Arabistan'da ailelerin uyduğu bazı örf ve adetler var. Bazıları bize çok
ters gelebilirken bazıları da bir o kadar tanıdık. Misafirlik bizde ki gibi
yaygın. Aileler birbirini ziyerete
gidiyor ancak kadınlar ayrı erkekler ayrı oturuyor.
Restoranların çoğunda arabaya servis var. Yürüyerek dolaşamadıkları için,
yiyecekleri alıp arabada gezerek yiyorlar. Bu da akıl almaz bir trafik meydana getiriyor.
Kadının evde yalnızken kocasının erkek kardeşini eve kabul etmesi adetlerine
uygun değil. Evde yalnızken içeri alamıyor ancak kocası gelince içeri davet
edebiliyor.
Bizim şehirlerde yaygın olarak gördüğümüz hafta sonları, otoban kenarı
yeşilliklerinde, mangal yakma durumu Araplarda da çok yaygın. Tek bir farkla
onlar için, Yeşillik veya çöl kumu fark etmiyor.
Et ve deniz ürünleri fiyatları çok uygun. Özellikle deniz böcekleri Türkiye’dekinin
üçte bir fiyatına yiyebiliyorsunuz.
Marketlerde sınırsız tatlı içecek seçeneği var. Hatta o kadar çok meyve
suyu çeşidi var ki dünya da ne kadar meyva varsa herbirinin suyunu katkısız
şekliyle bulmak mümkün diyebilirim. Benim gibi sadece su ve ayran içen birisi
için önce kabul etmesi zor oldu ama denedikçe meyve sularına bağımlı oldum. Restoranlarda
da çok ilginç meyve kokteylleri ağızları sulandıracak şekilde servis ediliyor. Ve
tabiiki alkolsüz biralardan da bahsetmesem olmaz…. Efes dahil olmak üzere dünyaca
ünlü bir çok bira markasının, aromalı, alkolsüz biraları satılıyor. Ben daha
önce "yanlışlıkla" alkolsüz bira içmiş biri olarak, çok gereksiz bir içecek
olduğunu düşünürdüm. Yani bira zaten favori içkim değildir ama şöyle buz gibi bir
bira da bazen şahane gider. Ee alkolsüz olduktan sonra su içmeyi tercih ederim
diyordum ki… Buradaki biraları deneyene kadar….Limonlu, berryli, elmalı, narlı
bir sürü çeşidi var. İnanın denemiş olsanız, Türkiye’deki meyvalı gazozları bir
daha içmezsiniz. Üstelik malum her şeyin içine koydukları glikoz şurubu burada hiçbir
içecekte bulunmuyor.
Birazda günlük hayattan bahsedecek olursam, her yere arabayla gidiliyor.
Eğer yarım saat, bir saatlik, bir işi
varsa kimse, arabasının kontağını kapatmıyor. Hatta yazın hava sıcaklığı 50
dereceyi bulduğu günlerde 1 saat önceden arabalarını çalıştırıp klimalarını
açıp, öyle biniyorlarmış. Alışveriş merkezinde
arabayı koymak için park yeri ararken bir çok arabanın çalışır durumda olduğunu
ama içinde kimsenin olmadığını görünce ben oldukça şaşırmıştım.
Her yerde çok lüks arabalar var. Hıza meraklılar. En komiği, toplu taşıma
diye bir şey yok. Bir tane bile otobüs görmedim daha. Taksiler var ve çok ucuz. Taksi kullananların çoğu yabancı kadınlar zaten. Geri kalan herkesin
arabası veya şöförü var. Hatta Alışveriş merkezlerinin otoparklarında jeeplerin yanında oturan ve kadınları bekleyen, Filipinli şoförleri görebiliyorsunuz.
Yemeklerini arabaya servisten alıp, arabayla dolaşarak yiyorlar. Evet, o kadar yapacak hiç bişe yok ki, siz düşünün... :)
Genellikle sosyal hayat akşam 7 buçuktan sonra başlıyor. Son yatsı namazının bitişiyle herkes sokaklara çıkıyor. Ondan önce dışarı çıktığınızda hem sıcak, hemde namaz saatleri yüzünden zırt pırt her yerin kapanmasından birşey yapamıyorsunuz. Namaz saatlerini takip etmeden plan yapınca ortada kalıyorsunuz. Sürekli namazın bitişini ve başlangıcını hesaplayarak alışverişe gitmek, hatta restoranlarda bile siparişi namazdan önce verebilmek gerekiyor, yoksa namaz bitene kadar kimse siparişinizi almıyor. Namaz saatinde tüm restoranlar ve mağazaların kapanması zorunlu. Restoranlar ışıklarını kapatıyor. Perdelerini indiriyor. İçerideki müşteriler de yemeği geldiyse eğer, yemeğini yemeye devam ediyor, Gelmediyse beklemek zorunda kalıyor. Mall'lar da ise tüm mağazalar kapanıyor ama Mall'un içinde gezmek serbest. O sırada yerlerde namaz kılan kadınları veya oturup mağazaların açılmasını bekleyenleri görebiliyorsunuz.
