Translate

seyahat etmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seyahat etmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2016 Perşembe

Mico’s in Barcelona


Üstünden neredeyse 1 sene geçmiş olsa da sonunda yazıyorum işte.... 

Vicky Christina Barcelona filmini hepiniz bilirsiniz. Woddy Allen’in filmleri içinde en sevdiğim olmasa da Barcelona da geçiyor olması bile yeterlidir o filmi sevmeye. Uzun süredir Avrupa şehirleri için çok heyecan duymuyor ve tatil için hep farklı rotalar denemek istiyorduk. Ancak benim hamileliğim ve  Lina’nın doğumunun ardından Lina, ufakken gitmeye cesaret edemediğimiz yerler olduğu için Avrupa da en keyif alacağımız şehirlere seyahat edelim diyerekten Daha önceki postumda anlattığım gibi Kanarya adalarına gitmiştik. Çocukla gidilebilecek harika bir destinasyon olmasının yanında tatilimiz çok güzel geçmişti. Hazır Kanarya adalarına aktarmasız gidemiyoruz madem Barcelona da da birkaç gün kalalım diyerek 4 günlüğüne Barcelona’ya gittik. Ekim ayı olduğu için hava biraz serindi. Bir gün yağmura denk geldik ama gezmemize engel olmadı hatta romantik bile oldu diyebilirim. Bence yapış yapış temmuz sıcağında gitmek yerine Nisan, Mayıs-Eylül, Ekim ayları tercih edilmeli. Ayrıca otel fiyatları da nispeten daha uygun oluyor.
Bizim en büyük pişmanlığımız air bnb den vazgeçip, ev kiralamak yerine, otelde kalmak oldu. Hele ki çocukluysanız inanın otellerin rahatlığına konforuna kanıpta zaten 3,4 gün ne uğraşıcaz evle, kalalım otelde demeyin. Ben şahsen severim otelleri. Hatta en büyük keyfimdir bookingte otel seçmek. Seyahatin kendisi kadar planlama kısmı benim için büyük mutluluktur çünkü. Her neyse seçtiğimiz otel lokasyon olarak şahaneydi ama odanın küçüklüğü ve Barcelona’nın klasik dar sokaklarından birine bakıyor olması dolayısıyla karanlık, basık bir odaydı. Üstelik o ödediğimiz paraya 2 odalı balkonlu bir evde rahat rahat kalabilirdik.

Neyse zaten odada çok vakit geçirmeyeceğiz diyerek kendimizi motive ettik etmesine ama çocukluysanız ve çocuğunuzun bir uyku düzeni varsa oda da fazla vakit geçirmeme diye bir durum olmuyor ne yazık ki J Biz genellikle sabah kahvaltımızı edip, (Barcelona’daki otellerin çoğunda kahvaltı fiyata dahil değil, çocukluysanız, tavsiyem kahvaltı dahil bir otel bulmanızdır. Çocuk sabah açken hazırlanıp dışarı çıkıp kahvaltı edecek yer aramak hiç hoş olmuyor. Ve genellikle bulduğunuz yerde de çocuğun alışık olmadığı tarzda hamur işi gibi yiyeceklerle geçiştirmek zorunda kalabiliyorsunuz. Yumurta, peynir, meyve suyu, zeytin vs. gibi yiyecekleri Avrupa da kahvaltı yapabileceğiniz mekânlarda her zaman bulamayabilirsiniz.) dışarı çıkıp otelden çok uzaklaşmadan çevrede takılıp Lina’nın uyku saatinde otele geri dönüp onu yatırıp bizde biraz dinleniyor o uyanınca geri çıkıyorduk. Böylece öğlen iyi uyuduğu için akşam normalde 7 buçuk, 8 gibi uyumasına rağmen, 9’a kadar dayanabiliyordu.


