Translate

Suudi Arabistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suudi Arabistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2013 Perşembe

Arapça Düşünmek

Her ne kadar Türkiye'ye çoktan dönmüş olsam da, Arabistan benim için şu an çok uzak bir anı gibi görünse de, sadece 1 ay önce orada olduğumu düşününce biraz şaşırıyorum. Oysa ki Ne kadar uzun zaman geçmiş gibi geliyor.

Arabistan'a ilk gidişimden beri, haberlerde ulusal veya uluslararası medyada ne zaman Suudilerle ilgili bir haber görsem ilgimi çekiyor. Eskiden okuduğum gibi bakamıyorum haberlere artık.
Bizzat bazı şeylere şahit olmak, hissetmek ve yaşamak farklı bir bakış açısı oluşturuyor çünkü.
Bugünde bir kaç Arabistan haberine rastladım uluslararası medyada.

Öncelikle bunları paylaşmadan önce şunu söylemek istiyorum; Suudlar hatta biraz daha genişletirsek Araplar özelikle de kadınlar genel olarak "Batının" onlar hakkında yaptığı üstün körü haberlerden, alaycı tavırlardan oldukça şikayetçiler. Batıyla aralarında giderek açılan bir uçurum olduğunu biliyor ve bu durumdan sırf batının küçük görme edebiyatı yüzünden rahatsızlık duymuyor tam tersi farklılıklarının altını çiziyorlar.

Kadınların 2. sınıf olması veya kadınları aşağılayıcı yasa ve düzenlemelerin komedi unsuru yapılması canlarını sıkabiliyor. Geçen sene Amerikalı kadın bir sunucu programında Suud kadınların şehir dışına veya ülke dışına kocalarına veya babalarına haber vermeden çıkmasının yasaklanması konusunu espri malzemesi yapmış ve bu konuda oldukça küstah yorumlarda bulunmuştu. Düşünün biz bile bu duruma şaşırabiliyoruz ki Amerikalı bir kadın, bırakın böyle bir yasayı algılamasını ona saçmalığın daniskası gelmesi normal olsa gerek. Ama işte yorumlarıyla Suud erkeklerine ve tüm erkeklere meydan okuyup küfür edince, Suud kadınlardan büyük tepki almış.

"Biz kendimizi savunabiliriz, kültürümüzü bilmeden bizi espri malzemesi yapamazlar,
o kadın kim oluyor da bizimle dalga geçiyor" gibi bir çok eleştirinin hedefi olmuş.

Aslında haksız da sayılmazlar bir taraftan. Konunun haber değeri taşıdığı şüphesiz, üzerine tez yazılabilecek bir sosyolojik durum hatta belkide... ancak batılıların Orta doğu hakkında hiç bir bilgi birikimine sahip olmadan hatta, biraz klişe tabirle, haritada Suudi Arabistan'ın yerini bile gösteremeyecek kişilerin yüzeysel esprileri için aslında çok ciddi konuları kullanmaları sanırım, o ülkede yaşıyor olsaydım benimde sinirimi bozardı. Kültürel, siyasi,sosyolojik, dinsel bir çok nedeni olan bir olgu aslında Arabistan'da kadınların yaşadıkları. Ayrıca çok rahatsız olsalar bugüne kadar bazı hakları uğraşarak direnerek kazanabilirlerdi belki diye düşünüyorum. Kadınların aslında azımsanmayacak bir güce sahip olduğunu düşünenlerdenim. Oysa Arabistan da kadınlar da sistemden aşağı yukarı memnun görünüyorlar.

Para bir çok konunun üstünü örtmede, yok saymada yardımcı oluyor insanlara. Kadınlarda oldukça işe yarıyor. Arabistan da Arap baharı olamamasının da en önemli sebebi bu bence. Para!!!
Kıpırdanmalar olduğu anda baştakiler para akışını hızlandırıveriyorlar. Böylece herkes hemen unutuyor hakmış, özgürlüklermiş...

Hep aklıma çocuklarına ilgisini ve sevgisini vermek yerine parayla ve hediyelerle sevgilerini satın almaya çalışan baba figürü geliyor. Arabistan, bence buna iyi örnek.

Durumdan memnun olmayan aktivist kadınlar son dönemlerde oldukça dikkat çekiyorlar ancak sesleri hala cılız ve takip ettiğim kadarıyla en çok hemcinslerinden şikayetçiler. Destek görmeyi bırak köstek olan hemcinslerinden... Ne acı değil mi?

Geçenlerde anlatmıştım başıma gelen olayı. Peçe takmıyorum diye beni uyaran da, ters ters bakanda, hep kadınlardı ne yazık ki :(
Sonuç olarak para Araplarda ne olursa olsun ama harcamayı bilmiyorlar işin en acı yanı bu:
ve işte en son bir Suud prensin mezuniyetini Disneyland da 3 günde 19 milyon dolar harcayarak kutlamış.
(bknz: http://www.businessweek.com/videos/2013-06-03/saudi-prince-spends-19m-at-disneyland-paris)

Bir diğer haberde kadınlar ve çocukların kullanabileceği bir metro inşaatına başlanıyor olması. Riyad da artık kadınların daha özgür hareket etmeleri için 2019'da en geç bitirilmesi planlanan bu projeye göre bir çok farklı noktaya ulaşım imkanı sağlanabilecek ve kadın ve çocuklara ait vagonlar da bulunacakmış. Üstelik bu proje için "çöldeki mucize" denecek kadar görkemli bir inşaattan söz edilmekte. Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ın yüzünü değiştireceği söyleniyor.
riyadh railway.jpg

Kadınların araba kullanamamaları yüzünden erkeklere olan bağımlılıklarının azaltılması içinde olumlu bir gelişme olduğunu belirtmişler.
Construction of the Saudi Arabian capital's new metro system will begin next year. The King Abdullah Financial District station designed by Zaha Hadid Architects will be one of the most spectacular among 85 new stops.
Çok ilginç bir mantığa sahip şu Araplar. Önce yasaklarla aslında kolay olan hayatı zorlaştırıyorlar. Hem kendilerine hem kadınlara. Sonra büyük paralar harcayıp başka şekillerde yeni yollar bulup kolaylaştırmaya çabalıyorlar. Bazen sanki para harcamak için bahane yaratıyorlar gibi geliyor ve tabi ki gösteriş için...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramadan Kareem!!

