Yemek konusuna gelecek olursam, bence Avrupa’da çocukla yemek sıkıntısı çekmeyeceğiniz yegane şehir Barcelona olabilir. Yada ülke olarak İspanya diyebilirim. Biz büyükler bile kuzey ve orta Avrupa’da kahvaltı olsun yemekler olsun hep birkaç günden sonra şikayet ederiz. Et, patates, sosis  dışında yiyecek bir şey bulamadığımızdan yakınırız.

Kahvaltı desen, zincir otellerde kalmıyorsan, kurvasan, çörek, reçel, cereal, kahve dışında bir şey bulamazsınız. İspanya öyle değil arkadaşlar…
Yemek yemek bir mutluluk, bir amaç, bir haz kaynağı orada. Kaldığımız süre boyunca ne şaraplarına doyduk, ne deniz ürünlerine, ne tapaslarına…
Öğlen yemeği olayı Barcelona da alıştığımız saatlerin biraz dışında. Saat 12 ile 4 arasında bütün restoranlar öğle yemeği menüsü veriyor. Bu menü genellikle restoranın kalitesine ve yerine göre 8 ila 15 euro arasında değişiyor. Çok turistik ve lüks bir restorandaysanız, biraz daha fazla ödemeyi göze alıyorsunuz. Ancak bu ücret karşılığında bir aperatif, bir ana yemek ve bir tatlı yemiş oluyorsunuz. Yanında bir şişe şarap veya bir sürahi sangria (tabiki sangria içmeden dönülmez yani) içerseniz ortalama 10-15 euro daha fiyata ekleme yapmanız gerekiyor. Ancak inanın yediklerinizden oldukça memnun kalacağınızı söyleyebilirim. İspanyada deniz ürünleri çok güzel ve ucuz. Karides günlük yemeklerin bir parçası örneğin.
La Buqeria 
Tapaslara gelecek olursak evet lezzetliler ama kendinizi sadece tapaslarla sınırlamayın derim. Bizim gibi midesinden önce gözünün doyması gereken milletler için pek uygun bir seçenek değil çünkü. Size tavsiyem öğlen bu menülerle mükellef bir yemek yiyip akşam 8’dan sonra ancak açılan ve 9’dan önce kalabalıklaşmayan güzel, sevimli bir restoran seçip sangria veya şarabınızın yanında Tapasla atıştırma şeklinde günü noktalamanız. Eğer aç karnına tapas yemeye giderseniz tanesi 3-7 euro arasında değişen tapaslardan 15 tane yemeden masadan kalkamazsınız J bu fiyata içki ilave edince ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım. Bir diğer seçenekte Paella. Deniz ürünlerinden oluşan pilav yani…
La Buqeria
 
Bu da akşam yemeğini geçiştiremem diyenler için güzel bir seçenek. Yalnız dikkat edin çok yağlı yapan yerler var. Paella için benim tavsiyem eğer ki yer bulabilirseniz 7 Portes.

Bunların yanında churrios diye bir tatlıları var ki İspanyolların her gün yemeden dönmeyin sakın. Şahsen biz öyle yaptık. Gezerken acıkmayı bile beklemeden köşe başında karşımıza çıkıveren minik pastanelerden alıverdik. Yürürken afiyetle yedik. Churiios kızartılmış hamur tatlısı aslında. Oldukça kalorili ve zararlı evet ama üstüne döktükleri çikolata sosu veya nutellayla inanılmaz bir lezzet patlamasına dönüşüyor. Nasılsa tatilde yediklerimiz sayılmaz öyle değil miJ hem en az 15 bin adım atıyoruz her gün o kadar olsun J 


Yemek kısmını geçiyorum ve gezilecek yerler kısmına geliyorum. Bu bölümü internette çok ayrıntılı bir çok blogta, sitede bulabilirsiniz. O nedenle ben nereye gidilirden ziyade, biz nereleri daha çok sevdik onu paylaşmak istiyorum.