EL Born sokaklarından görüntüler

 

Barcelonata bölgesi 

Lina pusetinde, durmadığımız sürekli yürüdüğümüz müddetçe sıkıntı çıkarmadan oturan bir çocuk. O yüzden çok sorun yaşamadık. 1, 1 buçuk saat aralıksız yürüdüğümüzde ufak duraksamalar haricinde sesi pek çıkmadı. Ama ne zaman ki durduk bir şeyler bakalım dedik, o zaman, o da inmek ve yürümek istedi. Öyle zamanlarda babalara büyük iş düşüyor. Peşinden koşmak, gerektiğinde kucakta taşımak onların görevi ;) biz de Lina yı çok zorlamadık. Trafiğe kapalı yol, cadde, park gördük mü hemen indirdik pusetinden. Yürüttük, koşmasına etrafı gezmesine izin verdik.







PORT VELL ve Lina






Yemek konusuna gelecek olursam, bence Avrupa’da çocukla yemek sıkıntısı çekmeyeceğiniz yegane şehir Barcelona olabilir. Yada ülke olarak İspanya diyebilirim. Biz büyükler bile kuzey ve orta Avrupa’da kahvaltı olsun yemekler olsun hep birkaç günden sonra şikayet ederiz. Et, patates, sosis  dışında yiyecek bir şey bulamadığımızdan yakınırız.

Kahvaltı desen, zincir otellerde kalmıyorsan, kurvasan, çörek, reçel, cereal, kahve dışında bir şey bulamazsınız. İspanya öyle değil arkadaşlar…
Yemek yemek bir mutluluk, bir amaç, bir haz kaynağı orada. Kaldığımız süre boyunca ne şaraplarına doyduk, ne deniz ürünlerine, ne tapaslarına…
Öğlen yemeği olayı Barcelona da alıştığımız saatlerin biraz dışında. Saat 12 ile 4 arasında bütün restoranlar öğle yemeği menüsü veriyor. Bu menü genellikle restoranın kalitesine ve yerine göre 8 ila 15 euro arasında değişiyor. Çok turistik ve lüks bir restorandaysanız, biraz daha fazla ödemeyi göze alıyorsunuz. Ancak bu ücret karşılığında bir aperatif, bir ana yemek ve bir tatlı yemiş oluyorsunuz. Yanında bir şişe şarap veya bir sürahi sangria (tabiki sangria içmeden dönülmez yani) içerseniz ortalama 10-15 euro daha fiyata ekleme yapmanız gerekiyor. Ancak inanın yediklerinizden oldukça memnun kalacağınızı söyleyebilirim. İspanyada deniz ürünleri çok güzel ve ucuz. Karides günlük yemeklerin bir parçası örneğin.
La Buqeria 
Tapaslara gelecek olursak evet lezzetliler ama kendinizi sadece tapaslarla sınırlamayın derim. Bizim gibi midesinden önce gözünün doyması gereken milletler için pek uygun bir seçenek değil çünkü. Size tavsiyem öğlen bu menülerle mükellef bir yemek yiyip akşam 8’dan sonra ancak açılan ve 9’dan önce kalabalıklaşmayan güzel, sevimli bir restoran seçip sangria veya şarabınızın yanında Tapasla atıştırma şeklinde günü noktalamanız. Eğer aç karnına tapas yemeye giderseniz tanesi 3-7 euro arasında değişen tapaslardan 15 tane yemeden masadan kalkamazsınız J bu fiyata içki ilave edince ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım. Bir diğer seçenekte Paella. Deniz ürünlerinden oluşan pilav yani…
La Buqeria
 
Bu da akşam yemeğini geçiştiremem diyenler için güzel bir seçenek. Yalnız dikkat edin çok yağlı yapan yerler var. Paella için benim tavsiyem eğer ki yer bulabilirseniz 7 Portes.

