Translate

Riyad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Riyad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2013 Perşembe

Arapça Düşünmek

Her ne kadar Türkiye'ye çoktan dönmüş olsam da, Arabistan benim için şu an çok uzak bir anı gibi görünse de, sadece 1 ay önce orada olduğumu düşününce biraz şaşırıyorum. Oysa ki Ne kadar uzun zaman geçmiş gibi geliyor.

Arabistan'a ilk gidişimden beri, haberlerde ulusal veya uluslararası medyada ne zaman Suudilerle ilgili bir haber görsem ilgimi çekiyor. Eskiden okuduğum gibi bakamıyorum haberlere artık.
Bizzat bazı şeylere şahit olmak, hissetmek ve yaşamak farklı bir bakış açısı oluşturuyor çünkü.
Bugünde bir kaç Arabistan haberine rastladım uluslararası medyada.

Öncelikle bunları paylaşmadan önce şunu söylemek istiyorum; Suudlar hatta biraz daha genişletirsek Araplar özelikle de kadınlar genel olarak "Batının" onlar hakkında yaptığı üstün körü haberlerden, alaycı tavırlardan oldukça şikayetçiler. Batıyla aralarında giderek açılan bir uçurum olduğunu biliyor ve bu durumdan sırf batının küçük görme edebiyatı yüzünden rahatsızlık duymuyor tam tersi farklılıklarının altını çiziyorlar.

Kadınların 2. sınıf olması veya kadınları aşağılayıcı yasa ve düzenlemelerin komedi unsuru yapılması canlarını sıkabiliyor. Geçen sene Amerikalı kadın bir sunucu programında Suud kadınların şehir dışına veya ülke dışına kocalarına veya babalarına haber vermeden çıkmasının yasaklanması konusunu espri malzemesi yapmış ve bu konuda oldukça küstah yorumlarda bulunmuştu. Düşünün biz bile bu duruma şaşırabiliyoruz ki Amerikalı bir kadın, bırakın böyle bir yasayı algılamasını ona saçmalığın daniskası gelmesi normal olsa gerek. Ama işte yorumlarıyla Suud erkeklerine ve tüm erkeklere meydan okuyup küfür edince, Suud kadınlardan büyük tepki almış.

"Biz kendimizi savunabiliriz, kültürümüzü bilmeden bizi espri malzemesi yapamazlar,
o kadın kim oluyor da bizimle dalga geçiyor" gibi bir çok eleştirinin hedefi olmuş.

Aslında haksız da sayılmazlar bir taraftan. Konunun haber değeri taşıdığı şüphesiz, üzerine tez yazılabilecek bir sosyolojik durum hatta belkide... ancak batılıların Orta doğu hakkında hiç bir bilgi birikimine sahip olmadan hatta, biraz klişe tabirle, haritada Suudi Arabistan'ın yerini bile gösteremeyecek kişilerin yüzeysel esprileri için aslında çok ciddi konuları kullanmaları sanırım, o ülkede yaşıyor olsaydım benimde sinirimi bozardı. Kültürel, siyasi,sosyolojik, dinsel bir çok nedeni olan bir olgu aslında Arabistan'da kadınların yaşadıkları. Ayrıca çok rahatsız olsalar bugüne kadar bazı hakları uğraşarak direnerek kazanabilirlerdi belki diye düşünüyorum. Kadınların aslında azımsanmayacak bir güce sahip olduğunu düşünenlerdenim. Oysa Arabistan da kadınlar da sistemden aşağı yukarı memnun görünüyorlar.

Para bir çok konunun üstünü örtmede, yok saymada yardımcı oluyor insanlara. Kadınlarda oldukça işe yarıyor. Arabistan da Arap baharı olamamasının da en önemli sebebi bu bence. Para!!!
Kıpırdanmalar olduğu anda baştakiler para akışını hızlandırıveriyorlar. Böylece herkes hemen unutuyor hakmış, özgürlüklermiş...

Hep aklıma çocuklarına ilgisini ve sevgisini vermek yerine parayla ve hediyelerle sevgilerini satın almaya çalışan baba figürü geliyor. Arabistan, bence buna iyi örnek.