Dünden beri inanılmaz bir kum fırtınası var dışarıda. Klimaların duvarla birleştiği noktalardan yani iğne deliğinden bile kum giriyor içeri. Hani bir toz kokusu vardır. Bilir misiniz? İşte o toz kokusu sarıyor evin içini. Üstelik bitmek bilmeyen bir süre boyunca.  Önce diyorum ki bir cam açayım evi havalandırayım. Şartlı refleks. Sonra hatırlıyorum tekrar cam açamayacağımı dışarısı içeriden beter. Böyle bir çaresizlik işte evin içinde.
Bir de her yer kırmızı bir toz katmanı oluyor evin içinde. Masayı bir siliyorum ki bez kıpkırmızı. Nasıl giriyor içeri bu toz inanılır gibi değil. Yerler de çıtır çıtır kum…
Çok sinir bozucu.
Klimayı çalıştırmak en mantıklı çözüm oluyor genellikle. Böylece biraz daha az hissediliyor toz kokusu. Geçen geldiğimde 2 kere olmuştu kum fırtınası. Ama sadece 1 ‘er gün sürmüştü. O sırada dışarda olmak da çok kötü. Çünkü göz gözü görmüyor. İnanılmaz bir toz bulutu. Her yer birbirine karışmış yerdeki çöpler bile havada uçuşuyor.

Bu seferki kum fırtınası ise bana çok uzun geldi. Dün sabah başladı hala devam ediyor. :/
Geçen sefer anlatmıştım, Suudların yaşadıkları evleri. Yüksek pencereli ve hep genellikle duvarların ardında diye.  Yüksek pencereli olmasa da evlerin pencereleri buzlu cam.

Normal camlı ev yok denecek kadar az burada. Ev ne kadar kapalı ve penceresizse o kadar çok tercih ediliyor ve değeri artıyormuş. Bana mezar gibi geliyor. Oldukça klostrofobik bir durum. Pencereye çıkayım dışarı bir bakayım, hava nasıl, dışardan gelen ses ne gibi sorulara cevap bulamıyorsunuz. Pencereden bakmayı unutun.
Balkon desen zaten yok. Müstakil evlerin bazılarının balkonları, Teras ya da bahçeleri olabiliyor. Ancak onlarda yine etrafı kapalı olmak kaydıyla tabi ki.
Güneş doğdu mu ? Hava karardı mı? Bir haber yaşıyorlar. İçerde hep aynı çünkü klimayla aynı hava, ışıklar açık, aynı aydınlık.
Gündüz mü gece mi belirsiz, önemsiz de zaten.
İşte böyle burada ev halleri. Allahtan compoundlarda(yabancılar için oluşturulan büyük siteler) bizim alışık olduğumuz tarzda evler var.
kaynak: http://patokallio.name/photo/travel/SaudiArabia/Jeddah/AlBalad_CoralHouses.JPG
Genellikle müstakil ve büyük camlı, bahçeli evler. Abaya’yla kapanmak yetmezmiş gibi, güneşe, aydınlığa alışık bünyeler nasıl yaşar mezar gibi kapalı evlerde, saklanarak…
Apartmanlarda camların renkli veya koyu renk olması dikkat çekiyor. 

Bu tarz müstakil evlerde de duvarların örtemediği yerler de pencereler yine vitray kaplı renkli camlarla kapatılmış durumda. 

Hep merak ettim burada kadınlarda kesin D vitamini eksikliği vardır diye. Zaten kadınların yüzleri görünse soluk ve cansız tenleri dikkat çekerdi bence.

Nasıl bir ikilem düşünsenize dünyanın en sıcak, en çok güneş gören ülkesinde yaşıyorsunuz ama güneşten belki de Ruslardan bile daha az yararlanıyorsunuz. Evrenin dengesine bakın…
Tanrı bu topraklara hiçbir şey vermemiş. Bereketsiz, ağaç yetişmeyen, kupkuru uçsuz bucaksız kumdan ibaret koskoca bir Arap yarımadası. Ama bütün bunlardan mahrum ederken de tek bir şeyi mümkün kılmış. Petrol!!

Bu yazı başka noktalara gitmeden bitiriyorum. Güzel ülkemde ramazan başlayalı 3 gün oldu Oysa Türkiye dışında İslam aleminde Ramazan ayı bir gün sonra başladı yani ayın 10’unda. Burada ayın şekline bakıyorlar. Hilal olmadan ramazan ayı başlamıyor. 9’unda gece hilal çıkmamış. O yüzden kimse sahura kalkmadı. Bir gün geriden geliyoruz yani.

Dün akşam iftara gittik, ilk iftar açıldı dün. Yolda kırmızı ışıkta duran arabalara restoranların elemanları bedava yemek dağıtıyordu. İşin ilginç tarafı, yemeği verdiği kişinin, fotoğrafını çekiyorlar ki belgelensin verdiği :) Her kavşakta 3,4 kişi bu şekilde şehir merkezinde yemek dağıtıyordu. Şaşırmadım desem yalan olur J

Hayırlı ramazanlar! Arapların dediği gibi; Ramadan Kareem!