Bunların yanında churrios diye bir tatlıları var ki İspanyolların her gün yemeden dönmeyin sakın. Şahsen biz öyle yaptık. Gezerken acıkmayı bile beklemeden köşe başında karşımıza çıkıveren minik pastanelerden alıverdik. Yürürken afiyetle yedik. Churiios kızartılmış hamur tatlısı aslında. Oldukça kalorili ve zararlı evet ama üstüne döktükleri çikolata sosu veya nutellayla inanılmaz bir lezzet patlamasına dönüşüyor. Nasılsa tatilde yediklerimiz sayılmaz öyle değil miJ hem en az 15 bin adım atıyoruz her gün o kadar olsun J 


Yemek kısmını geçiyorum ve gezilecek yerler kısmına geliyorum. Bu bölümü internette çok ayrıntılı bir çok blogta, sitede bulabilirsiniz. O nedenle ben nereye gidilirden ziyade, biz nereleri daha çok sevdik onu paylaşmak istiyorum.

Bizim otelimiz Gotik Quarterdaydı o yüzden çoğu yere yürüyerek gittik. Havaalanından otele de trenle 2 aktarma yaparak kolayca geldik. Meşhur La Rambla caddesine 15 dakikalık yürüme mesafesindeydik. O cadde üstündeki oteller yerine arka sokaklarında veya bizim gibi hemen bitişiğindeki gotik quarterda kalabilirsiniz. Eğer yazın gidiyorsanız Barceloneta bölgesinde kalmayı da tercih edebilirisniz. Burası deniz kenarı plajın ve kafelerin bulunduğu yazın özellikle çok canlı olan bir bölge.
Benim Barcelona diyince içimi mutlulukla dolduran, en çok sevdiğim, her gidişimde mutlaka giderim dediğim 2 yer var. Biri La Boqueria diğeri Barceloneta. La Boqueria, basit tabirle bir Pazar yeri. Ama deniz ürünlerinin en lezzetlisii ,en tazesini, en güzelini burada yiyebilirisiniz. İster elinize alıp dolaşırken yiyin ister bistrolardan birine oturup birer bira söyleyip anın, kalabalığı tadını çıkartın.  Sonra üzerine tatlı niyetine taptaze bir coconut suyu veya passion fruit, mango karışımından içebilirsiniz. Meyve suyu içmem diyorsanız minik kaselerde tropik bir sürü farklı çeşit meyvelerin bulunduğu bir meyve salatası alabilirsiniz. 
La Buqeriada dolaşırken alıp yediğimiz ahtapotlar 
her çeişt leziz meyveler ve meye suları 

Biz kaldığımız 4 gün boyunca her gün ara öğünümüzü yapmak ve Lina’ya meyve yedirmek için buraya uğradık. Bazı günler sadece meyve yedik bazı günler deniz ürünlerine yumulduk. Lina’ya da bol bol vitamin oldu. Tatilde özellikle çocukların sebze meyve yiyemediği düşünülürse Barcelona her açıdan çocuklu tatil için çok güzel bir alternatif.
              
