Translate

araplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
araplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2013 Perşembe

Arapça Düşünmek

Her ne kadar Türkiye'ye çoktan dönmüş olsam da, Arabistan benim için şu an çok uzak bir anı gibi görünse de, sadece 1 ay önce orada olduğumu düşününce biraz şaşırıyorum. Oysa ki Ne kadar uzun zaman geçmiş gibi geliyor.

Arabistan'a ilk gidişimden beri, haberlerde ulusal veya uluslararası medyada ne zaman Suudilerle ilgili bir haber görsem ilgimi çekiyor. Eskiden okuduğum gibi bakamıyorum haberlere artık.
Bizzat bazı şeylere şahit olmak, hissetmek ve yaşamak farklı bir bakış açısı oluşturuyor çünkü.
Bugünde bir kaç Arabistan haberine rastladım uluslararası medyada.

Öncelikle bunları paylaşmadan önce şunu söylemek istiyorum; Suudlar hatta biraz daha genişletirsek Araplar özelikle de kadınlar genel olarak "Batının" onlar hakkında yaptığı üstün körü haberlerden, alaycı tavırlardan oldukça şikayetçiler. Batıyla aralarında giderek açılan bir uçurum olduğunu biliyor ve bu durumdan sırf batının küçük görme edebiyatı yüzünden rahatsızlık duymuyor tam tersi farklılıklarının altını çiziyorlar.

Kadınların 2. sınıf olması veya kadınları aşağılayıcı yasa ve düzenlemelerin komedi unsuru yapılması canlarını sıkabiliyor. Geçen sene Amerikalı kadın bir sunucu programında Suud kadınların şehir dışına veya ülke dışına kocalarına veya babalarına haber vermeden çıkmasının yasaklanması konusunu espri malzemesi yapmış ve bu konuda oldukça küstah yorumlarda bulunmuştu. Düşünün biz bile bu duruma şaşırabiliyoruz ki Amerikalı bir kadın, bırakın böyle bir yasayı algılamasını ona saçmalığın daniskası gelmesi normal olsa gerek. Ama işte yorumlarıyla Suud erkeklerine ve tüm erkeklere meydan okuyup küfür edince, Suud kadınlardan büyük tepki almış.

"Biz kendimizi savunabiliriz, kültürümüzü bilmeden bizi espri malzemesi yapamazlar,
o kadın kim oluyor da bizimle dalga geçiyor" gibi bir çok eleştirinin hedefi olmuş.

Aslında haksız da sayılmazlar bir taraftan. Konunun haber değeri taşıdığı şüphesiz, üzerine tez yazılabilecek bir sosyolojik durum hatta belkide... ancak batılıların Orta doğu hakkında hiç bir bilgi birikimine sahip olmadan hatta, biraz klişe tabirle, haritada Suudi Arabistan'ın yerini bile gösteremeyecek kişilerin yüzeysel esprileri için aslında çok ciddi konuları kullanmaları sanırım, o ülkede yaşıyor olsaydım benimde sinirimi bozardı. Kültürel, siyasi,sosyolojik, dinsel bir çok nedeni olan bir olgu aslında Arabistan'da kadınların yaşadıkları. Ayrıca çok rahatsız olsalar bugüne kadar bazı hakları uğraşarak direnerek kazanabilirlerdi belki diye düşünüyorum. Kadınların aslında azımsanmayacak bir güce sahip olduğunu düşünenlerdenim. Oysa Arabistan da kadınlar da sistemden aşağı yukarı memnun görünüyorlar.

Para bir çok konunun üstünü örtmede, yok saymada yardımcı oluyor insanlara. Kadınlarda oldukça işe yarıyor. Arabistan da Arap baharı olamamasının da en önemli sebebi bu bence. Para!!!
Kıpırdanmalar olduğu anda baştakiler para akışını hızlandırıveriyorlar. Böylece herkes hemen unutuyor hakmış, özgürlüklermiş...

Hep aklıma çocuklarına ilgisini ve sevgisini vermek yerine parayla ve hediyelerle sevgilerini satın almaya çalışan baba figürü geliyor. Arabistan, bence buna iyi örnek.

Durumdan memnun olmayan aktivist kadınlar son dönemlerde oldukça dikkat çekiyorlar ancak sesleri hala cılız ve takip ettiğim kadarıyla en çok hemcinslerinden şikayetçiler. Destek görmeyi bırak köstek olan hemcinslerinden... Ne acı değil mi?

Geçenlerde anlatmıştım başıma gelen olayı. Peçe takmıyorum diye beni uyaran da, ters ters bakanda, hep kadınlardı ne yazık ki :(
Sonuç olarak para Araplarda ne olursa olsun ama harcamayı bilmiyorlar işin en acı yanı bu:
ve işte en son bir Suud prensin mezuniyetini Disneyland da 3 günde 19 milyon dolar harcayarak kutlamış.
(bknz: http://www.businessweek.com/videos/2013-06-03/saudi-prince-spends-19m-at-disneyland-paris)

Bir diğer haberde kadınlar ve çocukların kullanabileceği bir metro inşaatına başlanıyor olması. Riyad da artık kadınların daha özgür hareket etmeleri için 2019'da en geç bitirilmesi planlanan bu projeye göre bir çok farklı noktaya ulaşım imkanı sağlanabilecek ve kadın ve çocuklara ait vagonlar da bulunacakmış. Üstelik bu proje için "çöldeki mucize" denecek kadar görkemli bir inşaattan söz edilmekte. Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ın yüzünü değiştireceği söyleniyor.
riyadh railway.jpg

Kadınların araba kullanamamaları yüzünden erkeklere olan bağımlılıklarının azaltılması içinde olumlu bir gelişme olduğunu belirtmişler.
Construction of the Saudi Arabian capital's new metro system will begin next year. The King Abdullah Financial District station designed by Zaha Hadid Architects will be one of the most spectacular among 85 new stops.
Çok ilginç bir mantığa sahip şu Araplar. Önce yasaklarla aslında kolay olan hayatı zorlaştırıyorlar. Hem kendilerine hem kadınlara. Sonra büyük paralar harcayıp başka şekillerde yeni yollar bulup kolaylaştırmaya çabalıyorlar. Bazen sanki para harcamak için bahane yaratıyorlar gibi geliyor ve tabi ki gösteriş için...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramadan Kareem!!