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Gölgede 48 derece


Buralarda mavi bir gökyüzü veya bembeyaz pamuksu bulutlar yok. Hava sıcakken yani güneşliyken bile açık bir gökyüzü göremiyorsunuz. Genel olarak burada hayata sepya filtreyle bakıyoruz. Sarı ve tonları hakim tonlar yani. Her şey biraz eskimiş fotoğraflardaki gibi.

Bu durum Dubai de de ilgimi çekmişti. Masmavi gökyüzünde birkaç beyaz buluttur genelde beklediğim ve alışık olduğum görüntü yaz aylarında. Türkiye’min güzel sahilleri ve şahane Akdeniz iklimi bunu gösterdi hep bize. Arap Peninsula’sında ise Gökyüzü kum ve toz karışımı bir tabakayla kaplı. Öyle ki çoğu zaman güneşi net göremiyorsunuz. Yukarı bakınca görünen gri, sarı garip bir katman sadece.  İnsanı bunaltan. Hani deriz ya bazen “ah bir yağmur yağsa da rahatlasa” diye… Ne yazık ki burada yağmur filanda yağmıyor. Dolayısıyla hep öyle bir hava işte…
Havalar bu aralar tek konum. Çünkü çok sıcak. Dün saat 6 gibi gölgede 48 dereceydi burası. Yani öyle Türkiye’deki “çok sıcak” değil bahsettiğim. Zaten gündüz dışarı çıkmıyoruz mümkün olduğunca, ama gece bile hava sıcaklığı 40 derecenin altına inmiyor.
Evde klima 24 saat açık. Kapayınca sıcaklık ele geçiriyor hemen tüm evi. Hayat daha da yavaşlıyor o yüzden burada. Herkes istirahatte.

Geçenlerde erken çıktık dışarı. Riyad’a gitmek için saat 3 buçuğa geliyordu ve yollar bomboştu. Trafiği bu kadar rahat ve sokakları bu kadar boş görmemiştim hiç. Üstelik bir elektronik mağazasına uğramamız gerekiyordu daha açılmamıştı bile. 4’te açılıyormuş. Onun açılmasını bekledik bir süre. Bu durum belki burada ki hayatı anlamanıza yardımcı olur. Hayat burada çok geç başlıyor. Çünkü kimse 50 derecede işini halletmek, dışarı çıkmak, yemeğe gitmek veya alışveriş yapmak istemiyor. Ancak 4’ten 5’ten sonra yavaş yavaş hayat akmaya başlıyor. En kalabalık saatler ise en son ki yatsı namazının bitişiyle 9’a doğru başlıyor.
İşten en geç çıkan bile 3 de evde oluyor ki sevgilimde buna dahil J Gerçi sabah çok erken işe gidiyorlar. Ama şimdi ramazan geliyor malum. 12 de mesai bitecek çoğu işyerinde, sonra herkes evine… Ramazanda bu hayat daha da yavaşlayacak. İftara kadar her yer kapalı olacak. İftara doğru açılmaya başlayacak her yer ve herkes sahura kadar ayakta kalacak. Dışarıda, alışveriş merkezlerinde, restoranlarda, hayat gece hızlanacak.

Bu sıcakta yemek de dert.  Sürekli meyve ve meyve suyuyla yaşıyoruz. Son keşfim; mango!! İnanılmaz lezzetli bir meyve. Daha önceden mango suyuna aşinalığım vardı. Ama hiç mango yememiştim. Burada bizde elma, portakal neyse mango da öyle. Ölüp bitiyorum mangoya şu aralar…

Kilo kilo alıyoruz. Bir de yemesi zahmetli ki sormayın. Büyük bir meyve mango ama içinde nerdeyse yarısı kadar çekirdeği var. Ama etli kısmı da bir o kadar lezzetli ve sulu. Anlatırken bile ağzım sulandı. Her gün mango saatimiz var sevgilimle. Oturup özenle yiyoruz. Tabi ben biraz aç gözlülük yapıp sevgilimin önündeki mangoları da yiyebiliyorum. Nedenlerim var ama. Dönünce yiyemeyeceğim ne kadar çok yersem o kadar iyi diyorum J  Bu arada deneye deneye en lezzetli mangoyu da bulduk. Pakistan mangosu şahane oluyor. Tavsiye ederim. Birkaç çeşidi var burada. Diğerleri çok lifli oluyor. Her neyse bu kadar mango muhabbeti de yeter J

Haydi, bana müsaade bir tane mango soyayım başucuma koyayım  J

4 Temmuz 2013 Perşembe

Sana Ne?