Barcelonata bölgesi ise demin bahsettiğim gibi yazın ve bahar aylarında çok güzel bir bölge. Ben daha çok turist gibi haldır haldır gezmekten ziyade Barcelona da nerede keyifli vakit geçirdiğimizden bahsetmek istediğim için bu iki bölgeyi anlatmak istedim. Plajda kumlara yayılmak veya port Vell’de yerel halkın içine karışıp çimlere uzanmak… sahil boyunca yürüyüş yapmak.. hepsinde de Barcelona’yı yaşarsınız…
Bunun dışında bunun Picasso müzesi var, Gaudi’nin bitmek bilmeyen bir sürü eseri var ki hepsi görülmeye değer. Park Güel, Casa Mila, Casa Battlo var. Sonra başlı başına La Sagrada Familia var ki hala tamamlanmamışta olsa görülmeye değer.
Ve son olarak bizim otelin bulunduğu bölge ki Barcelona da yaşasam orda yaşamak isterdim kesinlikle bir gün yemeğinizi bu bölgede yemelisiniz. El Born diye de geçen bu bölge sokak sanatından tutunda, orta çağdan kalma daracık sokakları, minik, güzel cafe ve pubları arasında kendinizden geçeceğiniz harika bir bölge. Biz Linayla kumsal deniz kenarı park dışında en çok buralarda takıldık. Bol bol yürüdük beğendiğimiz restoranlarda, cafelerde durup yemek yedik.
Bazen düşünüyorum da çocuklu tatilin en güzel yanı bu bence. Koşturmamak. Çocuklar koştur koştur aralıksız gezmeye izin vermiyorlar çünkü. Onların ritminde yavaş, yavaş, molalar vererek gezmenize neden oluyorlar. Bu sayede aslında fark etmeden, şehri yaşamaya, solumaya fırsatınız oluyor. Anı yaşamak güneşli güzel bir günde şirin bir cafede tarihi koklayarak, saatine bakmadan, etrafı seyrederek kahveni yudumlamak, yada bir parkta çimlere yayılıp çocuğunuzla keyif yapmak… hepsi bir gezgini bir turistten ayıran şeyler aslında. Ve ben ilk kez gittiğim şehirlerde bile bunu yapmayı seviyorum.

Bütün bunların üstüne şunu söylemeden geçemeyeceğim, Barcelona en sevdiğim Avrupa şehirleri listesinde bir numara. Sırayı kaptıracak gibi de durmuyor. Son olarak çocuklu gezginler için şunu hatırlatmak isterim, Barcelona,  Amerika ve Avrupa da yapılan bir araştırmada, çocukla tatil için en çok tercih edilen yerler araştırmasında birinci olmuş. Yani çocukla tatile gidilebilecek en iyi şehir seçilmiş hem de anneler tarafından ;) bilginize…













26 Mayıs 2015 Salı

Cezayir: Alışılmışın dışında bir ülke..


Cezayir'den tekrar merhaba,
Burada hayat çok hızlı akıyor. Hep aynı şeyleri yapınca ve sosyal anlamda gün içinde yapacak çok fazla şey olmayınca büyük bir hızla haftaları deviriyoruz. 
Artık alıştık buradaki hayatımıza.
"Cezayir sitili hayat" diye bir şey var. 
Biraz ondan bahsetmek istiyorum.

Arapları az çok tanıdım artık. Ama Kuzey Afrika daha da küçültürsek Cezayir'liler bir başka. 

Hem Akdenizli, hem Arap, hem Frankafon, hem de Afrikalılar. 
Bunların hepsini bir kasede erit işte sana Cezayirli..

Genelleme yapamayacağınız nadir ülkelerden.

Kimi yer de Afrika ağır basıyor.Kiri,pası,fakirliği,kültürel çeşitliliği,el değmemişliği,masumiyeti,doğanın egemenliği.. Kimi yerde Akdeniz'in tuzu, beyazı, rahatlığı,çiçekleri,iklimi.tatili...
Bir bakmışsınız Fransızlar gibi parfüm merakı, tatlı,pasta,kahve hatta şarap kültürü, adeta sinirleri alınmışcasına Avrupai bir sakinlik, kibarlık, trafikte yayaya yol verme,kadınlara yardımcı olma incelikleri... Sonra bir daha bakıyorsunuz, Arapların boş vermişliği,kaderciliği,gösteriş merakı,oryantal kültürü, temizliğe önem vermeyen yapısı!!!  (şimdi sevgilim kesin bu satırları okurken yine ona buna geçirmişsin tarafsız yazamıyosun diyecek ama tarafsız yazarsam yazmanın anlamı kalmaz aşkım üzgünüm beni böyle kabul et :) :P ) 
İşte bu yukarıda saydıklarımın hepsi Cezayir'lilerde var olan özellikler. Hepsinden bir şeyler almışlar. O yüzden geldiğimden beri bir yere oturtamıyorum Cezayir'i ve insanlarını. 