Dünden beri inanılmaz bir kum fırtınası var dışarıda. Klimaların duvarla birleştiği noktalardan yani iğne deliğinden bile kum giriyor içeri. Hani bir toz kokusu vardır. Bilir misiniz? İşte o toz kokusu sarıyor evin içini. Üstelik bitmek bilmeyen bir süre boyunca.  Önce diyorum ki bir cam açayım evi havalandırayım. Şartlı refleks. Sonra hatırlıyorum tekrar cam açamayacağımı dışarısı içeriden beter. Böyle bir çaresizlik işte evin içinde.
Bir de her yer kırmızı bir toz katmanı oluyor evin içinde. Masayı bir siliyorum ki bez kıpkırmızı. Nasıl giriyor içeri bu toz inanılır gibi değil. Yerler de çıtır çıtır kum…
Çok sinir bozucu.
Klimayı çalıştırmak en mantıklı çözüm oluyor genellikle. Böylece biraz daha az hissediliyor toz kokusu. Geçen geldiğimde 2 kere olmuştu kum fırtınası. Ama sadece 1 ‘er gün sürmüştü. O sırada dışarda olmak da çok kötü. Çünkü göz gözü görmüyor. İnanılmaz bir toz bulutu. Her yer birbirine karışmış yerdeki çöpler bile havada uçuşuyor.

Bu seferki kum fırtınası ise bana çok uzun geldi. Dün sabah başladı hala devam ediyor. :/
Geçen sefer anlatmıştım, Suudların yaşadıkları evleri. Yüksek pencereli ve hep genellikle duvarların ardında diye.  Yüksek pencereli olmasa da evlerin pencereleri buzlu cam.

Normal camlı ev yok denecek kadar az burada. Ev ne kadar kapalı ve penceresizse o kadar çok tercih ediliyor ve değeri artıyormuş. Bana mezar gibi geliyor. Oldukça klostrofobik bir durum. Pencereye çıkayım dışarı bir bakayım, hava nasıl, dışardan gelen ses ne gibi sorulara cevap bulamıyorsunuz. Pencereden bakmayı unutun.
Balkon desen zaten yok. Müstakil evlerin bazılarının balkonları, Teras ya da bahçeleri olabiliyor. Ancak onlarda yine etrafı kapalı olmak kaydıyla tabi ki.
Güneş doğdu mu ? Hava karardı mı? Bir haber yaşıyorlar. İçerde hep aynı çünkü klimayla aynı hava, ışıklar açık, aynı aydınlık.
Gündüz mü gece mi belirsiz, önemsiz de zaten.
İşte böyle burada ev halleri. Allahtan compoundlarda(yabancılar için oluşturulan büyük siteler) bizim alışık olduğumuz tarzda evler var.
kaynak: http://patokallio.name/photo/travel/SaudiArabia/Jeddah/AlBalad_CoralHouses.JPG
Genellikle müstakil ve büyük camlı, bahçeli evler. Abaya’yla kapanmak yetmezmiş gibi, güneşe, aydınlığa alışık bünyeler nasıl yaşar mezar gibi kapalı evlerde, saklanarak…
Apartmanlarda camların renkli veya koyu renk olması dikkat çekiyor. 

Bu tarz müstakil evlerde de duvarların örtemediği yerler de pencereler yine vitray kaplı renkli camlarla kapatılmış durumda. 

Hep merak ettim burada kadınlarda kesin D vitamini eksikliği vardır diye. Zaten kadınların yüzleri görünse soluk ve cansız tenleri dikkat çekerdi bence.

Nasıl bir ikilem düşünsenize dünyanın en sıcak, en çok güneş gören ülkesinde yaşıyorsunuz ama güneşten belki de Ruslardan bile daha az yararlanıyorsunuz. Evrenin dengesine bakın…
Tanrı bu topraklara hiçbir şey vermemiş. Bereketsiz, ağaç yetişmeyen, kupkuru uçsuz bucaksız kumdan ibaret koskoca bir Arap yarımadası. Ama bütün bunlardan mahrum ederken de tek bir şeyi mümkün kılmış. Petrol!!

Bu yazı başka noktalara gitmeden bitiriyorum. Güzel ülkemde ramazan başlayalı 3 gün oldu Oysa Türkiye dışında İslam aleminde Ramazan ayı bir gün sonra başladı yani ayın 10’unda. Burada ayın şekline bakıyorlar. Hilal olmadan ramazan ayı başlamıyor. 9’unda gece hilal çıkmamış. O yüzden kimse sahura kalkmadı. Bir gün geriden geliyoruz yani.

Dün akşam iftara gittik, ilk iftar açıldı dün. Yolda kırmızı ışıkta duran arabalara restoranların elemanları bedava yemek dağıtıyordu. İşin ilginç tarafı, yemeği verdiği kişinin, fotoğrafını çekiyorlar ki belgelensin verdiği :) Her kavşakta 3,4 kişi bu şekilde şehir merkezinde yemek dağıtıyordu. Şaşırmadım desem yalan olur J

Hayırlı ramazanlar! Arapların dediği gibi; Ramadan Kareem!

4 Temmuz 2013 Perşembe

Sana Ne?