Zaman kavramı burada o kadar önemsiz ki. Her şey yavaş işliyor. Hayat duruyor belli sürelerde, ama kimsenin acelesi yok. Her şeyi tükettikleri gibi zamanı da bilinçsizce tüketiyorlar aslında...
Geç saate kadar herkes dışarda oluyor ve öğlene kadar uyunuyor. Genelde herkes gece yaşıyor.
Yemeklerini arabaya servisten alıp, arabayla dolaşarak yiyorlar. Evet, o kadar yapacak hiç bişe yok ki, siz düşünün... :)
Genellikle sosyal hayat akşam 7 buçuktan sonra başlıyor. Son yatsı namazının bitişiyle herkes sokaklara çıkıyor. Ondan önce dışarı çıktığınızda hem sıcak, hemde namaz saatleri yüzünden zırt pırt her yerin kapanmasından birşey yapamıyorsunuz. Namaz saatlerini takip etmeden plan yapınca ortada kalıyorsunuz. Sürekli namazın bitişini ve başlangıcını hesaplayarak alışverişe gitmek, hatta restoranlarda bile siparişi namazdan önce verebilmek gerekiyor, yoksa namaz bitene kadar kimse siparişinizi almıyor. Namaz saatinde tüm restoranlar ve mağazaların kapanması zorunlu. Restoranlar ışıklarını kapatıyor. Perdelerini indiriyor. İçerideki müşteriler de yemeği geldiyse eğer, yemeğini yemeye devam ediyor, Gelmediyse beklemek zorunda kalıyor. Mall'lar da ise tüm mağazalar kapanıyor ama Mall'un içinde gezmek serbest. O sırada yerlerde namaz kılan kadınları veya oturup mağazaların açılmasını bekleyenleri görebiliyorsunuz.
Zaman kavramı burada o kadar önemsiz ki. Her şey yavaş işliyor. Hayat duruyor belli sürelerde, ama kimsenin acelesi yok. Her şeyi tükettikleri gibi zamanı da bilinçsizce tüketiyorlar aslında...
Geç saate kadar herkes dışarda oluyor ve öğlene kadar uyunuyor. Genelde herkes gece yaşıyor.
Arabanın deposunu doldurmak sadece 8 tl. ( vah benim ülkeme vah) Üstelik bahsi geçen araba 4x4, bunu da belirtmek isterim. Zaten motor gücü olarak 4000 motorun altında
pek araba göremiyorsunuz. İlk başta umarsızca benzin almak, yakıt hesabı
yapmayı bırak, savurganca araba kullanmak bana çok garip geldi. Ama sonra
alıştım sanırım. Türkiye ye dönünce yine km hesabına, her ay depoyu doldurmanın
maliyetindeki artışa nasıl tahammül edicem bilmiyorum.
Bedevilerin çoğu Toyota marka pikap kullanıyor. Ama arabaların her yanı
vuruk ve çizik içinde. Trafikte en çok onlardan korkmak gerekiyor çünkü
kaybedecek bir şeyleri yokmuş gibi gidiyorlar.
Yollar çok geniş, asfalt kalitesi yüksek. Çok sıcaklarda bile erimiyormuş. O yüzden mesafeler bizdeki gibi değil 500-600 km kısa mesafe olarak nitelendiriliyor ve gerçekten hiç uzun yolda gittiğinizi hissetmiyorsunuz.
Yollar çok geniş, asfalt kalitesi yüksek. Çok sıcaklarda bile erimiyormuş. O yüzden mesafeler bizdeki gibi değil 500-600 km kısa mesafe olarak nitelendiriliyor ve gerçekten hiç uzun yolda gittiğinizi hissetmiyorsunuz.