SOSYAL HAYAT


Burada sosyal hayat erkeklerin duvar dibinde muhabbet etmesi demek. 
Kadınların ise yine kendi aralarında daha çok indoor mekanlarda görüşmesi
Bu bahsettiğim Cezayir'in büyük çoğunluğunu kapsasa da eğitimli, Sosyo kültürel olarak daha gelişmiş kesimin ise olanakları bizler gibi zorlayarak sosyalleşmeye uğraştıklarına şahit oldum.
Kadın erkek dışarda yemek yemek, eğlenmek gibi aktiviteler çok küçük bir kesim için mevcut yani anlayacağınız. 
Burada en çok oturacak cafe restoran bulamamak konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Mesela çok şahane pastane yapmışlar. Kahve de alalım oturalım ne güzel di mi.. 
Yok!! 
Adamlar sadece pastane açmış. 
Ya da restoran olarak düzgün temiz bir yer bulmak çok zor. 
Şık restoranlar var evet ama 6'dan sonra açılıyor. Gündüz gidilecek çay, kahve içip,yemek yenebilecek mekan bir elin parmağını geçmez diyebilirim. 
Bir de trafik rezalet olduğu için başka semtte ki bir yere gitmek işkenceye dönüşüyor ve genellikle vazgeçip, evimde oturayım daha iyi,  diyebiliyorsunuz.

EKONOMİ


Ücretler de çok düşük. Örnek vermem gerekirse, Bir şoförün aylık kazancı 200 dolarken, Balık restoranında alkollü bir yemeğe de 100 dolar ödüyorsunuz.  Eve temizliğe gelen bir kadın 1000 dinar yani 8 dolar civarında bir ücret alıyor. Buna karşın petrol ve doğalgaz çok ucuz. 
ithal meyveler oldukça pahalıyken, burada bahçelerde çok sık gördüğümüz çilek ve yenidünya gibi meyveler çok ucuz. 




TURİZM VE MİMARİ 


Diğer bir ilginç konuda deniz kültürünün olmayışı. Muhafazakarlık bir yana deniz kenarları şehirden resmen uzak tutulmak istenmiş. Şehirde çok nadir yerler haricinde denizin olduğunu bile unutuyorsunuz. Eski yerleşim yeri olan şehir merkezi Dedouch Murad semti Fransızların zamanında yaptığı mimari yapılardan oluşuyor. Fransız etkisi çok fazla olan bu semt benim favori mekanım oldu diyebilirim. 


Yer yer eski, yer yer bakımsız Fransız koloniyel mimari yapılarla dolu bir kaç kilometre karelik bu semt de denizi de ara ara görebiliyorsunuz. Ancak hala şehirdeki planlama ve algı, fakirler deniz kenarında oturur şeklinde olduğu için deniz gören evler oldukça eski ve varoş.



Üstelik denizi de liman olarak sanayi bölgesi şeklinde kullandıkları için denizde de görmeye değer pek bir numara yok diyebilirim. Denizden, deniz havasından faydalanmak istiyorsanız şehrin biraz dışına çıkmanız gerekiyor. Şehrin içinde denize girilebilen ve tavsiye edilen tek yer Sheraton otelinin beach'i. Halka açık plajlarda bikiniyle rahat denize girilemeyeceğini duyduğumuzdan bizim için Sheretondan başka çok fazla seçenek kalmıyor. 


Tipaza ise otantik ve African tarzda bir liman görmek ve şirin bir kasabada dolaşmak isteyenler için çok iyi bir destinasyon. Alger'e yaklaşık 1 saat uzaklıkta. Ayrıca karides ve her tür balığı etraftaki restoranlarda oldukça uygun fiyatlara yiyebilirsiniz.


GRAND POST''un önünde biz..