Bizim otelimiz Gotik Quarterdaydı o yüzden çoğu yere yürüyerek gittik. Havaalanından otele de trenle 2 aktarma yaparak kolayca geldik. Meşhur La Rambla caddesine 15 dakikalık yürüme mesafesindeydik. O cadde üstündeki oteller yerine arka sokaklarında veya bizim gibi hemen bitişiğindeki gotik quarterda kalabilirsiniz. Eğer yazın gidiyorsanız Barceloneta bölgesinde kalmayı da tercih edebilirisniz. Burası deniz kenarı plajın ve kafelerin bulunduğu yazın özellikle çok canlı olan bir bölge.
Benim Barcelona diyince içimi mutlulukla dolduran, en çok sevdiğim, her gidişimde mutlaka giderim dediğim 2 yer var. Biri La Boqueria diğeri Barceloneta. La Boqueria, basit tabirle bir Pazar yeri. Ama deniz ürünlerinin en lezzetlisii ,en tazesini, en güzelini burada yiyebilirisiniz. İster elinize alıp dolaşırken yiyin ister bistrolardan birine oturup birer bira söyleyip anın, kalabalığı tadını çıkartın.  Sonra üzerine tatlı niyetine taptaze bir coconut suyu veya passion fruit, mango karışımından içebilirsiniz. Meyve suyu içmem diyorsanız minik kaselerde tropik bir sürü farklı çeşit meyvelerin bulunduğu bir meyve salatası alabilirsiniz. 
La Buqeriada dolaşırken alıp yediğimiz ahtapotlar 
her çeişt leziz meyveler ve meye suları 

Biz kaldığımız 4 gün boyunca her gün ara öğünümüzü yapmak ve Lina’ya meyve yedirmek için buraya uğradık. Bazı günler sadece meyve yedik bazı günler deniz ürünlerine yumulduk. Lina’ya da bol bol vitamin oldu. Tatilde özellikle çocukların sebze meyve yiyemediği düşünülürse Barcelona her açıdan çocuklu tatil için çok güzel bir alternatif.
              
Barcelonata bölgesi ise demin bahsettiğim gibi yazın ve bahar aylarında çok güzel bir bölge. Ben daha çok turist gibi haldır haldır gezmekten ziyade Barcelona da nerede keyifli vakit geçirdiğimizden bahsetmek istediğim için bu iki bölgeyi anlatmak istedim. Plajda kumlara yayılmak veya port Vell’de yerel halkın içine karışıp çimlere uzanmak… sahil boyunca yürüyüş yapmak.. hepsinde de Barcelona’yı yaşarsınız…
Bunun dışında bunun Picasso müzesi var, Gaudi’nin bitmek bilmeyen bir sürü eseri var ki hepsi görülmeye değer. Park Güel, Casa Mila, Casa Battlo var. Sonra başlı başına La Sagrada Familia var ki hala tamamlanmamışta olsa görülmeye değer.
Ve son olarak bizim otelin bulunduğu bölge ki Barcelona da yaşasam orda yaşamak isterdim kesinlikle bir gün yemeğinizi bu bölgede yemelisiniz. El Born diye de geçen bu bölge sokak sanatından tutunda, orta çağdan kalma daracık sokakları, minik, güzel cafe ve pubları arasında kendinizden geçeceğiniz harika bir bölge. Biz Linayla kumsal deniz kenarı park dışında en çok buralarda takıldık. Bol bol yürüdük beğendiğimiz restoranlarda, cafelerde durup yemek yedik.
Bazen düşünüyorum da çocuklu tatilin en güzel yanı bu bence. Koşturmamak. Çocuklar koştur koştur aralıksız gezmeye izin vermiyorlar çünkü. Onların ritminde yavaş, yavaş, molalar vererek gezmenize neden oluyorlar. Bu sayede aslında fark etmeden, şehri yaşamaya, solumaya fırsatınız oluyor. Anı yaşamak güneşli güzel bir günde şirin bir cafede tarihi koklayarak, saatine bakmadan, etrafı seyrederek kahveni yudumlamak, yada bir parkta çimlere yayılıp çocuğunuzla keyif yapmak… hepsi bir gezgini bir turistten ayıran şeyler aslında. Ve ben ilk kez gittiğim şehirlerde bile bunu yapmayı seviyorum.

Bütün bunların üstüne şunu söylemeden geçemeyeceğim, Barcelona en sevdiğim Avrupa şehirleri listesinde bir numara. Sırayı kaptıracak gibi de durmuyor. Son olarak çocuklu gezginler için şunu hatırlatmak isterim, Barcelona,  Amerika ve Avrupa da yapılan bir araştırmada, çocukla tatil için en çok tercih edilen yerler araştırmasında birinci olmuş. Yani çocukla tatile gidilebilecek en iyi şehir seçilmiş hem de anneler tarafından ;) bilginize…