Dedim ki yeter geçen sefer çok yazdım çarşafla ilgili. Bu sefer yazmayacağım ama olmadı. çünkü dün akşam öyle bir şey oldu ki kendi kendime dedim bunun üzerine yazmasam olmaz…
Başımı genellikle kapatıyorum. Hele ki yalnızken hep kapalı oluyor çünkü daha rahat ediyorum bakışlar azalıyor en azından. Bazı alışveriş merkezleri var yabancıların fazla olduğu oralarda pek sorun olmuyor başım açık dolaşmak.
Dün akşam alışveriş yapmak için dışarı çıktık. Sevgilimin telefon servis sağlayıcısında işi uzun sürünce beni hemen yanındaki alışveriş merkezine bıraktı. Ben dolanırken o da işini halledip yanıma gelecekti. Ben geçen geldiğimde de bu sefer de yalnız pek dışarı çıkmıyorum. Alışveriş merkezinin içinde bazen ayrılıp, işlerimizi halledip tekrar buluşuyoruz ki yarım saat bile sürmüyor o da zaten.
İşte yine böyle bir durumda keyfim yerinde rahat rahat her şeye bakarak, inceleyerek dolaşıyordum bir mağazanın içinde. Etrafta kadınların daha çok olduğunu da belirtmek istiyorum bu arada. Mağazada Bulunan erkeklerde çoğunlukla çalışanlar veya eşleriyle gelmiş tek tük suudlardan ibaretti. Başım kapalı ama her zaman ki gibi sadece örtüyü başıma atmışım öyle sıkı bir kapama değil yani formalite. Zaten yabancı kadınların çoğu bu şekilde örtüyor başını. Kadın ayakkabı reyonunda dolaşırken bir kadın yanıma geldi önce baktı uzun uzun. Zaten ben dolaşırken  kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Çünkü o kadar çok bakıyorlar ki ben utanıyorum. Her neyse Uzun bakışın ardından Arapça bir şeyler söyledi bana. Bende yanımdaki kadına döndüm baktım.
Kadın ellerinde siyah eldivenleri olan, gözlerini açık bırakan iki parmaklık aralığı bile siyah tülle örtmüş, bir Suud kadınıydı. (en azından ben öyle tahmin ettim). Benimle konuştuğunu anlayınca Arapça bilmediğimi söyledim İngilizce. Sonra Arapça bir şeyler söyledi tekrar bu sefer el hareketleriyle. Oysa ki ben nasıl anlayabilirdim ki her yeri ama her bir noktası kapkara bir örtüyle kapalı bir kadın size dünyanın en açık diliyle konuşsa da anlaması çok zor!!
Benim yüzümdeki şaşkın ve anlamamış ifadeyi görünce muhtemelen en iyi bildiği İngilizce kelimeyi söyledi. “head scarf” yani başörtüsü. Ama asıl demek istediği şeyin “veil”  yani peçe demek olduğunu arkasından elleriyle kendi peçesini indirip tekrar kaldırarak anlattı. Sonuna da “please” diye ekledi.
Ben önce aman Allahım şaka mı bu diye düşünürken o dakikaya kadar bir şey söylememiş olduğumu fark ettim. O kadar şaşırdım ki… Susup kadını seyrediyorum.
İki kere daha el hareketleriyle gösterdikten sonra, son bir defa “please” diyerek performansını tamamladı. Ben benim peçem yok tarzı bir şey söylemeye çalıştım ama cümlemi bitirmeden ellerimi başımdaki örtüye götürdüm refleks olarak. Ve arkamı dönüp, yavaşça uzaklaştım. Şok içinde.
Arkamı dönmemle büyük bir sinir ve hayal kırıklığı başımdan aşağı boşaldı. Sinirliydim, kadından çok kendime. Şaşkınlığıma. Niye hiçbir şey söyleyemedim diye. “Takmak zorunda değilim. Zaten her yerim kapalı sizi ilgilendirmez. Başımı kapamam yeterli peçe takmak gibi bir zorunluluğum yok gibi bir sürü şey söyleyebilirdim”. Ve hiçbir şey söyleyemedim, salak gibi durdum ve kadının dediği şeyi anlayana kadar, bide kadına gülümsedim… aaahh ahh!!
Sonra sevgilimi mi arasam gelse bir an önce diye düşündüm. Çünkü ben tek başımaydım ya. Tehdit oluşturuyorum tabi. Yanımda er kişi olunca yanıma yaklaşamazdı oysa ki.

Hayır anlamadığım şu: erkeklerin kadınlara yaptıkları baskıların yanında bir kadının başka kadına yaptığı bu baskı nedir? Erkeklerinkini anlayabiliyorum. Kendi siyasal iktidarlarını kadınlara dayatmak için yaptıkları şeylerden biri sadece. Ama kadınların bu sisteme o kadar dahil olup birbirlerine daha büyük acılar yaşatmalarını aklım almıyor. Çünkü kadın değişirse toplum değişir. O kadın yetiştirir geleceğin yetişkin bireylerini, erkeklerini, zihin yapısı yavaş yavaş değişmeye başlar ancak bu şekilde. Ah be teyze keşke bıraksan sende kızını komşunu karışmasan, o da sana karışmasa, yüzü gözüküyor diye şikayet etmesen, namussuz damgası vurmasan, bizim seni anlamaya çalışmamız gibi sende kapanmak istemeyen kadınları anlamaya çalışsan. Ellerini, gözlerini bile erkek tahrik olacak diye kapatan, dahası yüzü açık bir kadının bile toplumda erkekleri baştan çıkarabilecek olduğunu düşünen insanlar, hatta kadınlar var ne yazık ki
L ne erkeklerine güveniyorlar ne kendi kız kardeşlerine, kızlarına…
Tutamadım kendimi yazarken ama söyleyemediklerimin acısını çıkardım en azından. Sevgilim geldi olayın üzerinden 5 dk geçmeden. Ona da anlattım olanları sinirle. İyi ki dedi bir şey söylememişsin. Neden dedim? Söylemeliydim…
“O kadın her şeyden önce Suud. Senin söylediğine ters bir şey söylese sinirlense polise, güvenliğe şikayet etse seni. Olayı yanlış anlatsa sana değil ona inanırlar.” Öyle deyince sevgilim, sustum. Bir şey söyleyemedim. Haklıydı. Neyse dedim bende bloğuma yazarım. Herkese anlatırım. J

Ne yapalım burası da böyle bir ülke. Hadi buralar vatan değil de bir yere kadar umursuyor insan. Peki ya Güzel ülkemde bu kafa yapısında olanlara ne demeli, ne yapmalı?...

30 Haziran 2013 Pazar

OrtaDoğululaştıramadıklarımızdan mısınız?