            











YEMEK 

Buraya geldiğimizden beri çok yediğimiz bir kaç şey var. 
Bunlardan ilki neredeyse her gün yediğimiz dondurma. 
Neredeyse her cadde de bir İtalyan dondurmacısı mevcut. Üstelik şaşırtıcı biçimde lezzetli ve çok çeşitli. 

Diğer favorimizse balık tabi ki..
Balıkçılık hala çok profesyonel yapılmıyor olsa da, hizmet sektörünün ne olduğundan haberi olmayan ancak yurtdışı görmüş bir kaç girişim dışında kör topal idare eden restoranlarla da olsa burada balık yemek şahane. Haftada bir kez en azından balık yemeğe çalışıyoruz. Hem Lina'nın balık yemesi hemde bol ve taze balık bulmuşken tadını çıkartalım diye..

Ve son olarak tatlılar,çikolatalar ve ekmekler...
Fransızların her şeyini almamış Cezayir'liler. 
Kahve kültürünü ve pastalarını almışlar ama. 
Ah o tatlılar..
Her sokakta mutlaka fırın, pastane bulunuyor. Hepsi temiz veya bizim damak tadımıza uymasa da uyanını bulmak hiçte zor değil. Bizim eve yakın 2 tane şahane pastane var. Birinde kurvasanlar ve makaronlar, öbüründe pasta ve tartlar inanılmaz leziz. 


PARKLAR 

Ve burada ki parklar, ormanlar...
İnanılmaz yeşil bir şehir burası. 
İlk geldiğimde beni çok şaşırttı bu durum. 
Hala yolda giderken etrafıma bakıp bakıp yeşilliğe inanamıyorum bazen.
Burdaki parkların en güzeli "Jardin d'essai du Hamma"
Fransızların bence Cezayirlilere yaptığı en büyük iyilik 















Tarzan filmi burada çekilmiş. 
Şöyle bir park düşünün ki aradaki patikaları saymazsan Amazon ormanlarında yürüyor gibi hissedebilirsiniz. 
O kadar büyük ve eski ağaçlar var ki ağaçların kökleri ve dalları karışmış başka ağaçlar oluşturmuş. Ve bu park şehir merkezinin tam ortasında. 

Burası kadar gösterişli ve sıradışı olmasa da diğer parklarda oldukça güzel.




Hayvanat bahçesi bile kendi içerisinde koskocaman bir park diyebilirim.

İşte bir çırpıda Cezayir'in en'lerini anlattım size. Burası zamanla kendini sevdiriyor ama yine de zor bir ülke. 
Cezayir'de 2000'lerin başına kadar iç savaş varmış o yüzden yan komşuları Tunus ve Fas'ı geriden takip ediyorlar aslında ve turizmin T'sindeler, daha gidecek yolları çok...
Kapalı ekonomisiyle, insanlarının da yönetenlerinin de küçük düşünüp, küçük yaşadığı koskocaman bir ülke. 

Topraklarının yarısından fazlası çöl olan, toplam nüfusun çok büyük bir kısmının başkentte yaşadığı, döviz taşımanın yasak ve bankada döviz bozdurmanın enayilik olduğu, 
Karaborsada bozdurunca 100 doların 14.000 dinar ederken, banka kuruyla 10.000 dinar ettiği..
Ve hala alışamadığım ve sanırım hiç bir zaman alışamayacağım kredi kartının olmadığı bir ülke burası. 
En lüks mağaza, en büyük süpermarket hatta hava alanı dahil hiç bir yerde kredi kartının geçmediği ve hatta böyle bir teknolojiden bir haber yaşayan binlerce insanın olduğu,
Cebindeki parayı hesap etmeden adım atamadığın, ve ne ilginçtir ki ufak az, öz alıp, öyle yaşamayı nasıl unuttuğumuzu gösterdiği içinde zamanla kabullendiğin bir garip diyar...