Durumdan memnun olmayan aktivist kadınlar son dönemlerde oldukça dikkat çekiyorlar ancak sesleri hala cılız ve takip ettiğim kadarıyla en çok hemcinslerinden şikayetçiler. Destek görmeyi bırak köstek olan hemcinslerinden... Ne acı değil mi?

Geçenlerde anlatmıştım başıma gelen olayı. Peçe takmıyorum diye beni uyaran da, ters ters bakanda, hep kadınlardı ne yazık ki :(
Sonuç olarak para Araplarda ne olursa olsun ama harcamayı bilmiyorlar işin en acı yanı bu:
ve işte en son bir Suud prensin mezuniyetini Disneyland da 3 günde 19 milyon dolar harcayarak kutlamış.
(bknz: http://www.businessweek.com/videos/2013-06-03/saudi-prince-spends-19m-at-disneyland-paris)

Bir diğer haberde kadınlar ve çocukların kullanabileceği bir metro inşaatına başlanıyor olması. Riyad da artık kadınların daha özgür hareket etmeleri için 2019'da en geç bitirilmesi planlanan bu projeye göre bir çok farklı noktaya ulaşım imkanı sağlanabilecek ve kadın ve çocuklara ait vagonlar da bulunacakmış. Üstelik bu proje için "çöldeki mucize" denecek kadar görkemli bir inşaattan söz edilmekte. Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ın yüzünü değiştireceği söyleniyor.
riyadh railway.jpg

Kadınların araba kullanamamaları yüzünden erkeklere olan bağımlılıklarının azaltılması içinde olumlu bir gelişme olduğunu belirtmişler.
Construction of the Saudi Arabian capital's new metro system will begin next year. The King Abdullah Financial District station designed by Zaha Hadid Architects will be one of the most spectacular among 85 new stops.
Çok ilginç bir mantığa sahip şu Araplar. Önce yasaklarla aslında kolay olan hayatı zorlaştırıyorlar. Hem kendilerine hem kadınlara. Sonra büyük paralar harcayıp başka şekillerde yeni yollar bulup kolaylaştırmaya çabalıyorlar. Bazen sanki para harcamak için bahane yaratıyorlar gibi geliyor ve tabi ki gösteriş için...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramadan Kareem!!

Dünden beri inanılmaz bir kum fırtınası var dışarıda. Klimaların duvarla birleştiği noktalardan yani iğne deliğinden bile kum giriyor içeri. Hani bir toz kokusu vardır. Bilir misiniz? İşte o toz kokusu sarıyor evin içini. Üstelik bitmek bilmeyen bir süre boyunca.  Önce diyorum ki bir cam açayım evi havalandırayım. Şartlı refleks. Sonra hatırlıyorum tekrar cam açamayacağımı dışarısı içeriden beter. Böyle bir çaresizlik işte evin içinde.
Bir de her yer kırmızı bir toz katmanı oluyor evin içinde. Masayı bir siliyorum ki bez kıpkırmızı. Nasıl giriyor içeri bu toz inanılır gibi değil. Yerler de çıtır çıtır kum…
Çok sinir bozucu.
Klimayı çalıştırmak en mantıklı çözüm oluyor genellikle. Böylece biraz daha az hissediliyor toz kokusu. Geçen geldiğimde 2 kere olmuştu kum fırtınası. Ama sadece 1 ‘er gün sürmüştü. O sırada dışarda olmak da çok kötü. Çünkü göz gözü görmüyor. İnanılmaz bir toz bulutu. Her yer birbirine karışmış yerdeki çöpler bile havada uçuşuyor.

Bu seferki kum fırtınası ise bana çok uzun geldi. Dün sabah başladı hala devam ediyor. :/
Geçen sefer anlatmıştım, Suudların yaşadıkları evleri. Yüksek pencereli ve hep genellikle duvarların ardında diye.  Yüksek pencereli olmasa da evlerin pencereleri buzlu cam.