Dedim ki yeter geçen sefer çok yazdım çarşafla ilgili. Bu sefer yazmayacağım ama olmadı. çünkü dün akşam öyle bir şey oldu ki kendi kendime dedim bunun üzerine yazmasam olmaz…
Başımı genellikle kapatıyorum. Hele ki yalnızken hep kapalı oluyor çünkü daha rahat ediyorum bakışlar azalıyor en azından. Bazı alışveriş merkezleri var yabancıların fazla olduğu oralarda pek sorun olmuyor başım açık dolaşmak.
Dün akşam alışveriş yapmak için dışarı çıktık. Sevgilimin telefon servis sağlayıcısında işi uzun sürünce beni hemen yanındaki alışveriş merkezine bıraktı. Ben dolanırken o da işini halledip yanıma gelecekti. Ben geçen geldiğimde de bu sefer de yalnız pek dışarı çıkmıyorum. Alışveriş merkezinin içinde bazen ayrılıp, işlerimizi halledip tekrar buluşuyoruz ki yarım saat bile sürmüyor o da zaten.
İşte yine böyle bir durumda keyfim yerinde rahat rahat her şeye bakarak, inceleyerek dolaşıyordum bir mağazanın içinde. Etrafta kadınların daha çok olduğunu da belirtmek istiyorum bu arada. Mağazada Bulunan erkeklerde çoğunlukla çalışanlar veya eşleriyle gelmiş tek tük suudlardan ibaretti. Başım kapalı ama her zaman ki gibi sadece örtüyü başıma atmışım öyle sıkı bir kapama değil yani formalite. Zaten yabancı kadınların çoğu bu şekilde örtüyor başını. Kadın ayakkabı reyonunda dolaşırken bir kadın yanıma geldi önce baktı uzun uzun. Zaten ben dolaşırken  kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Çünkü o kadar çok bakıyorlar ki ben utanıyorum. Her neyse Uzun bakışın ardından Arapça bir şeyler söyledi bana. Bende yanımdaki kadına döndüm baktım.
Kadın ellerinde siyah eldivenleri olan, gözlerini açık bırakan iki parmaklık aralığı bile siyah tülle örtmüş, bir Suud kadınıydı. (en azından ben öyle tahmin ettim). Benimle konuştuğunu anlayınca Arapça bilmediğimi söyledim İngilizce. Sonra Arapça bir şeyler söyledi tekrar bu sefer el hareketleriyle. Oysa ki ben nasıl anlayabilirdim ki her yeri ama her bir noktası kapkara bir örtüyle kapalı bir kadın size dünyanın en açık diliyle konuşsa da anlaması çok zor!!
Benim yüzümdeki şaşkın ve anlamamış ifadeyi görünce muhtemelen en iyi bildiği İngilizce kelimeyi söyledi. “head scarf” yani başörtüsü. Ama asıl demek istediği şeyin “veil”  yani peçe demek olduğunu arkasından elleriyle kendi peçesini indirip tekrar kaldırarak anlattı. Sonuna da “please” diye ekledi.
Ben önce aman Allahım şaka mı bu diye düşünürken o dakikaya kadar bir şey söylememiş olduğumu fark ettim. O kadar şaşırdım ki… Susup kadını seyrediyorum.
İki kere daha el hareketleriyle gösterdikten sonra, son bir defa “please” diyerek performansını tamamladı. Ben benim peçem yok tarzı bir şey söylemeye çalıştım ama cümlemi bitirmeden ellerimi başımdaki örtüye götürdüm refleks olarak. Ve arkamı dönüp, yavaşça uzaklaştım. Şok içinde.
Arkamı dönmemle büyük bir sinir ve hayal kırıklığı başımdan aşağı boşaldı. Sinirliydim, kadından çok kendime. Şaşkınlığıma. Niye hiçbir şey söyleyemedim diye. “Takmak zorunda değilim. Zaten her yerim kapalı sizi ilgilendirmez. Başımı kapamam yeterli peçe takmak gibi bir zorunluluğum yok gibi bir sürü şey söyleyebilirdim”. Ve hiçbir şey söyleyemedim, salak gibi durdum ve kadının dediği şeyi anlayana kadar, bide kadına gülümsedim… aaahh ahh!!
Sonra sevgilimi mi arasam gelse bir an önce diye düşündüm. Çünkü ben tek başımaydım ya. Tehdit oluşturuyorum tabi. Yanımda er kişi olunca yanıma yaklaşamazdı oysa ki.

Hayır anlamadığım şu: erkeklerin kadınlara yaptıkları baskıların yanında bir kadının başka kadına yaptığı bu baskı nedir? Erkeklerinkini anlayabiliyorum. Kendi siyasal iktidarlarını kadınlara dayatmak için yaptıkları şeylerden biri sadece. Ama kadınların bu sisteme o kadar dahil olup birbirlerine daha büyük acılar yaşatmalarını aklım almıyor. Çünkü kadın değişirse toplum değişir. O kadın yetiştirir geleceğin yetişkin bireylerini, erkeklerini, zihin yapısı yavaş yavaş değişmeye başlar ancak bu şekilde. Ah be teyze keşke bıraksan sende kızını komşunu karışmasan, o da sana karışmasa, yüzü gözüküyor diye şikayet etmesen, namussuz damgası vurmasan, bizim seni anlamaya çalışmamız gibi sende kapanmak istemeyen kadınları anlamaya çalışsan. Ellerini, gözlerini bile erkek tahrik olacak diye kapatan, dahası yüzü açık bir kadının bile toplumda erkekleri baştan çıkarabilecek olduğunu düşünen insanlar, hatta kadınlar var ne yazık ki
L ne erkeklerine güveniyorlar ne kendi kız kardeşlerine, kızlarına…
Tutamadım kendimi yazarken ama söyleyemediklerimin acısını çıkardım en azından. Sevgilim geldi olayın üzerinden 5 dk geçmeden. Ona da anlattım olanları sinirle. İyi ki dedi bir şey söylememişsin. Neden dedim? Söylemeliydim…
“O kadın her şeyden önce Suud. Senin söylediğine ters bir şey söylese sinirlense polise, güvenliğe şikayet etse seni. Olayı yanlış anlatsa sana değil ona inanırlar.” Öyle deyince sevgilim, sustum. Bir şey söyleyemedim. Haklıydı. Neyse dedim bende bloğuma yazarım. Herkese anlatırım. J

Ne yapalım burası da böyle bir ülke. Hadi buralar vatan değil de bir yere kadar umursuyor insan. Peki ya Güzel ülkemde bu kafa yapısında olanlara ne demeli, ne yapmalı?...

30 Haziran 2013 Pazar

OrtaDoğululaştıramadıklarımızdan mısınız?