Ve tekrar Arabistan’dayım. Bu sefer daha ilginç bir deneyim oldu buraya gelmek çünkü Dubai’den buraya geldik. Hal böyle olunca ister istemez, biraz daha zor geldi plajlarda gezerken, abayamı tekrar üstüme geçirmek,  trafiğe ve çevredeki düzensizliğe alışmak. Yine de şikâyetim yok sevgilimle beraberiz ya… :)

Daha geleli birkaç gün olmasına rağmen bana yazacak malzeme çoktan çıktı bile… Dubai yazısını yazarken şunu fark ettim, ne kadar gelişmiş bir ülkeye giderseniz anlatacak konu o kadar azalıyor. :) Eminim Türkiye’ye gelen turistlerde çok fazla anlatacak konu buluyorlardır döndüklerinde. O yüzden seviyorum değişik kültürleri bize, hatta dünyanın çoğuna yabancı gelen, uygulamaları  ve bu alışkanlıklarla yaşayan insanları gözlemeyi ve anlatmayı.
Burası ilk Ortadoğu tecrübemdi. Sevgilimden Ortadoğu’nun her ülkesi hakkında bir sürü hikaye dinlemiştim. Evet, az çok fikrim vardı. Ama gözlerinizle görmeniz, teninizde hissetmeniz, koklamanız gerekirmiş meğerse. Evet kokusu var buraların. Hiç bir yere benzemeyen...
Ortadoğu’ya geldiğinizde farklı bir dünyaya geliyorsunuz resmen. Türkiye’ye Döndüğümde dumur olmam, bir iki hafta kendime gelememem de bundan kaynaklanmıştı sanırım. Bahsettiğim 3,5 günlük bir gezi değil ama biraz uzun kalınca burası sizi yutuyor sanki. Bu topraklar büyülü gibi. İçine girince yavaş yavaş yoğuruluyorsunuz. Dünyanın geri kalanı bir tarafta, siz başka bir tarafta kalıyorsunuz sanki. Hayat yavaş işliyor. Sanki her şey yavaşlatılmış. Hayatın Kuralları farklı, ilişkiler, politika, ekonomi bile farklı işliyor.

İşte bunlar arasında şaşıra şaşıra yaşayıp giderken birden kendi alışık olduğunuz dünyanıza döndüğünüzde afallıyorsunuz bir süre. Hangisi gerçek? orası mı? Burası mı? Sanki boyut değiştirmiş gibi geliyor bir süre sonra…

İşte Ben bunları düşünürken bir de Mısırlı bir adamla Gezi olayları, Mısır ve Tahrir üzerine bir sohbet edince, hah dedim. Tam bir Ortadoğu deneyimi yaşıyorum şu an. 

Tüm Ortadoğu halklarının özellikle tuzu kuru olanlar değil Tunus, Mısır, Suriye gibi kanlı devrimler yaşamış ve hala yaşamakta olan halkların Türkiye’ye bakışı farklılaşmış durumda. Hepsi bize hayran… Türkiye ekonomik açıdan iyi, demokrasisi oturmuş, AB ye girmeye aday bölgenin en istikrarlı devletiyken böyle büyük bir ayaklanma çıkıyorsa Türkiye’de Başbakanın çok büyük bir hatası olmalı nelerin hesabını yanlış yaptı ki, bizim liderlerimizin durumuna düştü diyorlar. Hala Erdoğan’ın büyük hatayı devam ettirdiğini ve bunların benzerini yaşadıklarını, halka kulak tıkayan polis şiddetini arttırıp olayları küçümseyen liderlerin uzun dönemde sonunun pek de iyi olmadığını söylüyorlar. Ama hepsinin söylediği bir şey var. Bizi gülümseten göğsümüzü kabartan : “O nasıl güzel direniştir, nasıl barışçıl, nasıl sevgi, hümanizm ve zeka dolu direniştir öyle” diyorlar. Öyle valla diyoruz. Biz böyle direniriz, hiç beklenmeyen bir anda diriliriz.

MeaşAllah diye araya girip inşAllah diye devam ediyorlar. Bizde tekrarlıyoruz İnşallah… İngilizceye yeni bir anlam katıyor bu ortak kelimelerimiz. Ortak başka bir dil konuşuyoruz İngilizce gibi gözüken. İşte o an daha iyi anlıyorum, bizim de içimizde varolan Ortadoğuluyu…

19 Mart 2013 Salı

Maymunlar ve Cidde dönüşü


Cidde’den dönüşümüzde hayatımın en ilginç yolculuğunu yaptım diyebilirim. Cidde-Mekke-Riyad arasında Taif şehrinden geçtik. Burası maymunlarıyla ünlü bir yer. Vahşi kırmızı popolu yüzlerce maymun burada yaşıyor. Yolda giderken de arabayla durup maymunları beslemeniz veya fotoğraf çektirmeniz mümkün. Ancak çantanızı ve arabanızın camlarını kapalı tutsanız iyi olur çünkü ne bulurlarsa elinizden kapıp kaçmaları an meselesi. Maymunları görünce durup arabayı sağa çekip birkaç fotoğraf çekmek istedik. Durmamızla maymunların Yemek için grup halinde yanımıza gelmeleri bir oldu. Hatta Birkaç tanesi arabanın üzerine bile çıktı. Ben cesaretsizce, elimi uzatıp çerez verip vermeme konusunda kararsızdım ki, arkadaşımızın elinden uslu uslu fıstık yiyen maymun bir anda koca çerez paketini kaptığı gibi karşıdaki tepeye tırmanmıştı bile. Bu benim sadece uzaktan bakma kararımın çok daha mantıklı olduğunu da kanıtlamış oldu. Birkaç tane aynı karede fotoğraf çektirdik ki, yetti de arttı bile…


arabamızın üstüne çıkıp sonrada elimizden çerez paketini kapıp kaçan maymun bu arkadaş işte :)

                                            görülüceği üzere oldukça tırsmış duruyorum. :)





Mekke ve Arafat da aynı şekilde çok ilginçti. Bu topraklardaki o yüz bin yıllık geçmiş, yaşanan savaşlar, sanki her yere sinmiş. Bu enerjiyi hissediyorsunuz. Hep anlattım burası küçük Amerika adeta diye. İşte dönüş yolunda Mekke’den geçerken aslında Arabistan’ın diğer yüzünü gördüm diyebilirim. Daha fakir, daha Ortadoğulu, daha şaşırtıcı… Estetiğin zaten Araplar için çok önemli bir olgu olduğunu düşünmüyordum ama buraları görünce estetik algısının tamamen yok olduğunu gördüm. Araplar için estetikten çok gösteriş daha önemli gibi geliyor bana. O yüzden abartıyı ve şatafatı seviyorlar.







İşin ilginç yanı evlerinde arabalarında o kadar paralar harcıyor ve en lüksünü yaptırıyorlarken konu dış görünüşe geldiğinde umurlarında olmuyor. Her şey o kadar içe dönük ve izole ki evlerinin içi belki altın kaplama ama dışarıdan baktığınızda gördüğünüz genellikle sarı renk taştan duvarlarla çevrili sadece damları gözüken evler. Aynı şekilde kadınlarında dışına baktığımızda simsiyah kara çarşaflarıyla gezmelerine aldanmamak gerek. Gördüğüm ve gözlemlediğim kadarıyla iç dünyaları da bir o kadar renkli. O kadar kıyafeti ve iç çamaşırını sadece evde giymek için nasıl alabildiklerine ise bir türlü akıl sır erdiremedim. Fantezinin de bir sınırı olmalı değil mi ? 
Son olarak bu konuyla alakalı bir şey daha söylemek istiyorum. Bir alışveriş merkezinde bir katı sadece abiye kıyafetlere ayırmışlardı. Orada gördüklerim abiye ise ben bugüne kadar hiç abiye görmedim ve bilmiyorum demek istiyorum. O kadar ki, her yeri dekolte, her tarafı işli boncuklu çok abartılı modellerin yanında çok güzel ve değişik modellerde vardı. Bizim moda tasarımcılarının veya abiye satan mağaza sahiplerinin gidip oraları dolaşmaları tavsiye edilir. Üstelik çok değişik olmasının yanında fiyatları da Türkiye’dekinin yarı fiyatı.
 Arabistan bana anlatacak çok hikaye verdi. Ve tahmin ettiğimden çok daha güzel vakit geçirdim. Kocamı bırakmak ve bu farklı kültürle vedalaşmak kolay olmadı aslında. Şaşırtıcı olsa da Ankara’ya geldiğimde her şeyi garipsemem ve orayı içten içe özlemem de bundan sanırım. Şimdi abayam olmadan dışarı çıkmak, etekli adamlar görmemek garip geliyor ve çarşafla gezen kadınlara şaşkınlıkla bakmaktan kendimi alamıyorum. Orada mecburiyetten giyilen abayayı burada kendi isteğiyle giyenlere gülümsemeden ve empati kurmaktan kendimi alamıyorum.

12 Mart 2013 Salı

Gecikmeli Cidde yazım ve eve dönüş...


Çarşamba günü Cidde’ye doğru yola çıktık. Yol 1000 km olmasına rağmen yolların dümdüz, adeta uçak pisti kıvamında olması oldukça hızlı yolculuk etmeyi sağlıyor. Bizde hiç yorulmadan Cidde’ye vardık. Gitmeden önce, herkes Cidde’nin Çok modern bir şehir olduğundan bahsediyordu.  Kızıldeniz kıyısında olması nedeniyle de dalış ve su sporları bakımından inanması güç gibi gelse de dünyada sayılı yerlerden biri. Kızıldeniz zaten mercan kayaları ve yüz binlerce farklı çeşit balığın bulunduğu çok verimli ve zengin bir deniz.
Kızıldeniz denince, Küçüklüğümden beri hep düşünürdüm,  … Bana çok uzak ve ulaşılmaz gelirdi. Hani Akdeniz veya Ege gibi değildi orası. Okyanus bile öyle uzak ve çekici gelmedi bana.  Oysa Kızıldenizin ismi bile farklıydı, acaba gerçekten kızılımsı mıydı diye düşünürdüm.
Cidde ye giderken hep bu düşünceler vardı kafamda. İnsan hep düşünüp hayal ettiği şeyler gerçekleşeceği zaman bir şaşkınlık duyar ya. Boşluk hissi… İşte bende hayatı n bana sunduklarına ve karşıma çıkan tesadüflere bazen inanamıyorum. Tanrının planını bazen anlarsınız yada anladığınızı sanırsınız. Size göz kırptığını hissedersiniz. O anda hissettiğiniz duygu işte tarif ettiğim. Sevinç, şaşkınlık, inanamama, mutluluk, heyecan belki de biraz korku ve endişe…
O anlarda bir boşluk hissiyatı oluşuyor ta ki hayalim neyse onu yaşayıncaya kadar. Herneyse…
İşte bende sonunda merakımı giderdim, hayalini kurduğum Kızıldeniz’le buluştuk.  En büyük korkum Kızıldeniz’e uzaktan bakmak zorunda kalmaktı. Dibine kadar gidip denize girememek büyük bir hayal kırıklığı olacaktı. Ancak dersime çok iyi çalıştım, araştırdım.