Normal camlı ev yok denecek kadar az burada. Ev ne kadar kapalı ve penceresizse o kadar çok tercih ediliyor ve değeri artıyormuş. Bana mezar gibi geliyor. Oldukça klostrofobik bir durum. Pencereye çıkayım dışarı bir bakayım, hava nasıl, dışardan gelen ses ne gibi sorulara cevap bulamıyorsunuz. Pencereden bakmayı unutun.
Balkon desen zaten yok. Müstakil evlerin bazılarının balkonları, Teras ya da bahçeleri olabiliyor. Ancak onlarda yine etrafı kapalı olmak kaydıyla tabi ki.
Güneş doğdu mu ? Hava karardı mı? Bir haber yaşıyorlar. İçerde hep aynı çünkü klimayla aynı hava, ışıklar açık, aynı aydınlık.
Gündüz mü gece mi belirsiz, önemsiz de zaten.
İşte böyle burada ev halleri. Allahtan compoundlarda(yabancılar için oluşturulan büyük siteler) bizim alışık olduğumuz tarzda evler var.
kaynak: http://patokallio.name/photo/travel/SaudiArabia/Jeddah/AlBalad_CoralHouses.JPG
Genellikle müstakil ve büyük camlı, bahçeli evler. Abaya’yla kapanmak yetmezmiş gibi, güneşe, aydınlığa alışık bünyeler nasıl yaşar mezar gibi kapalı evlerde, saklanarak…
Apartmanlarda camların renkli veya koyu renk olması dikkat çekiyor. 

Bu tarz müstakil evlerde de duvarların örtemediği yerler de pencereler yine vitray kaplı renkli camlarla kapatılmış durumda. 

Hep merak ettim burada kadınlarda kesin D vitamini eksikliği vardır diye. Zaten kadınların yüzleri görünse soluk ve cansız tenleri dikkat çekerdi bence.

Nasıl bir ikilem düşünsenize dünyanın en sıcak, en çok güneş gören ülkesinde yaşıyorsunuz ama güneşten belki de Ruslardan bile daha az yararlanıyorsunuz. Evrenin dengesine bakın…
Tanrı bu topraklara hiçbir şey vermemiş. Bereketsiz, ağaç yetişmeyen, kupkuru uçsuz bucaksız kumdan ibaret koskoca bir Arap yarımadası. Ama bütün bunlardan mahrum ederken de tek bir şeyi mümkün kılmış. Petrol!!

Bu yazı başka noktalara gitmeden bitiriyorum. Güzel ülkemde ramazan başlayalı 3 gün oldu Oysa Türkiye dışında İslam aleminde Ramazan ayı bir gün sonra başladı yani ayın 10’unda. Burada ayın şekline bakıyorlar. Hilal olmadan ramazan ayı başlamıyor. 9’unda gece hilal çıkmamış. O yüzden kimse sahura kalkmadı. Bir gün geriden geliyoruz yani.

Dün akşam iftara gittik, ilk iftar açıldı dün. Yolda kırmızı ışıkta duran arabalara restoranların elemanları bedava yemek dağıtıyordu. İşin ilginç tarafı, yemeği verdiği kişinin, fotoğrafını çekiyorlar ki belgelensin verdiği :) Her kavşakta 3,4 kişi bu şekilde şehir merkezinde yemek dağıtıyordu. Şaşırmadım desem yalan olur J

Hayırlı ramazanlar! Arapların dediği gibi; Ramadan Kareem!

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Gölgede 48 derece


Buralarda mavi bir gökyüzü veya bembeyaz pamuksu bulutlar yok. Hava sıcakken yani güneşliyken bile açık bir gökyüzü göremiyorsunuz. Genel olarak burada hayata sepya filtreyle bakıyoruz. Sarı ve tonları hakim tonlar yani. Her şey biraz eskimiş fotoğraflardaki gibi.