Ve tekrar Arabistan’dayım. Bu sefer daha ilginç bir deneyim oldu buraya gelmek çünkü Dubai’den buraya geldik. Hal böyle olunca ister istemez, biraz daha zor geldi plajlarda gezerken, abayamı tekrar üstüme geçirmek,  trafiğe ve çevredeki düzensizliğe alışmak. Yine de şikâyetim yok sevgilimle beraberiz ya… :)

Daha geleli birkaç gün olmasına rağmen bana yazacak malzeme çoktan çıktı bile… Dubai yazısını yazarken şunu fark ettim, ne kadar gelişmiş bir ülkeye giderseniz anlatacak konu o kadar azalıyor. :) Eminim Türkiye’ye gelen turistlerde çok fazla anlatacak konu buluyorlardır döndüklerinde. O yüzden seviyorum değişik kültürleri bize, hatta dünyanın çoğuna yabancı gelen, uygulamaları  ve bu alışkanlıklarla yaşayan insanları gözlemeyi ve anlatmayı.
Burası ilk Ortadoğu tecrübemdi. Sevgilimden Ortadoğu’nun her ülkesi hakkında bir sürü hikaye dinlemiştim. Evet, az çok fikrim vardı. Ama gözlerinizle görmeniz, teninizde hissetmeniz, koklamanız gerekirmiş meğerse. Evet kokusu var buraların. Hiç bir yere benzemeyen...
Ortadoğu’ya geldiğinizde farklı bir dünyaya geliyorsunuz resmen. Türkiye’ye Döndüğümde dumur olmam, bir iki hafta kendime gelememem de bundan kaynaklanmıştı sanırım. Bahsettiğim 3,5 günlük bir gezi değil ama biraz uzun kalınca burası sizi yutuyor sanki. Bu topraklar büyülü gibi. İçine girince yavaş yavaş yoğuruluyorsunuz. Dünyanın geri kalanı bir tarafta, siz başka bir tarafta kalıyorsunuz sanki. Hayat yavaş işliyor. Sanki her şey yavaşlatılmış. Hayatın Kuralları farklı, ilişkiler, politika, ekonomi bile farklı işliyor.

İşte bunlar arasında şaşıra şaşıra yaşayıp giderken birden kendi alışık olduğunuz dünyanıza döndüğünüzde afallıyorsunuz bir süre. Hangisi gerçek? orası mı? Burası mı? Sanki boyut değiştirmiş gibi geliyor bir süre sonra…

İşte Ben bunları düşünürken bir de Mısırlı bir adamla Gezi olayları, Mısır ve Tahrir üzerine bir sohbet edince, hah dedim. Tam bir Ortadoğu deneyimi yaşıyorum şu an. 

Tüm Ortadoğu halklarının özellikle tuzu kuru olanlar değil Tunus, Mısır, Suriye gibi kanlı devrimler yaşamış ve hala yaşamakta olan halkların Türkiye’ye bakışı farklılaşmış durumda. Hepsi bize hayran… Türkiye ekonomik açıdan iyi, demokrasisi oturmuş, AB ye girmeye aday bölgenin en istikrarlı devletiyken böyle büyük bir ayaklanma çıkıyorsa Türkiye’de Başbakanın çok büyük bir hatası olmalı nelerin hesabını yanlış yaptı ki, bizim liderlerimizin durumuna düştü diyorlar. Hala Erdoğan’ın büyük hatayı devam ettirdiğini ve bunların benzerini yaşadıklarını, halka kulak tıkayan polis şiddetini arttırıp olayları küçümseyen liderlerin uzun dönemde sonunun pek de iyi olmadığını söylüyorlar. Ama hepsinin söylediği bir şey var. Bizi gülümseten göğsümüzü kabartan : “O nasıl güzel direniştir, nasıl barışçıl, nasıl sevgi, hümanizm ve zeka dolu direniştir öyle” diyorlar. Öyle valla diyoruz. Biz böyle direniriz, hiç beklenmeyen bir anda diriliriz.

MeaşAllah diye araya girip inşAllah diye devam ediyorlar. Bizde tekrarlıyoruz İnşallah… İngilizceye yeni bir anlam katıyor bu ortak kelimelerimiz. Ortak başka bir dil konuşuyoruz İngilizce gibi gözüken. İşte o an daha iyi anlıyorum, bizim de içimizde varolan Ortadoğuluyu…

27 Haziran 2013 Perşembe

Dubai vol1

Dubaiden bildiriyorum,

Dubai’yi görmek için en uygun zaman olmasa da sevgilim işlerini ayarlamışken ve uygun bilet bulmuşken bu fırsat kaçmaz diyerek, 5 günlük bir Dubai macerasına tamam dedik. Türkiye’den Dubai’ye o kadar uygun ve ucuz havayolları var ki, kışın denize girmek ve alışveriş yapmak için daha sık gelinmeli diyor ve genel bazı bilgiler veriyorum. 
Ben Air Arabia havayollarıyla tek gidiş biletini yaklaşık 270 tl gibi oldukça uygun bir fiyata aldım. Aynı zamanda Fly Dubai, ve Pegasus havayolları da bu civarda fiyatlara uçuyorlar. Yol İstanbul’dan 4 saate yakın sürüyor o yüzden THY veya Emirates de sırf konforlu uçuş için tercih edilebilir. Çünkü bu ucuz havayollarında çalışmaya giden OFN’lerle (other foreign nationalities) yolculuk etmeniz demek oluyor ki pek hoş bir deneyim değildi şahsen.

Otel konusunda biz her zaman ki gibi Booking.com’u tercih ettik.  Dubai de o kadar kaliteli ve lüks otel seçeneği var ki yolculuğunuzu ne kadar erken planlarsanız o kadar lüks bir otelde ucuza kalabilirsiniz. Fiyatlar oldukça uygun ve Türkiye’de hayli pahalı ve lüks olarak nam salmış uluslararası otel zincirleri Dubai de gayet ulaşılabilir fiyatlara. Üstelik 3 veya 4 yıldızlı otellerin kalitesi Türkiye’deki ortalama 5 yıldızlı otel ayarında diyebilirim. Sonuçta 3 günde zar zor karar vererek seçtiğimiz otelimiz ödediğimizin karşılığını fazlasıyla bize verdi ve bizi gayet tatmin etti.

Dubai de diğer orta doğu ülkelerinden oldukça farklı bir sürü şey göze çarpıyor. Bir söz geliyor aklıma hemen; "Herkesin araba sahibi olduğu ülke değil herkesin toplu taşımayı tercih ettiği şehirler gelişmiştir". Dubai bu önermenin biraz dışında kalıyor ama sonuçta ortadoğuysa eğer söz konusu olan her şeyiyle farklı değil midir dünyadan? 
Herneyse...
Biz araba kiraladık Ama aslında oldukça gelişmiş bir toplu taşıma sistemi var. Hem metro ağı hemde otobüs hatları şehrin tüm atraksiyonlarına rahatlıkla gitmeniz için tasarlanmış. O yüzden Dubai insanı şaşırtıyor. Ultra teknolojik metro ve istasyonları çok lüks ve modern. Aynı zamanda otobüs durakları ve otobüslerde tertemiz, gürültüsüz ve doğa dostu. Hepsinin klimalı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ama bir noktanın altını çizmek istiyorum. Tüm otobüs durakları kapalı birer tüp görünümünde ve buz gibi klimalı. Bunların yanında genellikle toplu taşıma kullananlarda OFN’lerden başkası değil. Çünkü Expatlar ve yerel halk hep zengin, çok zengin :)  lüks arabalarıyla geziyorlar.








                                                 DUBAI MARINA




Bu mevsimde gündüz saatlerinde dışarıda yürümek, çalışmak imkansıza yakın bir durum. Ben hayatımda böyle sıcak görmedim demek istiyorum. Cayır cayır yanıyor hissi bir tarafa ayak tabanlarınızdan başınızın tepesine kadar sanki bir fırının içindeymişsiniz gibi pişiyorsunuz. Ama bu durum tüm hayatın o şekilde planlanmasına neden olmuş. 
Her yer klimalı, tuvaletler, otobüs durakları, arabalar, marketler, mağazalar, ve bu durum ilk başta sizi aptala çeviriyor. Dışarısı 45-50 derece iken, içeri girdiğinizde bir anda 20 dereceye merhaba deyiveriyoruz J
Hani derler ya her şey aşırıya kaçtığında durumlar tersine döner. Eğer hava sıcaksa ince giyinirsiniz, hava çok ama çok sıcaksa ne kadar çıplak olursanız bu durum artık size faydadan çok zarar getirir. İşte o hesap. 
Dışarda çalışan işçilere bakınca anlıyor insan hepsinin uzun kollu giyinmiş olması gözüme çarpıyor. Güneşten korunmak ancak mümkün oluyor olmalı…
Otelden çıkıyoruz. 
Otelin serin ama tüyleri ürpertmeyecek seviyeye ayarlanmış klimasına o kadar alışmışız ki, sıcak hava dalgası üzerimize gelince aptallaşıyoruz. 
Hava hem nemli hem çok sıcak. Bir anda dışarısının saunadan ciddi anlamda farkı olmadığı aklımdan geçiyor. 5 dakika bile yeterli oluyor, sırılsıklam olup boncuk boncuk terlemek için. Ve arabaya atıyoruz kendimizi klima sonuna kadar açık. 10 dakika sonra unutmuşuz yine dışardaki sıcağı keyfimiz yerinde. 
Sonra bir alışveriş merkezine giriyoruz. Kapalı otoparka girip arabayı park ediyoruz. Ve burası daha da sıcak. Kapalı mekan ısıyı muhafaza ediyor ve fırına girmişiz gibi bir his. Hızlı adımlarla alışveriş merkezinin içine doğru yürüyoruz. Ve içerisi serin. 
Önce hoşumuza giden serinlik sonra beni oldukça üşütmeye başlıyor. Sonra gözlem yapıyorum, içerde kimse çok yazlık giyinmemiş zaten. Bizim gibi cahil turistler dışında. Herkes pantolonlu veya uzun kollu bir şeyler giymiş. Sonra alışveriş merkezinin girişinde “respectful clothing” yazısı dikkatimizi çekiyor. Belli bir giyim kuralı varmış meğerse alışveriş merkezlerinde . Dizlerin ve omuzların görünmemesini gerektiren. Önce garipsiyorum ben. Dubai’deyiz ya. Özgürdü hani herkes.
Kimse kimseye karışmıyor.
Sonra anlıyoruz ki bu tamamen alışveriş merkezine denizden çıkıp bikiniyle bile gelinebileceği durumların önüne geçmek için uygulanan bir kural. Durumdan haberimiz olmadığı için,  şortum ve askılı bluzumla  geziyorum .

Önce Arabistan deneyimlerim pek hoş olmadığı için tedirgin oluyorum ama sevgilim bana her gördüğü şortlu askılı kıyafetliyi göstererek beni rahatlatıyor. J 
Ve evet hiçbir sorun olmuyor. Kimse kimseyi uyarmıyor, bakışlardan dahi rahatsız olmadan saatlerce dünyanın en büyük ve ihtişamlı alışveriş merkezini geziyoruz.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Turkish Spring- Türk Baharı

31 mayıs 2013 tarihi bundan yıllar sonra tarih kitaplarında yazacak...
Şimdiden adını koydu uluslararası medya "Turkish spring", "Türk Baharı"...
Bizim kanallarımızda ise diziler, şovlar ve güzellik yarışmaları vardı ama
Bunu da yazacak tarih kitapları...
Ankara da kuğulu parktaydım bende.
Nasıl güzel insanlar vardı bugün orada bir görseydiniz.
Hepsi eğitimli, okuyan sorgulayan ve belki içlerinde bugüne kadar sokağa çıkmamış taşkınlık yapmamış ama artık evde oturamayacak tepkisiz kalamayacak kadar rahatsız insanlar... kimse particilik yapmadı, yapanlar da abartmadı.. çünkü amaç orada olmak ve "yeter" demekti.
Otoriter, diktatör bir gidişe, haksızlığa, sürekli susturulmaya, korkutulmaya dur demek...
Taksime gidenler meydanlara çıkan bu insanlar neden farklılar bu sefer biliyor musunuz? Herkes gaz bombalarını göze alıp gelmişti de ondan.
Festival havasındaydı nitekim Tunalı... şarkılar türküler söylendi,içkiler içildi...
Ne yazık ki ilerleyen saatlerde durum değişti...
Taksimde ise olanlar çok daha vahim.
İnsan hayatı ucuz bizim gibi ülkelerde
Hatırlar mısınız bilmem, ben ortaokulda, lisedeyken filan AB ye girmeye çalışan bir ülkenin evlatlarıydık. İçimiz titrerdi. AB ile iligili her konuda var gücümüzle çalışır onlar gibi olalım onları örnek alalımcıydık...Bir neslin hep hayaliydi ABli günler görmek.
Yurtdışına o yıllarda gittiğinizde sorulan bir soru ve  hep ballandıra ballandıra anlatılan bir durum vardı.
Avrupalı, Amerikalı gelip sorardı; siz şimdi ortadoğulu değil misiniz?
Bizde cevap verirdik sinirlenerek: "hayır canım ne alakası var biz Akdeniz ülkesiyiz biz Ortadoğulu filan değiliz diye..
Düşünüyorum da aradan 10 seneden fazla geçmiş. Şimdi bana sorduklarında evet diyorum Ortadoğuluyuz. Neyazıkki...Kendim inanmıyorum ki buna, elin Avrupalısını mı inandıracaksın....
diyemiyoruz, diyemezsin, çünkü yaşadığımız her şey Ortadoğulu...