Ve en kötüsü çocuk sürücüler çok fazla. Geçenlerde Riyad’a giderken yolun
kalabalığı bir tarafa, herkes en önce ben geçiyim telaşındayken, Sol arkamızdan bir
anda, bir darbeyle irkildik. Kenara çektik ve sevgilim dışarı çıktı. 13-14
yaşlarında bir Suud erkek çocuğu. Korkmuş ve şaşkın bir şekilde bakıyor. Neyse ki
bizim arabaya bir şey olmamıştı. Çocuk, sevgilime zaten arabayı atacağını
arabanın çok eskidiğini söylemiş. Araba 3,4 yaşında bir Honda Civic’ti. Sanırım
bu olay genel olarak Arapların trafik ve araba konusundaki davranışları ve
düşünce yapılarını anlatmaya yeter.
O kadar zenginler ve o kadar parayı harcayacak yer ve ortamdan yoksunlar ki, araba konusunda sınırsız bir zevkleri var. Dünyanın en pahalı, en büyük arabalarını burada görmek mümkün. Geçen gece Riyad'ın en ünlü caddesi olan "Tahlia" caddesine gittik. İstanbul'un Bağdat caddesi gibi bir yer düşünün. Büyüklük ve piyasa olması açısından oldukça benzer olduklarını söyleyebilirim. Bu cadde üzerinde bir çok restoran, cafe ve mağazalar bulunuyor. Riyad'da yürüyerek dolaşabileceğiniz tek yer de burası aslında. Yinede yürüyen kimseye pek rastlamıyorsunuz. Bu cadde de herkes arabasıyla tur atıyor ama ne arabalarla...
Araplarda büyüklük takıntısı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Her şeyin en büyüğünü alıyorlar. Arabanın, evlerin, yemeğin, "bigger is better" kavramı Amerikalılardan bile daha büyük bir takıntı bence Suudlarda. Zaten özellikle böyle bir caddede giderken Küçük Amerika'daymış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Rahatlıkla, pembeye boyanmış bir Ferrari, veya tamamen altın kaplanmış bir Bentley görebilirsiniz.
Ancak düşündüğümüzde hak veriyoruz Suudlara. Çok zenginler ama harcayacak yerleri ve yapabilecekleri hiç bir şey yok. Onlarda ellerindeki olanaklarla en iyisini yapmaya çalışıyor işte...
Orta halli bir Suud erkeği, hiç çalışmadan, evinde 2 hizmetçi, bir şoför ve en az 2 tane Türkiye standartlarına göre pahalı arabaya sahip olabiliyor. Kefalet sistemi diye bir sistem kurulmuş burada. Bu sisteme göre; ülkeye gelen ve iş yapmak isteyen bir yabancıya bir Suud'un kefil olması gerekiyor. Kefilin onay vermeden ülkeden giriş çıkış yapamıyorsun. Bu kefilin kişinin üzerinde neredeyse modern kölelik denebilecek kadar hakları var. (Expatlar hariç). Ve Suudlar her kefili olduğu yabancıdan, kişinin geliri oranında bir para alıyor. Örneğin bir Filipinli Suudi Arabistana geldi. Temizlikçi olarak çalışıyor. O kişinin kefili kimse, her ay belli miktar parayı cebine indiriyor hemde oturduğu yerden. Her Suud'un en az 2,3 kefilinin olduğunu düşünün, matematiğini siz yapın. Sistem o kadar vatandaşını korumaya yönelik çalışıyor ki, zaten pis işleri kendi vatandaşına yaptırmıyorsun, yabancı çağırıyorsun. Bir taraftanda kendi vatandaşına yine gelir sağlıyorsun.
Kaliteli işler de de mutlaka belli oranlarda, Suud çalıştırma kotaları bulunuyor. Örneğin sevgilimin çalıştığı yer Suud Ordusuna tank ve savunma sistemleri yapıyor. Fabrikada belli pozisyonlarda Suud çalıştırma zorunluluğu var. İşe de gelmeseler, bazen 2 saat bile çalışmıyor dahi olsalar bu kotayı değiştiremiyorlar.Çünkü işsizlik çok yüksek. Bunun da nedeni yine fazla zengin olmaları. İşsiz,genç nüfus çok fazla ama ,iş beğenmedikleri için kimse çalışmaya değer bir iş bulup da kendini yormuyor. O yüzden gençlik araba yarışlarında, başı boş sokaklarda...