Bu durum Dubai de de ilgimi çekmişti. Masmavi gökyüzünde birkaç beyaz buluttur genelde beklediğim ve alışık olduğum görüntü yaz aylarında. Türkiye’min güzel sahilleri ve şahane Akdeniz iklimi bunu gösterdi hep bize. Arap Peninsula’sında ise Gökyüzü kum ve toz karışımı bir tabakayla kaplı. Öyle ki çoğu zaman güneşi net göremiyorsunuz. Yukarı bakınca görünen gri, sarı garip bir katman sadece.  İnsanı bunaltan. Hani deriz ya bazen “ah bir yağmur yağsa da rahatlasa” diye… Ne yazık ki burada yağmur filanda yağmıyor. Dolayısıyla hep öyle bir hava işte…
Havalar bu aralar tek konum. Çünkü çok sıcak. Dün saat 6 gibi gölgede 48 dereceydi burası. Yani öyle Türkiye’deki “çok sıcak” değil bahsettiğim. Zaten gündüz dışarı çıkmıyoruz mümkün olduğunca, ama gece bile hava sıcaklığı 40 derecenin altına inmiyor.
Evde klima 24 saat açık. Kapayınca sıcaklık ele geçiriyor hemen tüm evi. Hayat daha da yavaşlıyor o yüzden burada. Herkes istirahatte.

Geçenlerde erken çıktık dışarı. Riyad’a gitmek için saat 3 buçuğa geliyordu ve yollar bomboştu. Trafiği bu kadar rahat ve sokakları bu kadar boş görmemiştim hiç. Üstelik bir elektronik mağazasına uğramamız gerekiyordu daha açılmamıştı bile. 4’te açılıyormuş. Onun açılmasını bekledik bir süre. Bu durum belki burada ki hayatı anlamanıza yardımcı olur. Hayat burada çok geç başlıyor. Çünkü kimse 50 derecede işini halletmek, dışarı çıkmak, yemeğe gitmek veya alışveriş yapmak istemiyor. Ancak 4’ten 5’ten sonra yavaş yavaş hayat akmaya başlıyor. En kalabalık saatler ise en son ki yatsı namazının bitişiyle 9’a doğru başlıyor.
İşten en geç çıkan bile 3 de evde oluyor ki sevgilimde buna dahil J Gerçi sabah çok erken işe gidiyorlar. Ama şimdi ramazan geliyor malum. 12 de mesai bitecek çoğu işyerinde, sonra herkes evine… Ramazanda bu hayat daha da yavaşlayacak. İftara kadar her yer kapalı olacak. İftara doğru açılmaya başlayacak her yer ve herkes sahura kadar ayakta kalacak. Dışarıda, alışveriş merkezlerinde, restoranlarda, hayat gece hızlanacak.

Bu sıcakta yemek de dert.  Sürekli meyve ve meyve suyuyla yaşıyoruz. Son keşfim; mango!! İnanılmaz lezzetli bir meyve. Daha önceden mango suyuna aşinalığım vardı. Ama hiç mango yememiştim. Burada bizde elma, portakal neyse mango da öyle. Ölüp bitiyorum mangoya şu aralar…

Kilo kilo alıyoruz. Bir de yemesi zahmetli ki sormayın. Büyük bir meyve mango ama içinde nerdeyse yarısı kadar çekirdeği var. Ama etli kısmı da bir o kadar lezzetli ve sulu. Anlatırken bile ağzım sulandı. Her gün mango saatimiz var sevgilimle. Oturup özenle yiyoruz. Tabi ben biraz aç gözlülük yapıp sevgilimin önündeki mangoları da yiyebiliyorum. Nedenlerim var ama. Dönünce yiyemeyeceğim ne kadar çok yersem o kadar iyi diyorum J  Bu arada deneye deneye en lezzetli mangoyu da bulduk. Pakistan mangosu şahane oluyor. Tavsiye ederim. Birkaç çeşidi var burada. Diğerleri çok lifli oluyor. Her neyse bu kadar mango muhabbeti de yeter J

Haydi, bana müsaade bir tane mango soyayım başucuma koyayım  J

30 Haziran 2013 Pazar

OrtaDoğululaştıramadıklarımızdan mısınız?