Cidde de birçok plaj var. Ancak halk plajlarında kadınlar ve erkekler birlikte yüzemiyorlar.  Bazı otellerin de yine özel plajları bulunuyor ama buralarda da bazılarında birlikte yüzebilirken bazılarında yüzemiyorsunuz. Baya bir araştırma yaptıktan sonra birkaç plaj ismi ile sabah yola çıktık.  Bu plajlar compoundlar gibi askerler tarafından korunmuyor. Yani devlet koruması altında değil. Bazıları o kadar ünlü ki internette fotoğrafları da var. Ama aslında büyük bir gizlilik içindeler. Yerleri çok belirgin değil. Tabelaları filan yok örneğin. Yerini sora ,sora zar zor bulduk. Dışarıdan baktığınızda büyük duvarları olan özel bir mülke giriyormuş gibi hissediyorsunuz. İlk güvenlik, duvarların ardına geçmek için. Burada arabanızı park ediyorsunuz ve kadınlar arabadan kıyafetleriyle, abayaları olmadan iniyorlar. 2. Güvenlikli kapıya geliyorsunuz buradan da geçerseniz artık plajdasınız,  zaten bu duvarın ardından yabancı müzik sesleri gelmeye başlıyor.
Ve pasaportumuzu gösteriyoruz, Suud olmadığımızı ispat edince o kapı açılıyor ve biz kendimizi bir anda sanki, Suudi Arabistanda değilde güney Amerika sahillerinden birindeymiş gibi hissetmeye başlıyoruz.  Amerikalı ve Avrupalılar çoğunlukta. Cidde de yaşayan expatların çoğu hafta sonlarını bu plajlarda geçiriyor. Plajda Amerikalı bir kadınla tanıştım. Cidde deki bir Amerikan okulunda İngilizce öğretmeniymiş. Riyad’daki okulların daha çok para verdiğini ama hafta sonları buraya gelerek Arabistan’da yaşadığını unuttuğunu ve bunun her şeye değdiğini söyledi. Haksızda sayılmaz bence.
Turkuaz renkte bir su, beyaz kumlar ve kışın ortasında yaz yaşama lüksünü sindirememiş bünyem bir de bu manzarayı görünce baya bir afalladı. Kendimizi hemen serin sulara bıraktık ve tüm gün deniz, kum, güneş üçlüsünün tadını çıkardık.
Türkiye’de hala gri kapalı ve soğuk havayı düşünüp, Arabistan’da bulduğumuz bu vaha için şükretmeyi ihmal etmedik.  
Kurallar o kadar işlemiş ki içimize, sevgilimle otururken orada bile birbirimizin elini tutmaya çekindiğimizi fark ettik. Evet bikinimle kocamın yanında oturuyordum. Etrafımız kadınlı erkekli gruplarla dolu bir plajda, kimsenin kimseye bakmadığı gayet medeni bir ortamdaydık. Ama Arabistan’da yaşamak her an kontrollü olmayı, dikkatli davranmayı, sokakta, arabada fazla dikkat çekmemeyi hatta, kendi karınla, kocanla bile mesafeli durmayı beraberinde getiriyor. Biz bunu o kadar benimsemişiz ki rahatlamamız oldukça zaman aldı.
Cidde bizi şaşırtmayı akşam da sürdürdü. Yemek yemek için bir yerler arıyorduk. Bir Meksika restoranına gitmeye karar verdik. Normalde Riyad da namaz saatlerine hep dikkat ediyoruz ama biz etmesek bile zaten hayat tamamen durduğu için her şeyi ona göre ayarlamak zorunda kalıyoruz. Cidde de namaz saatini biz unuttuk ama tüm Cidde de sanki bizimle unutmuş gibiydi.  Yemeğimiz namaz yüzünden bölünmedi, Girdiğimiz lokanta da family section perdelerle ayrılmamıştı. Gayet normal açık yan yana masalar hatta pencere kenarında olmak üzere konumlandırılmıştı. İçerde herkes kadın, erkek yemek yiyordu ve kadınların çoğunun başı açıktı.  Arap kadınlarının çoğunun peçesiz oluşu, Sokakta, restoranda çoğunlukla yüzü görünen kadınları görmek bünyelerimizde baya bir şaşkınlığa sebep oldu. Biraz Suudi kadınların nasıl göründükleri hakkında da fikir edinmiş oldum. 
sanayiinin en çok geliştiği Şehir 

büyük camlı modern binalar...



denizin üstünde bir camii

deniz kenarında oturduk daha ne olsun...





Ünlü Kral Fahd Fıskıyesi- dünyanın en yüksek fıkıyesi


Kısacası Cidde’ye bayıldık. Sadece deniz için bile görülmeye değer diyorum. Bu sefer fazla kalamadık o yüzden dalış için bir daha ki sefere diyerek aklımızı ve kalbimizi bırakarak evimize geri döndük. Bu satırları havaalanında yazıyorum. Türkiye’ye, Eve dönüyorum. Aslında ev kavramım oldukça karıştı bugünlerde. “Ev kalbinin olduğu yerdir “ derler… Benim kalbim Arabistan da kaldı.  
Evimizi yeniden yuva yapmaya gidiyorum. Sevgilim gelene kadar hazırlamam lazım. O yüzden, Herkese içinde, kalplerin birlikte attığı “evler” diliyorum. 