Dışardan bakınca
Yıllarca doğuda iç savaşta binlerce askerin şehit düştüyse ve buna terör dendiyse,
İnanç özgürlüğü başta olmak üzere bir çok hak ve özgürlüğümüz kısıtlanıyor ve islami dokunuşlarla gündelik hayatımıza yön verilmeye çalışılıyorsa,
Her fırsatta nasıl bir nesil yetişitirilmeli ve nasıl bir gençlik istendiği sanki prototip robot üretir gibi fetva verircesine sürekli tekrarlanıyorsa...
Dünyada en fazla tutuklu gazetecinin olduğu ülke olduysan...
Dünyanın en yaşam kalitesi düşük ülkeleriyle birlikte sıralamalara giriyorsan,
Ülkende nerde ne zaman bomba patlayacağı kaç vatandaşının öleceği belirsizse,
Komşularının iç işlerine müdahale ederken bir de Amerikayla arandan su sızmıyorsa
Suriyede ölen insanların değeri kendi ülkende ölen vatandaşından daha fazlaysa...
Doğayı biraz daha cebini doldurmak adına katletmek umrunda değilse...
Ağaca, sanatçına, aydınlarına, gençlerine, okuyan soran, sorgulayan herkese düşman olmuş artık kimseyi zapedemiyor ve bu yüzden zor kullanmaya başlıyorsan ve bu tepki gösteren insanların üzerine hunharca, insafsızca bir güç uyguluyorsan,
Müjde müjde bize... biz olmuşuz çoktan...
Bir avuç insanız, biz birbirimizi biliriz ama kendimizi kandırıp Akdenizliyiz sıcak kanlıyız, Avrupalıyız filan demeyelim boşuna....

Biz bal gibi Ortadoğuluyuz ve o küçük görüp yukardan baktığımız ah vah yazık dediğimiz Araplar kadar olamadık bunca zaman...
Nasıl arap baharı Tahrir de başladıysa,
İngilizlerin dediği gibi bizimkide Türk baharı olsun gerçekten... Akdenizli Türkiyemizin, tatil cenneti, güzeller güzeli ülkemizin baharı gelsin artık...
Ama lütfen daha az kanlı olsun ve çekilsin güvenlik güçleri, halkın sesi galip gelsin artık...


16 Mayıs 2013 Perşembe

Hoşgörünün Prensesi

O kadar Ortadoğu Araplar filan diyip, son olaylarla ilgili birşey yazmasam olmayacaktı. Geçen sefer söylediğim gibi, benim yazmam bişeyleri değiştirmeyecek evet, ama bir şeyleri de değiştirecek... o yüzden hiç birşey yapmamaktan iyidir.

Öncelikle Reyhanlıda hayatını kaybeden herkese Allah rahmet eylesin ve ölenlerin tüm yakınlarına Allah sabır versin. Bunu söylemek bile manasız ama dile kolay onca masum insan pat diye öldü gitti... yok yere...
ateş düştüğü yeri yakıyor ne yazık ki :( bunu bizim anlamamız mümkün değil, üstelik çıkıp politikacıların sağda solda "gereken yapılacaktır, gerekli talimatlar verildi, acımız büyük" gibi söylemleri de iyice sinir bozuyor ki oradakiler nasıl hissediyordur kimbilir...

Hatay' a gidenler bilir, apayrıdır oralar. Buralara benzemez,
Kapı komşunuzun hristiyan olması, alevisi,sünnisi, süryanisi bir arada yaşaması eğlenmesidir...
Bir taraftan paskalya bayramı kutlayıp, bir taraftan bayram namazına gidilmesidir.

İnsan olmak vicdan sahibi olmak aslında basit gibi görünüyor ya, özellikle de siz böyle duygulara sahip biriyseniz. Ancak ne yazık ki günümüzde aranılan bir özellik halini almış durumda. Artık şehit haberleri, bombalar ölümler o kadar normal oldu ki bizim hayatımızda ses çıkarmıyoruz. Okuyuruz gazetede, duyuyoruz televizyonda, birbirmize söylüyoruz, bir kaç gün konusu geçiyor aramızda... arkadaş sohbetlerinde. "yazık, kötü oldu, bu sefer çok fena... giderek daha da kötüye gidiyor..."
Bu cümleler dolaşıyor ağızlarda,
Sonra unutuyoruz.
Tatil var planlanacak, yemek var gidilecek, terfi var çalışmak lazım, iş gezisi, toplantı, okul, tez, ıvır zıvır...
Biliyor musunuz? insan kendine, yakınlarına böyle bir tehlikenin yaklaşabileceğini düşündüğü an, bakışı değişiyor. Haydi düşünün orası Reyhanlı değilde Çankaya olsaydı.

Taa köşede kıyıda kalmış, güzelim Hatay değilde, Kadıköy olsaydı,
yada birilerinin dediği gibi hoşgörünün prensesi(nasıl güzel bir tabirdir) Hatay değilde tam Taksimin göbeği olsaydı,
O zaman eminim bazı şeyler daha farklı olurdu. Daha zor olurdu yayn yasağı koymak, insanları susturmak, olmamış gibi davranmak...
İlla bunu mu beklemek lazım biraz vicdanlı davranmak için
İlla her zaman İstanbul da ,Ankara da mı olması lazım daha çok dikkat çekmesi için
Ve artık bazı şeylere, birilerine dur deme zamanının geldiğini anlamamız için...