Ve tekrar Arabistan’dayım. Bu sefer daha ilginç bir deneyim oldu buraya gelmek çünkü Dubai’den buraya geldik. Hal böyle olunca ister istemez, biraz daha zor geldi plajlarda gezerken, abayamı tekrar üstüme geçirmek,  trafiğe ve çevredeki düzensizliğe alışmak. Yine de şikâyetim yok sevgilimle beraberiz ya… :)

Daha geleli birkaç gün olmasına rağmen bana yazacak malzeme çoktan çıktı bile… Dubai yazısını yazarken şunu fark ettim, ne kadar gelişmiş bir ülkeye giderseniz anlatacak konu o kadar azalıyor. :) Eminim Türkiye’ye gelen turistlerde çok fazla anlatacak konu buluyorlardır döndüklerinde. O yüzden seviyorum değişik kültürleri bize, hatta dünyanın çoğuna yabancı gelen, uygulamaları  ve bu alışkanlıklarla yaşayan insanları gözlemeyi ve anlatmayı.
Burası ilk Ortadoğu tecrübemdi. Sevgilimden Ortadoğu’nun her ülkesi hakkında bir sürü hikaye dinlemiştim. Evet, az çok fikrim vardı. Ama gözlerinizle görmeniz, teninizde hissetmeniz, koklamanız gerekirmiş meğerse. Evet kokusu var buraların. Hiç bir yere benzemeyen...
Ortadoğu’ya geldiğinizde farklı bir dünyaya geliyorsunuz resmen. Türkiye’ye Döndüğümde dumur olmam, bir iki hafta kendime gelememem de bundan kaynaklanmıştı sanırım. Bahsettiğim 3,5 günlük bir gezi değil ama biraz uzun kalınca burası sizi yutuyor sanki. Bu topraklar büyülü gibi. İçine girince yavaş yavaş yoğuruluyorsunuz. Dünyanın geri kalanı bir tarafta, siz başka bir tarafta kalıyorsunuz sanki. Hayat yavaş işliyor. Sanki her şey yavaşlatılmış. Hayatın Kuralları farklı, ilişkiler, politika, ekonomi bile farklı işliyor.

İşte bunlar arasında şaşıra şaşıra yaşayıp giderken birden kendi alışık olduğunuz dünyanıza döndüğünüzde afallıyorsunuz bir süre. Hangisi gerçek? orası mı? Burası mı? Sanki boyut değiştirmiş gibi geliyor bir süre sonra…

İşte Ben bunları düşünürken bir de Mısırlı bir adamla Gezi olayları, Mısır ve Tahrir üzerine bir sohbet edince, hah dedim. Tam bir Ortadoğu deneyimi yaşıyorum şu an. 

Tüm Ortadoğu halklarının özellikle tuzu kuru olanlar değil Tunus, Mısır, Suriye gibi kanlı devrimler yaşamış ve hala yaşamakta olan halkların Türkiye’ye bakışı farklılaşmış durumda. Hepsi bize hayran… Türkiye ekonomik açıdan iyi, demokrasisi oturmuş, AB ye girmeye aday bölgenin en istikrarlı devletiyken böyle büyük bir ayaklanma çıkıyorsa Türkiye’de Başbakanın çok büyük bir hatası olmalı nelerin hesabını yanlış yaptı ki, bizim liderlerimizin durumuna düştü diyorlar. Hala Erdoğan’ın büyük hatayı devam ettirdiğini ve bunların benzerini yaşadıklarını, halka kulak tıkayan polis şiddetini arttırıp olayları küçümseyen liderlerin uzun dönemde sonunun pek de iyi olmadığını söylüyorlar. Ama hepsinin söylediği bir şey var. Bizi gülümseten göğsümüzü kabartan : “O nasıl güzel direniştir, nasıl barışçıl, nasıl sevgi, hümanizm ve zeka dolu direniştir öyle” diyorlar. Öyle valla diyoruz. Biz böyle direniriz, hiç beklenmeyen bir anda diriliriz.

MeaşAllah diye araya girip inşAllah diye devam ediyorlar. Bizde tekrarlıyoruz İnşallah… İngilizceye yeni bir anlam katıyor bu ortak kelimelerimiz. Ortak başka bir dil konuşuyoruz İngilizce gibi gözüken. İşte o an daha iyi anlıyorum, bizim de içimizde varolan Ortadoğuluyu…

12 Mart 2013 Salı

Gecikmeli Cidde yazım ve eve dönüş...


Çarşamba günü Cidde’ye doğru yola çıktık. Yol 1000 km olmasına rağmen yolların dümdüz, adeta uçak pisti kıvamında olması oldukça hızlı yolculuk etmeyi sağlıyor. Bizde hiç yorulmadan Cidde’ye vardık. Gitmeden önce, herkes Cidde’nin Çok modern bir şehir olduğundan bahsediyordu.  Kızıldeniz kıyısında olması nedeniyle de dalış ve su sporları bakımından inanması güç gibi gelse de dünyada sayılı yerlerden biri. Kızıldeniz zaten mercan kayaları ve yüz binlerce farklı çeşit balığın bulunduğu çok verimli ve zengin bir deniz.
Kızıldeniz denince, Küçüklüğümden beri hep düşünürdüm,  … Bana çok uzak ve ulaşılmaz gelirdi. Hani Akdeniz veya Ege gibi değildi orası. Okyanus bile öyle uzak ve çekici gelmedi bana.  Oysa Kızıldenizin ismi bile farklıydı, acaba gerçekten kızılımsı mıydı diye düşünürdüm.
Cidde ye giderken hep bu düşünceler vardı kafamda. İnsan hep düşünüp hayal ettiği şeyler gerçekleşeceği zaman bir şaşkınlık duyar ya. Boşluk hissi… İşte bende hayatı n bana sunduklarına ve karşıma çıkan tesadüflere bazen inanamıyorum. Tanrının planını bazen anlarsınız yada anladığınızı sanırsınız. Size göz kırptığını hissedersiniz. O anda hissettiğiniz duygu işte tarif ettiğim. Sevinç, şaşkınlık, inanamama, mutluluk, heyecan belki de biraz korku ve endişe…
O anlarda bir boşluk hissiyatı oluşuyor ta ki hayalim neyse onu yaşayıncaya kadar. Herneyse…
İşte bende sonunda merakımı giderdim, hayalini kurduğum Kızıldeniz’le buluştuk.  En büyük korkum Kızıldeniz’e uzaktan bakmak zorunda kalmaktı. Dibine kadar gidip denize girememek büyük bir hayal kırıklığı olacaktı. Ancak dersime çok iyi çalıştım, araştırdım.