Şimdi siz söyleyin, şöyle ortalama bir Türk erkeğini hayal edin. Bu standartlara sahip olsa yok ben yinede çalışıcam, 50 derecede işime de gidicem, namazımı da kılıcam tutmayın beni der mi demez mi? :)) cevabı hepimiz biliyoruz bence. Bizim eşekler gibi çalışıp sahip olmaya uğraştığımız evleri, arabaları, imkanları, çalışmadan sahip olduklarını düşünürsek ee niye çalışsınlar ki.... :)))
Bunun üzerine geçenlerde Sevgilimle konuşurken dedik ki: Huzur İslamda, Para var, huzur var :)) Sizce de Suudların mottosu bu değil mi? :D
O kadar zenginler ve o kadar parayı harcayacak yer ve ortamdan yoksunlar ki, araba konusunda sınırsız bir zevkleri var. Dünyanın en pahalı, en büyük arabalarını burada görmek mümkün. Geçen gece Riyad'ın en ünlü caddesi olan "Tahlia" caddesine gittik. İstanbul'un Bağdat caddesi gibi bir yer düşünün. Büyüklük ve piyasa olması açısından oldukça benzer olduklarını söyleyebilirim. Bu cadde üzerinde bir çok restoran, cafe ve mağazalar bulunuyor. Riyad'da yürüyerek dolaşabileceğiniz tek yer de burası aslında. Yinede yürüyen kimseye pek rastlamıyorsunuz. Bu cadde de herkes arabasıyla tur atıyor ama ne arabalarla...
Araplarda büyüklük takıntısı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Her şeyin en büyüğünü alıyorlar. Arabanın, evlerin, yemeğin, "bigger is better" kavramı Amerikalılardan bile daha büyük bir takıntı bence Suudlarda. Zaten özellikle böyle bir caddede giderken Küçük Amerika'daymış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Rahatlıkla, pembeye boyanmış bir Ferrari, veya tamamen altın kaplanmış bir Bentley görebilirsiniz.
Ancak düşündüğümüzde hak veriyoruz Suudlara. Çok zenginler ama harcayacak yerleri ve yapabilecekleri hiç bir şey yok. Onlarda ellerindeki olanaklarla en iyisini yapmaya çalışıyor işte...
Orta halli bir Suud erkeği, hiç çalışmadan, evinde 2 hizmetçi, bir şoför ve en az 2 tane Türkiye standartlarına göre pahalı arabaya sahip olabiliyor. Kefalet sistemi diye bir sistem kurulmuş burada. Bu sisteme göre; ülkeye gelen ve iş yapmak isteyen bir yabancıya bir Suud'un kefil olması gerekiyor. Kefilin onay vermeden ülkeden giriş çıkış yapamıyorsun. Bu kefilin kişinin üzerinde neredeyse modern kölelik denebilecek kadar hakları var. (Expatlar hariç). Ve Suudlar her kefili olduğu yabancıdan, kişinin geliri oranında bir para alıyor. Örneğin bir Filipinli Suudi Arabistana geldi. Temizlikçi olarak çalışıyor. O kişinin kefili kimse, her ay belli miktar parayı cebine indiriyor hemde oturduğu yerden. Her Suud'un en az 2,3 kefilinin olduğunu düşünün, matematiğini siz yapın. Sistem o kadar vatandaşını korumaya yönelik çalışıyor ki, zaten pis işleri kendi vatandaşına yaptırmıyorsun, yabancı çağırıyorsun. Bir taraftanda kendi vatandaşına yine gelir sağlıyorsun.
Kaliteli işler de de mutlaka belli oranlarda, Suud çalıştırma kotaları bulunuyor. Örneğin sevgilimin çalıştığı yer Suud Ordusuna tank ve savunma sistemleri yapıyor. Fabrikada belli pozisyonlarda Suud çalıştırma zorunluluğu var. İşe de gelmeseler, bazen 2 saat bile çalışmıyor dahi olsalar bu kotayı değiştiremiyorlar.Çünkü işsizlik çok yüksek. Bunun da nedeni yine fazla zengin olmaları. İşsiz,genç nüfus çok fazla ama ,iş beğenmedikleri için kimse çalışmaya değer bir iş bulup da kendini yormuyor. O yüzden gençlik araba yarışlarında, başı boş sokaklarda...
Şimdi siz söyleyin, şöyle ortalama bir Türk erkeğini hayal edin. Bu standartlara sahip olsa yok ben yinede çalışıcam, 50 derecede işime de gidicem, namazımı da kılıcam tutmayın beni der mi demez mi? :)) cevabı hepimiz biliyoruz bence. Bizim eşekler gibi çalışıp sahip olmaya uğraştığımız evleri, arabaları, imkanları, çalışmadan sahip olduklarını düşünürsek ee niye çalışsınlar ki.... :)))
Bunun üzerine geçenlerde Sevgilimle konuşurken dedik ki: Huzur İslamda, Para var, huzur var :)) Sizce de Suudların mottosu bu değil mi? :D
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder