Translate

Turkey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Turkey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2013 Salı

Gecikmeli Cidde yazım ve eve dönüş...


Çarşamba günü Cidde’ye doğru yola çıktık. Yol 1000 km olmasına rağmen yolların dümdüz, adeta uçak pisti kıvamında olması oldukça hızlı yolculuk etmeyi sağlıyor. Bizde hiç yorulmadan Cidde’ye vardık. Gitmeden önce, herkes Cidde’nin Çok modern bir şehir olduğundan bahsediyordu.  Kızıldeniz kıyısında olması nedeniyle de dalış ve su sporları bakımından inanması güç gibi gelse de dünyada sayılı yerlerden biri. Kızıldeniz zaten mercan kayaları ve yüz binlerce farklı çeşit balığın bulunduğu çok verimli ve zengin bir deniz.
Kızıldeniz denince, Küçüklüğümden beri hep düşünürdüm,  … Bana çok uzak ve ulaşılmaz gelirdi. Hani Akdeniz veya Ege gibi değildi orası. Okyanus bile öyle uzak ve çekici gelmedi bana.  Oysa Kızıldenizin ismi bile farklıydı, acaba gerçekten kızılımsı mıydı diye düşünürdüm.
Cidde ye giderken hep bu düşünceler vardı kafamda. İnsan hep düşünüp hayal ettiği şeyler gerçekleşeceği zaman bir şaşkınlık duyar ya. Boşluk hissi… İşte bende hayatı n bana sunduklarına ve karşıma çıkan tesadüflere bazen inanamıyorum. Tanrının planını bazen anlarsınız yada anladığınızı sanırsınız. Size göz kırptığını hissedersiniz. O anda hissettiğiniz duygu işte tarif ettiğim. Sevinç, şaşkınlık, inanamama, mutluluk, heyecan belki de biraz korku ve endişe…
O anlarda bir boşluk hissiyatı oluşuyor ta ki hayalim neyse onu yaşayıncaya kadar. Herneyse…
İşte bende sonunda merakımı giderdim, hayalini kurduğum Kızıldeniz’le buluştuk.  En büyük korkum Kızıldeniz’e uzaktan bakmak zorunda kalmaktı. Dibine kadar gidip denize girememek büyük bir hayal kırıklığı olacaktı. Ancak dersime çok iyi çalıştım, araştırdım.








Cidde de birçok plaj var. Ancak halk plajlarında kadınlar ve erkekler birlikte yüzemiyorlar.  Bazı otellerin de yine özel plajları bulunuyor ama buralarda da bazılarında birlikte yüzebilirken bazılarında yüzemiyorsunuz. Baya bir araştırma yaptıktan sonra birkaç plaj ismi ile sabah yola çıktık.  Bu plajlar compoundlar gibi askerler tarafından korunmuyor. Yani devlet koruması altında değil. Bazıları o kadar ünlü ki internette fotoğrafları da var. Ama aslında büyük bir gizlilik içindeler. Yerleri çok belirgin değil. Tabelaları filan yok örneğin. Yerini sora ,sora zar zor bulduk. Dışarıdan baktığınızda büyük duvarları olan özel bir mülke giriyormuş gibi hissediyorsunuz. İlk güvenlik, duvarların ardına geçmek için. Burada arabanızı park ediyorsunuz ve kadınlar arabadan kıyafetleriyle, abayaları olmadan iniyorlar. 2. Güvenlikli kapıya geliyorsunuz buradan da geçerseniz artık plajdasınız,  zaten bu duvarın ardından yabancı müzik sesleri gelmeye başlıyor.
Ve pasaportumuzu gösteriyoruz, Suud olmadığımızı ispat edince o kapı açılıyor ve biz kendimizi bir anda sanki, Suudi Arabistanda değilde güney Amerika sahillerinden birindeymiş gibi hissetmeye başlıyoruz.  Amerikalı ve Avrupalılar çoğunlukta. Cidde de yaşayan expatların çoğu hafta sonlarını bu plajlarda geçiriyor. Plajda Amerikalı bir kadınla tanıştım. Cidde deki bir Amerikan okulunda İngilizce öğretmeniymiş. Riyad’daki okulların daha çok para verdiğini ama hafta sonları buraya gelerek Arabistan’da yaşadığını unuttuğunu ve bunun her şeye değdiğini söyledi. Haksızda sayılmaz bence.
Turkuaz renkte bir su, beyaz kumlar ve kışın ortasında yaz yaşama lüksünü sindirememiş bünyem bir de bu manzarayı görünce baya bir afalladı. Kendimizi hemen serin sulara bıraktık ve tüm gün deniz, kum, güneş üçlüsünün tadını çıkardık.
Türkiye’de hala gri kapalı ve soğuk havayı düşünüp, Arabistan’da bulduğumuz bu vaha için şükretmeyi ihmal etmedik.  
Kurallar o kadar işlemiş ki içimize, sevgilimle otururken orada bile birbirimizin elini tutmaya çekindiğimizi fark ettik. Evet bikinimle kocamın yanında oturuyordum. Etrafımız kadınlı erkekli gruplarla dolu bir plajda, kimsenin kimseye bakmadığı gayet medeni bir ortamdaydık. Ama Arabistan’da yaşamak her an kontrollü olmayı, dikkatli davranmayı, sokakta, arabada fazla dikkat çekmemeyi hatta, kendi karınla, kocanla bile mesafeli durmayı beraberinde getiriyor. Biz bunu o kadar benimsemişiz ki rahatlamamız oldukça zaman aldı.
Cidde bizi şaşırtmayı akşam da sürdürdü. Yemek yemek için bir yerler arıyorduk. Bir Meksika restoranına gitmeye karar verdik. Normalde Riyad da namaz saatlerine hep dikkat ediyoruz ama biz etmesek bile zaten hayat tamamen durduğu için her şeyi ona göre ayarlamak zorunda kalıyoruz. Cidde de namaz saatini biz unuttuk ama tüm Cidde de sanki bizimle unutmuş gibiydi.  Yemeğimiz namaz yüzünden bölünmedi, Girdiğimiz lokanta da family section perdelerle ayrılmamıştı. Gayet normal açık yan yana masalar hatta pencere kenarında olmak üzere konumlandırılmıştı. İçerde herkes kadın, erkek yemek yiyordu ve kadınların çoğunun başı açıktı.  Arap kadınlarının çoğunun peçesiz oluşu, Sokakta, restoranda çoğunlukla yüzü görünen kadınları görmek bünyelerimizde baya bir şaşkınlığa sebep oldu. Biraz Suudi kadınların nasıl göründükleri hakkında da fikir edinmiş oldum. 
sanayiinin en çok geliştiği Şehir 

büyük camlı modern binalar...



denizin üstünde bir camii

deniz kenarında oturduk daha ne olsun...





Ünlü Kral Fahd Fıskıyesi- dünyanın en yüksek fıkıyesi


Kısacası Cidde’ye bayıldık. Sadece deniz için bile görülmeye değer diyorum. Bu sefer fazla kalamadık o yüzden dalış için bir daha ki sefere diyerek aklımızı ve kalbimizi bırakarak evimize geri döndük. Bu satırları havaalanında yazıyorum. Türkiye’ye, Eve dönüyorum. Aslında ev kavramım oldukça karıştı bugünlerde. “Ev kalbinin olduğu yerdir “ derler… Benim kalbim Arabistan da kaldı.  
Evimizi yeniden yuva yapmaya gidiyorum. Sevgilim gelene kadar hazırlamam lazım. O yüzden, Herkese içinde, kalplerin birlikte attığı “evler” diliyorum. 


P.S. yazacak ve anlatacak daha çok şey var. Sanırım bir süre daha yazacağım…

5 Mart 2013 Salı

Arabistan'da, Huzur İslamda...Para var Huzur var :)))))


Arabistan'da ailelerin uyduğu bazı örf ve adetler var. Bazıları bize çok ters gelebilirken bazıları da bir o kadar tanıdık. Misafirlik bizde ki gibi yaygın.  Aileler birbirini ziyerete gidiyor ancak kadınlar ayrı erkekler ayrı oturuyor.
Restoranların çoğunda arabaya servis var. Yürüyerek dolaşamadıkları için, yiyecekleri alıp arabada gezerek yiyorlar. Bu da akıl almaz bir trafik meydana getiriyor.
Kadının evde yalnızken kocasının erkek kardeşini eve kabul etmesi adetlerine uygun değil. Evde yalnızken içeri alamıyor ancak kocası gelince içeri davet edebiliyor.
Bizim şehirlerde yaygın olarak gördüğümüz hafta sonları, otoban kenarı yeşilliklerinde, mangal yakma durumu Araplarda da çok yaygın. Tek bir farkla onlar için, Yeşillik veya çöl kumu fark etmiyor.
Et ve deniz ürünleri fiyatları çok uygun. Özellikle deniz böcekleri Türkiye’dekinin üçte bir fiyatına yiyebiliyorsunuz.
Marketlerde sınırsız tatlı içecek seçeneği var. Hatta o kadar çok meyve suyu çeşidi var ki dünya da ne kadar meyva varsa herbirinin suyunu katkısız şekliyle bulmak mümkün diyebilirim. Benim gibi sadece su ve ayran içen birisi için önce kabul etmesi zor oldu ama denedikçe meyve sularına bağımlı oldum. Restoranlarda da çok ilginç meyve kokteylleri ağızları sulandıracak şekilde servis ediliyor. Ve tabiiki alkolsüz biralardan da bahsetmesem olmaz…. Efes dahil olmak üzere dünyaca ünlü bir çok bira markasının, aromalı, alkolsüz biraları satılıyor. Ben daha önce "yanlışlıkla" alkolsüz bira içmiş biri olarak, çok gereksiz bir içecek olduğunu düşünürdüm. Yani bira zaten favori içkim değildir ama şöyle buz gibi bir bira da bazen şahane gider. Ee alkolsüz olduktan sonra su içmeyi tercih ederim diyordum ki… Buradaki biraları deneyene kadar….Limonlu, berryli, elmalı, narlı bir sürü çeşidi var. İnanın denemiş olsanız, Türkiye’deki meyvalı gazozları bir daha içmezsiniz. Üstelik malum her şeyin içine koydukları glikoz şurubu burada hiçbir içecekte bulunmuyor.

Birazda günlük hayattan bahsedecek olursam, her yere arabayla gidiliyor. Eğer yarım saat,  bir saatlik, bir işi varsa kimse, arabasının kontağını kapatmıyor. Hatta yazın hava sıcaklığı 50 dereceyi bulduğu günlerde 1 saat önceden arabalarını çalıştırıp klimalarını açıp, öyle biniyorlarmış.  Alışveriş merkezinde arabayı koymak için park yeri ararken bir çok arabanın çalışır durumda olduğunu ama içinde kimsenin olmadığını görünce ben oldukça şaşırmıştım.
Her yerde çok lüks arabalar var. Hıza meraklılar. En komiği, toplu taşıma diye bir şey yok. Bir tane bile otobüs görmedim daha. Taksiler var ve çok ucuz. Taksi kullananların çoğu yabancı kadınlar zaten. Geri kalan herkesin arabası veya şöförü var. Hatta Alışveriş merkezlerinin otoparklarında jeeplerin yanında oturan ve kadınları bekleyen, Filipinli şoförleri görebiliyorsunuz. 
Yemeklerini arabaya servisten alıp, arabayla dolaşarak yiyorlar. Evet, o kadar yapacak hiç bişe yok ki, siz düşünün... :)
Genellikle sosyal hayat akşam 7 buçuktan sonra başlıyor. Son yatsı namazının bitişiyle herkes sokaklara çıkıyor. Ondan önce dışarı çıktığınızda hem sıcak, hemde namaz saatleri yüzünden zırt pırt her yerin kapanmasından birşey yapamıyorsunuz. Namaz saatlerini takip etmeden plan yapınca ortada kalıyorsunuz. Sürekli namazın bitişini ve başlangıcını hesaplayarak alışverişe gitmek, hatta restoranlarda bile siparişi namazdan önce verebilmek gerekiyor, yoksa namaz bitene kadar kimse siparişinizi almıyor. Namaz saatinde tüm restoranlar ve mağazaların kapanması zorunlu. Restoranlar ışıklarını kapatıyor. Perdelerini indiriyor. İçerideki müşteriler de yemeği geldiyse eğer, yemeğini yemeye devam ediyor, Gelmediyse beklemek zorunda kalıyor. Mall'lar da ise tüm mağazalar kapanıyor ama Mall'un içinde gezmek serbest. O sırada yerlerde namaz kılan kadınları veya oturup mağazaların  açılmasını bekleyenleri görebiliyorsunuz. 
Zaman kavramı burada o kadar önemsiz ki. Her şey yavaş işliyor. Hayat duruyor belli sürelerde, ama kimsenin acelesi yok. Her şeyi tükettikleri gibi zamanı da bilinçsizce tüketiyorlar aslında... 
Geç saate kadar herkes dışarda oluyor ve öğlene kadar uyunuyor. Genelde herkes gece yaşıyor.
Arabanın deposunu doldurmak sadece 8 tl. ( vah benim ülkeme vah) Üstelik bahsi geçen araba 4x4, bunu da belirtmek isterim.  Zaten motor gücü olarak 4000 motorun altında pek araba göremiyorsunuz. İlk başta umarsızca benzin almak, yakıt hesabı yapmayı bırak, savurganca araba kullanmak bana çok garip geldi. Ama sonra alıştım sanırım. Türkiye ye dönünce yine km hesabına, her ay depoyu doldurmanın maliyetindeki artışa nasıl tahammül edicem bilmiyorum.
Bedevilerin çoğu Toyota marka pikap kullanıyor. Ama arabaların her yanı vuruk ve çizik içinde. Trafikte en çok onlardan korkmak gerekiyor çünkü kaybedecek bir şeyleri yokmuş gibi gidiyorlar.
Yollar çok geniş, asfalt kalitesi yüksek. Çok sıcaklarda bile erimiyormuş. O yüzden mesafeler bizdeki gibi değil 500-600 km kısa mesafe olarak nitelendiriliyor ve gerçekten hiç uzun yolda gittiğinizi hissetmiyorsunuz.
Ve en kötüsü çocuk sürücüler çok fazla. Geçenlerde Riyad’a giderken yolun kalabalığı bir tarafa, herkes en önce ben geçiyim telaşındayken, Sol arkamızdan bir anda, bir darbeyle irkildik. Kenara çektik ve sevgilim dışarı çıktı. 13-14 yaşlarında bir Suud erkek çocuğu. Korkmuş ve şaşkın bir şekilde bakıyor. Neyse ki bizim arabaya bir şey olmamıştı. Çocuk, sevgilime zaten arabayı atacağını arabanın çok eskidiğini söylemiş. Araba 3,4 yaşında bir Honda Civic’ti. Sanırım bu olay genel olarak Arapların trafik ve araba konusundaki davranışları ve düşünce yapılarını anlatmaya yeter.

O kadar zenginler ve o kadar parayı harcayacak yer ve ortamdan yoksunlar ki, araba konusunda sınırsız bir zevkleri var. Dünyanın en pahalı, en büyük arabalarını burada görmek mümkün. Geçen gece Riyad'ın en ünlü caddesi olan "Tahlia" caddesine gittik. İstanbul'un Bağdat caddesi gibi bir yer düşünün. Büyüklük ve piyasa olması açısından oldukça benzer olduklarını söyleyebilirim.  Bu cadde üzerinde bir çok restoran, cafe ve mağazalar bulunuyor. Riyad'da yürüyerek dolaşabileceğiniz tek yer de burası aslında. Yinede yürüyen kimseye pek rastlamıyorsunuz. Bu cadde de herkes arabasıyla tur atıyor ama ne arabalarla... 
Araplarda büyüklük takıntısı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Her şeyin en büyüğünü alıyorlar. Arabanın, evlerin, yemeğin, "bigger is better" kavramı Amerikalılardan bile daha büyük bir takıntı bence Suudlarda. Zaten özellikle böyle bir caddede giderken Küçük Amerika'daymış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Rahatlıkla, pembeye boyanmış bir Ferrari, veya tamamen altın kaplanmış bir Bentley görebilirsiniz. 
Ancak düşündüğümüzde hak veriyoruz Suudlara. Çok zenginler ama harcayacak yerleri ve yapabilecekleri hiç bir şey yok. Onlarda ellerindeki olanaklarla en iyisini yapmaya çalışıyor işte...
Orta halli bir Suud erkeği, hiç çalışmadan, evinde 2 hizmetçi, bir şoför ve en az 2 tane Türkiye standartlarına göre pahalı arabaya sahip olabiliyor. Kefalet sistemi diye bir sistem kurulmuş burada. Bu sisteme göre; ülkeye gelen ve iş yapmak isteyen bir yabancıya bir Suud'un kefil olması gerekiyor. Kefilin onay vermeden ülkeden giriş çıkış yapamıyorsun. Bu kefilin kişinin üzerinde neredeyse modern kölelik denebilecek kadar hakları var. (Expatlar hariç). Ve Suudlar her kefili olduğu yabancıdan, kişinin geliri oranında bir para alıyor. Örneğin bir Filipinli Suudi Arabistana geldi. Temizlikçi olarak çalışıyor. O kişinin kefili kimse, her ay belli miktar parayı cebine indiriyor hemde oturduğu yerden. Her Suud'un en az 2,3 kefilinin olduğunu düşünün, matematiğini siz yapın. Sistem o kadar vatandaşını korumaya yönelik çalışıyor ki, zaten pis işleri kendi vatandaşına yaptırmıyorsun, yabancı çağırıyorsun. Bir taraftanda kendi vatandaşına yine gelir sağlıyorsun. 
Kaliteli işler de de mutlaka belli oranlarda, Suud çalıştırma kotaları bulunuyor. Örneğin sevgilimin çalıştığı yer Suud Ordusuna tank ve savunma sistemleri yapıyor. Fabrikada belli pozisyonlarda Suud çalıştırma zorunluluğu var. İşe de gelmeseler, bazen 2 saat bile çalışmıyor dahi olsalar bu kotayı değiştiremiyorlar.Çünkü işsizlik çok yüksek. Bunun da nedeni yine fazla zengin olmaları. İşsiz,genç nüfus çok fazla ama ,iş beğenmedikleri için kimse çalışmaya değer bir iş bulup da kendini yormuyor. O yüzden gençlik araba yarışlarında, başı boş sokaklarda... 
Şimdi siz söyleyin, şöyle ortalama bir Türk erkeğini hayal edin. Bu standartlara sahip olsa yok ben yinede çalışıcam, 50 derecede işime de gidicem, namazımı da kılıcam tutmayın beni der mi demez mi? :)) cevabı hepimiz biliyoruz bence. Bizim eşekler gibi çalışıp sahip olmaya uğraştığımız evleri, arabaları, imkanları, çalışmadan sahip olduklarını düşünürsek ee niye çalışsınlar ki.... :)))
Bunun üzerine geçenlerde Sevgilimle konuşurken dedik ki: Huzur İslamda, Para var, huzur var :)) Sizce de Suudların mottosu bu değil mi? :D