Cidde de birçok plaj var. Ancak halk plajlarında kadınlar ve erkekler birlikte yüzemiyorlar.  Bazı otellerin de yine özel plajları bulunuyor ama buralarda da bazılarında birlikte yüzebilirken bazılarında yüzemiyorsunuz. Baya bir araştırma yaptıktan sonra birkaç plaj ismi ile sabah yola çıktık.  Bu plajlar compoundlar gibi askerler tarafından korunmuyor. Yani devlet koruması altında değil. Bazıları o kadar ünlü ki internette fotoğrafları da var. Ama aslında büyük bir gizlilik içindeler. Yerleri çok belirgin değil. Tabelaları filan yok örneğin. Yerini sora ,sora zar zor bulduk. Dışarıdan baktığınızda büyük duvarları olan özel bir mülke giriyormuş gibi hissediyorsunuz. İlk güvenlik, duvarların ardına geçmek için. Burada arabanızı park ediyorsunuz ve kadınlar arabadan kıyafetleriyle, abayaları olmadan iniyorlar. 2. Güvenlikli kapıya geliyorsunuz buradan da geçerseniz artık plajdasınız,  zaten bu duvarın ardından yabancı müzik sesleri gelmeye başlıyor.
Ve pasaportumuzu gösteriyoruz, Suud olmadığımızı ispat edince o kapı açılıyor ve biz kendimizi bir anda sanki, Suudi Arabistanda değilde güney Amerika sahillerinden birindeymiş gibi hissetmeye başlıyoruz.  Amerikalı ve Avrupalılar çoğunlukta. Cidde de yaşayan expatların çoğu hafta sonlarını bu plajlarda geçiriyor. Plajda Amerikalı bir kadınla tanıştım. Cidde deki bir Amerikan okulunda İngilizce öğretmeniymiş. Riyad’daki okulların daha çok para verdiğini ama hafta sonları buraya gelerek Arabistan’da yaşadığını unuttuğunu ve bunun her şeye değdiğini söyledi. Haksızda sayılmaz bence.
Turkuaz renkte bir su, beyaz kumlar ve kışın ortasında yaz yaşama lüksünü sindirememiş bünyem bir de bu manzarayı görünce baya bir afalladı. Kendimizi hemen serin sulara bıraktık ve tüm gün deniz, kum, güneş üçlüsünün tadını çıkardık.
Türkiye’de hala gri kapalı ve soğuk havayı düşünüp, Arabistan’da bulduğumuz bu vaha için şükretmeyi ihmal etmedik.  
Kurallar o kadar işlemiş ki içimize, sevgilimle otururken orada bile birbirimizin elini tutmaya çekindiğimizi fark ettik. Evet bikinimle kocamın yanında oturuyordum. Etrafımız kadınlı erkekli gruplarla dolu bir plajda, kimsenin kimseye bakmadığı gayet medeni bir ortamdaydık. Ama Arabistan’da yaşamak her an kontrollü olmayı, dikkatli davranmayı, sokakta, arabada fazla dikkat çekmemeyi hatta, kendi karınla, kocanla bile mesafeli durmayı beraberinde getiriyor. Biz bunu o kadar benimsemişiz ki rahatlamamız oldukça zaman aldı.
Cidde bizi şaşırtmayı akşam da sürdürdü. Yemek yemek için bir yerler arıyorduk. Bir Meksika restoranına gitmeye karar verdik. Normalde Riyad da namaz saatlerine hep dikkat ediyoruz ama biz etmesek bile zaten hayat tamamen durduğu için her şeyi ona göre ayarlamak zorunda kalıyoruz. Cidde de namaz saatini biz unuttuk ama tüm Cidde de sanki bizimle unutmuş gibiydi.  Yemeğimiz namaz yüzünden bölünmedi, Girdiğimiz lokanta da family section perdelerle ayrılmamıştı. Gayet normal açık yan yana masalar hatta pencere kenarında olmak üzere konumlandırılmıştı. İçerde herkes kadın, erkek yemek yiyordu ve kadınların çoğunun başı açıktı.  Arap kadınlarının çoğunun peçesiz oluşu, Sokakta, restoranda çoğunlukla yüzü görünen kadınları görmek bünyelerimizde baya bir şaşkınlığa sebep oldu. Biraz Suudi kadınların nasıl göründükleri hakkında da fikir edinmiş oldum. 
sanayiinin en çok geliştiği Şehir 

büyük camlı modern binalar...



denizin üstünde bir camii

deniz kenarında oturduk daha ne olsun...





Ünlü Kral Fahd Fıskıyesi- dünyanın en yüksek fıkıyesi


Kısacası Cidde’ye bayıldık. Sadece deniz için bile görülmeye değer diyorum. Bu sefer fazla kalamadık o yüzden dalış için bir daha ki sefere diyerek aklımızı ve kalbimizi bırakarak evimize geri döndük. Bu satırları havaalanında yazıyorum. Türkiye’ye, Eve dönüyorum. Aslında ev kavramım oldukça karıştı bugünlerde. “Ev kalbinin olduğu yerdir “ derler… Benim kalbim Arabistan da kaldı.  
Evimizi yeniden yuva yapmaya gidiyorum. Sevgilim gelene kadar hazırlamam lazım. O yüzden, Herkese içinde, kalplerin birlikte attığı “evler” diliyorum. 