P.S. yazacak ve anlatacak daha çok şey var. Sanırım bir süre daha yazacağım…

10 Mart 2013 Pazar

8 Martın Ardından...

Yazamadım ne yazık ki kaç gündür ama sizde hak verirsiniz ki buradaki son günlerim ve çok hızlı geçiyor zaman . yapacak bir sürü şey, görülecek o kadar çok yer vardı ki ben bile gelirken Arabistan’ın bana bu kadar fazla şey sunacağını tahmin etmemiştim.  Cidde ve Mekke sonrasında dönerken Taif ve Arafat da inanılmaz değişik ve ilginçti benim için. Bu coğrafyada farklı bir şeyler var artık buna inanıyorum. Bir enerji ya da insanı içine çeken bir şey.... Hem nefret ettiren boğan ve sıkan ama bir o kadar da gözlerini alamadan seyrettiren, kendine baktıran.
8 Mart da Arabistan da olmak aslında komik ve ironik bir tesadüftü belki de benim için. Biz gördüklerimize şaşırmakla o kadar meşguldük ki aslında 8 Martı filan unutmuştuk. Ancak tam da 8 Marta yakışır bir durum oldu burada bana hediye gibi geldi.
Cidde Arabistan’ın en modern şehri. Yabancı nüfusunun çok olması yanında, bir de Suudlarında en açık görüşlülerinin yaşadığı yer burası. Deniz kenarı olması da cabası üstelik.
Cuma sabahı uyandık ve otelden kahvaltı etmek için dışarı çıktık. Biraz arabayla dolaştıktan sonra deniz kenarında yolda giderken cafelerin olduğu bir yerde durduk. Ama gözlerimize inanamadık. Cuma namazı saatinde starbucksın önünde denize nazır, kadınlar ve erkekler beraber oturuyorlardı. Üstelik kadınların hepsinin de başı açıktı. Ben öyle sevindim öyle sevindim ki sanki hemen oturup bu anın tadını çıkaramazsak elimizden alınacakmış gibi, bulduğum bir masaya oturuverdim. Oturanların hepsi Avrupalı veya Amerikalıydı ama olsun bu bana verilen en büyük kadınlar günü hediyesi oldu diyebilirim. Denize karşı başımı örtmeden sevgilimle oturdum ve Mutavva filanda gelmedi daha ne olsun J Üzerimdeki Abaya haricinde her şey sanki İstanbulda veya her hangi modern bir ülkedeymiş gibiydi. Ama sonra namaz bitti ve aile bölümü tekrar açıldı ve bizimde deniz sefamız böylece sonlanmış oldu. Yine de aile kısmına çıkınca (içerideki) daha önceden resmini çekip koymuştum perdelerle ayrılmış bölümleri olan bir aile bölümü yapmamışlar normal bir starbuckstı yani. J Dediğim gibi Cidde gerçekten farklıydı. Ayrıntılı yazacağım daha sonra.
Kısacası 8 martta böyle bir güzellik yaşadım. Ama hava burada iyiden iyiye ısındığı için artık gündüz abaya ile dolaşmak tam bir işkence halini aldı. 35 derecede içinize ne kadar ince giyerseniz giyin simsiyah sentetik abaya ile pişiyorsunuz. Arabada sürekli klimayı sonuna kadar açtığım için sevgilim hasta olacak diye korkuyorum artık :/ birde uzun yolda gelirken her 100, 200 km de bir check pointler oluyor. Buralarda polisler plaka kontrolü yapıyor ve ihbara göre arabaları durdurabiliyor. Buralara yaklaşırken ben başımı örtüyorum. Dikkat çekmemek veya sorun yaşamamak adına. Düşünün ki 1000 km yol geliyorsunuz. Hava 35 derece güneş tepede, abaya ile bile zor duruyorum, bir de her saat başı bir telaş, check pointe geldik kapa başını…. Anlatırken bile sinir geliyor…

Daha önceden paylaştığım starbucks resmi. Aile bölümü bu şekilde perdelerle oda oda ayrılmış. Burası Riyad. 

Burası da Cidde de sahil kenarı bir Starbucks. Oturanlar kadın erkek. Aile bölümü değil aslında "Single section" ama namaz saatinde izin vermişler...

Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bizim Türk erkekleri de batılı erkeklerde aslında daha şanslı. Neden mi? Tersten düşünelim birazda. Şimdi düşünün, karınız anneniz kız kardeşiniz hepsi size bağımlı. Devlet dairesine yalnız gidemez, pasaport çıkartamaz, evde ne bitti haydi markete, gereklileri alın getirin, çocukları dışarı çıkarın, gezdirin.  Karınıza poşet taşıtmayın, dışarıda her tür konuşmayı siz yapın. Çocukların Okuluna görüşmeye,  çocukları maçlara, spora siz götürün. Arabanın bakımı, benzini, evin çalışanları, hepsiyle siz ilgilenin. Maddi olarak her şey ama her şey sadece erkeğin sorumluluğunda olsun. Haydi böyle bir hayat düşünün.  Tersten bakınca aslında Suud erkeklerinin de işi zor. Ne dersiniz? Bence bizim Türk erkekleri 1 hafta dayanamaz bu tempoya isyan eder.
Benim annem, evin her eksiğini bilir eve ne alınacak, ne atılacak, kimin doğum günü, kimin doktor randevusu, kime gidilecek kimden gelinecek, veli toplantısı, evin aidatı, tüm faturaların ödenmesi, banka işleri, bizimle ilgili büyük, küçük her şey annemin görev tanımına girer. Daha unuttuğum neler neler… Eminim sizin de etrafınızdaki kadınlar böyle. Annelerimiz, bizler… Kadındır evi çeken çeviren evi yuva yapan, sevgiyle, şefkatle uğraşır çünkü. İşte budur bence kadınları özel yapan.  O yüzden emekçidir tüm kadınlar çünkü sevgi, emek ister. Tüm kadınların geçmiş kadınlar günü de kutlu olsun o zaman…