Biz böyle insafsız,vurdum duymaz,cahil,hoşgörüsüz bir millet değildik sanki.. artık öyleyiz ama
Ve her geçen gün Türkiye'ye ve bu ülkenin güzel insanlarına olan inancım azalıyor o yüzden...


5 Mart 2013 Salı

Arabistan'da, Huzur İslamda...Para var Huzur var :)))))


Arabistan'da ailelerin uyduğu bazı örf ve adetler var. Bazıları bize çok ters gelebilirken bazıları da bir o kadar tanıdık. Misafirlik bizde ki gibi yaygın.  Aileler birbirini ziyerete gidiyor ancak kadınlar ayrı erkekler ayrı oturuyor.
Restoranların çoğunda arabaya servis var. Yürüyerek dolaşamadıkları için, yiyecekleri alıp arabada gezerek yiyorlar. Bu da akıl almaz bir trafik meydana getiriyor.
Kadının evde yalnızken kocasının erkek kardeşini eve kabul etmesi adetlerine uygun değil. Evde yalnızken içeri alamıyor ancak kocası gelince içeri davet edebiliyor.
Bizim şehirlerde yaygın olarak gördüğümüz hafta sonları, otoban kenarı yeşilliklerinde, mangal yakma durumu Araplarda da çok yaygın. Tek bir farkla onlar için, Yeşillik veya çöl kumu fark etmiyor.
Et ve deniz ürünleri fiyatları çok uygun. Özellikle deniz böcekleri Türkiye’dekinin üçte bir fiyatına yiyebiliyorsunuz.
Marketlerde sınırsız tatlı içecek seçeneği var. Hatta o kadar çok meyve suyu çeşidi var ki dünya da ne kadar meyva varsa herbirinin suyunu katkısız şekliyle bulmak mümkün diyebilirim. Benim gibi sadece su ve ayran içen birisi için önce kabul etmesi zor oldu ama denedikçe meyve sularına bağımlı oldum. Restoranlarda da çok ilginç meyve kokteylleri ağızları sulandıracak şekilde servis ediliyor. Ve tabiiki alkolsüz biralardan da bahsetmesem olmaz…. Efes dahil olmak üzere dünyaca ünlü bir çok bira markasının, aromalı, alkolsüz biraları satılıyor. Ben daha önce "yanlışlıkla" alkolsüz bira içmiş biri olarak, çok gereksiz bir içecek olduğunu düşünürdüm. Yani bira zaten favori içkim değildir ama şöyle buz gibi bir bira da bazen şahane gider. Ee alkolsüz olduktan sonra su içmeyi tercih ederim diyordum ki… Buradaki biraları deneyene kadar….Limonlu, berryli, elmalı, narlı bir sürü çeşidi var. İnanın denemiş olsanız, Türkiye’deki meyvalı gazozları bir daha içmezsiniz. Üstelik malum her şeyin içine koydukları glikoz şurubu burada hiçbir içecekte bulunmuyor.

Birazda günlük hayattan bahsedecek olursam, her yere arabayla gidiliyor. Eğer yarım saat,  bir saatlik, bir işi varsa kimse, arabasının kontağını kapatmıyor. Hatta yazın hava sıcaklığı 50 dereceyi bulduğu günlerde 1 saat önceden arabalarını çalıştırıp klimalarını açıp, öyle biniyorlarmış.  Alışveriş merkezinde arabayı koymak için park yeri ararken bir çok arabanın çalışır durumda olduğunu ama içinde kimsenin olmadığını görünce ben oldukça şaşırmıştım.
Her yerde çok lüks arabalar var. Hıza meraklılar. En komiği, toplu taşıma diye bir şey yok. Bir tane bile otobüs görmedim daha. Taksiler var ve çok ucuz. Taksi kullananların çoğu yabancı kadınlar zaten. Geri kalan herkesin arabası veya şöförü var. Hatta Alışveriş merkezlerinin otoparklarında jeeplerin yanında oturan ve kadınları bekleyen, Filipinli şoförleri görebiliyorsunuz. 
Yemeklerini arabaya servisten alıp, arabayla dolaşarak yiyorlar. Evet, o kadar yapacak hiç bişe yok ki, siz düşünün... :)
Genellikle sosyal hayat akşam 7 buçuktan sonra başlıyor. Son yatsı namazının bitişiyle herkes sokaklara çıkıyor. Ondan önce dışarı çıktığınızda hem sıcak, hemde namaz saatleri yüzünden zırt pırt her yerin kapanmasından birşey yapamıyorsunuz. Namaz saatlerini takip etmeden plan yapınca ortada kalıyorsunuz. Sürekli namazın bitişini ve başlangıcını hesaplayarak alışverişe gitmek, hatta restoranlarda bile siparişi namazdan önce verebilmek gerekiyor, yoksa namaz bitene kadar kimse siparişinizi almıyor. Namaz saatinde tüm restoranlar ve mağazaların kapanması zorunlu. Restoranlar ışıklarını kapatıyor. Perdelerini indiriyor. İçerideki müşteriler de yemeği geldiyse eğer, yemeğini yemeye devam ediyor, Gelmediyse beklemek zorunda kalıyor. Mall'lar da ise tüm mağazalar kapanıyor ama Mall'un içinde gezmek serbest. O sırada yerlerde namaz kılan kadınları veya oturup mağazaların  açılmasını bekleyenleri görebiliyorsunuz. 
Zaman kavramı burada o kadar önemsiz ki. Her şey yavaş işliyor. Hayat duruyor belli sürelerde, ama kimsenin acelesi yok. Her şeyi tükettikleri gibi zamanı da bilinçsizce tüketiyorlar aslında... 
Geç saate kadar herkes dışarda oluyor ve öğlene kadar uyunuyor. Genelde herkes gece yaşıyor.
Arabanın deposunu doldurmak sadece 8 tl. ( vah benim ülkeme vah) Üstelik bahsi geçen araba 4x4, bunu da belirtmek isterim.  Zaten motor gücü olarak 4000 motorun altında pek araba göremiyorsunuz. İlk başta umarsızca benzin almak, yakıt hesabı yapmayı bırak, savurganca araba kullanmak bana çok garip geldi. Ama sonra alıştım sanırım. Türkiye ye dönünce yine km hesabına, her ay depoyu doldurmanın maliyetindeki artışa nasıl tahammül edicem bilmiyorum.
Bedevilerin çoğu Toyota marka pikap kullanıyor. Ama arabaların her yanı vuruk ve çizik içinde. Trafikte en çok onlardan korkmak gerekiyor çünkü kaybedecek bir şeyleri yokmuş gibi gidiyorlar.
Yollar çok geniş, asfalt kalitesi yüksek. Çok sıcaklarda bile erimiyormuş. O yüzden mesafeler bizdeki gibi değil 500-600 km kısa mesafe olarak nitelendiriliyor ve gerçekten hiç uzun yolda gittiğinizi hissetmiyorsunuz.
Ve en kötüsü çocuk sürücüler çok fazla. Geçenlerde Riyad’a giderken yolun kalabalığı bir tarafa, herkes en önce ben geçiyim telaşındayken, Sol arkamızdan bir anda, bir darbeyle irkildik. Kenara çektik ve sevgilim dışarı çıktı. 13-14 yaşlarında bir Suud erkek çocuğu. Korkmuş ve şaşkın bir şekilde bakıyor. Neyse ki bizim arabaya bir şey olmamıştı. Çocuk, sevgilime zaten arabayı atacağını arabanın çok eskidiğini söylemiş. Araba 3,4 yaşında bir Honda Civic’ti. Sanırım bu olay genel olarak Arapların trafik ve araba konusundaki davranışları ve düşünce yapılarını anlatmaya yeter.

O kadar zenginler ve o kadar parayı harcayacak yer ve ortamdan yoksunlar ki, araba konusunda sınırsız bir zevkleri var. Dünyanın en pahalı, en büyük arabalarını burada görmek mümkün. Geçen gece Riyad'ın en ünlü caddesi olan "Tahlia" caddesine gittik. İstanbul'un Bağdat caddesi gibi bir yer düşünün. Büyüklük ve piyasa olması açısından oldukça benzer olduklarını söyleyebilirim.  Bu cadde üzerinde bir çok restoran, cafe ve mağazalar bulunuyor. Riyad'da yürüyerek dolaşabileceğiniz tek yer de burası aslında. Yinede yürüyen kimseye pek rastlamıyorsunuz. Bu cadde de herkes arabasıyla tur atıyor ama ne arabalarla... 
Araplarda büyüklük takıntısı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Her şeyin en büyüğünü alıyorlar. Arabanın, evlerin, yemeğin, "bigger is better" kavramı Amerikalılardan bile daha büyük bir takıntı bence Suudlarda. Zaten özellikle böyle bir caddede giderken Küçük Amerika'daymış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Rahatlıkla, pembeye boyanmış bir Ferrari, veya tamamen altın kaplanmış bir Bentley görebilirsiniz. 
Ancak düşündüğümüzde hak veriyoruz Suudlara. Çok zenginler ama harcayacak yerleri ve yapabilecekleri hiç bir şey yok. Onlarda ellerindeki olanaklarla en iyisini yapmaya çalışıyor işte...
Orta halli bir Suud erkeği, hiç çalışmadan, evinde 2 hizmetçi, bir şoför ve en az 2 tane Türkiye standartlarına göre pahalı arabaya sahip olabiliyor. Kefalet sistemi diye bir sistem kurulmuş burada. Bu sisteme göre; ülkeye gelen ve iş yapmak isteyen bir yabancıya bir Suud'un kefil olması gerekiyor. Kefilin onay vermeden ülkeden giriş çıkış yapamıyorsun. Bu kefilin kişinin üzerinde neredeyse modern kölelik denebilecek kadar hakları var. (Expatlar hariç). Ve Suudlar her kefili olduğu yabancıdan, kişinin geliri oranında bir para alıyor. Örneğin bir Filipinli Suudi Arabistana geldi. Temizlikçi olarak çalışıyor. O kişinin kefili kimse, her ay belli miktar parayı cebine indiriyor hemde oturduğu yerden. Her Suud'un en az 2,3 kefilinin olduğunu düşünün, matematiğini siz yapın. Sistem o kadar vatandaşını korumaya yönelik çalışıyor ki, zaten pis işleri kendi vatandaşına yaptırmıyorsun, yabancı çağırıyorsun. Bir taraftanda kendi vatandaşına yine gelir sağlıyorsun. 
Kaliteli işler de de mutlaka belli oranlarda, Suud çalıştırma kotaları bulunuyor. Örneğin sevgilimin çalıştığı yer Suud Ordusuna tank ve savunma sistemleri yapıyor. Fabrikada belli pozisyonlarda Suud çalıştırma zorunluluğu var. İşe de gelmeseler, bazen 2 saat bile çalışmıyor dahi olsalar bu kotayı değiştiremiyorlar.Çünkü işsizlik çok yüksek. Bunun da nedeni yine fazla zengin olmaları. İşsiz,genç nüfus çok fazla ama ,iş beğenmedikleri için kimse çalışmaya değer bir iş bulup da kendini yormuyor. O yüzden gençlik araba yarışlarında, başı boş sokaklarda... 
Şimdi siz söyleyin, şöyle ortalama bir Türk erkeğini hayal edin. Bu standartlara sahip olsa yok ben yinede çalışıcam, 50 derecede işime de gidicem, namazımı da kılıcam tutmayın beni der mi demez mi? :)) cevabı hepimiz biliyoruz bence. Bizim eşekler gibi çalışıp sahip olmaya uğraştığımız evleri, arabaları, imkanları, çalışmadan sahip olduklarını düşünürsek ee niye çalışsınlar ki.... :)))
Bunun üzerine geçenlerde Sevgilimle konuşurken dedik ki: Huzur İslamda, Para var, huzur var :)) Sizce de Suudların mottosu bu değil mi? :D