P.S. yazacak ve anlatacak daha çok şey var. Sanırım bir süre daha yazacağım…

10 Mart 2013 Pazar

8 Martın Ardından...

Yazamadım ne yazık ki kaç gündür ama sizde hak verirsiniz ki buradaki son günlerim ve çok hızlı geçiyor zaman . yapacak bir sürü şey, görülecek o kadar çok yer vardı ki ben bile gelirken Arabistan’ın bana bu kadar fazla şey sunacağını tahmin etmemiştim.  Cidde ve Mekke sonrasında dönerken Taif ve Arafat da inanılmaz değişik ve ilginçti benim için. Bu coğrafyada farklı bir şeyler var artık buna inanıyorum. Bir enerji ya da insanı içine çeken bir şey.... Hem nefret ettiren boğan ve sıkan ama bir o kadar da gözlerini alamadan seyrettiren, kendine baktıran.
8 Mart da Arabistan da olmak aslında komik ve ironik bir tesadüftü belki de benim için. Biz gördüklerimize şaşırmakla o kadar meşguldük ki aslında 8 Martı filan unutmuştuk. Ancak tam da 8 Marta yakışır bir durum oldu burada bana hediye gibi geldi.
Cidde Arabistan’ın en modern şehri. Yabancı nüfusunun çok olması yanında, bir de Suudlarında en açık görüşlülerinin yaşadığı yer burası. Deniz kenarı olması da cabası üstelik.
Cuma sabahı uyandık ve otelden kahvaltı etmek için dışarı çıktık. Biraz arabayla dolaştıktan sonra deniz kenarında yolda giderken cafelerin olduğu bir yerde durduk. Ama gözlerimize inanamadık. Cuma namazı saatinde starbucksın önünde denize nazır, kadınlar ve erkekler beraber oturuyorlardı. Üstelik kadınların hepsinin de başı açıktı. Ben öyle sevindim öyle sevindim ki sanki hemen oturup bu anın tadını çıkaramazsak elimizden alınacakmış gibi, bulduğum bir masaya oturuverdim. Oturanların hepsi Avrupalı veya Amerikalıydı ama olsun bu bana verilen en büyük kadınlar günü hediyesi oldu diyebilirim. Denize karşı başımı örtmeden sevgilimle oturdum ve Mutavva filanda gelmedi daha ne olsun J Üzerimdeki Abaya haricinde her şey sanki İstanbulda veya her hangi modern bir ülkedeymiş gibiydi. Ama sonra namaz bitti ve aile bölümü tekrar açıldı ve bizimde deniz sefamız böylece sonlanmış oldu. Yine de aile kısmına çıkınca (içerideki) daha önceden resmini çekip koymuştum perdelerle ayrılmış bölümleri olan bir aile bölümü yapmamışlar normal bir starbuckstı yani. J Dediğim gibi Cidde gerçekten farklıydı. Ayrıntılı yazacağım daha sonra.
Kısacası 8 martta böyle bir güzellik yaşadım. Ama hava burada iyiden iyiye ısındığı için artık gündüz abaya ile dolaşmak tam bir işkence halini aldı. 35 derecede içinize ne kadar ince giyerseniz giyin simsiyah sentetik abaya ile pişiyorsunuz. Arabada sürekli klimayı sonuna kadar açtığım için sevgilim hasta olacak diye korkuyorum artık :/ birde uzun yolda gelirken her 100, 200 km de bir check pointler oluyor. Buralarda polisler plaka kontrolü yapıyor ve ihbara göre arabaları durdurabiliyor. Buralara yaklaşırken ben başımı örtüyorum. Dikkat çekmemek veya sorun yaşamamak adına. Düşünün ki 1000 km yol geliyorsunuz. Hava 35 derece güneş tepede, abaya ile bile zor duruyorum, bir de her saat başı bir telaş, check pointe geldik kapa başını…. Anlatırken bile sinir geliyor…

Daha önceden paylaştığım starbucks resmi. Aile bölümü bu şekilde perdelerle oda oda ayrılmış. Burası Riyad. 

Burası da Cidde de sahil kenarı bir Starbucks. Oturanlar kadın erkek. Aile bölümü değil aslında "Single section" ama namaz saatinde izin vermişler...

Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bizim Türk erkekleri de batılı erkeklerde aslında daha şanslı. Neden mi? Tersten düşünelim birazda. Şimdi düşünün, karınız anneniz kız kardeşiniz hepsi size bağımlı. Devlet dairesine yalnız gidemez, pasaport çıkartamaz, evde ne bitti haydi markete, gereklileri alın getirin, çocukları dışarı çıkarın, gezdirin.  Karınıza poşet taşıtmayın, dışarıda her tür konuşmayı siz yapın. Çocukların Okuluna görüşmeye,  çocukları maçlara, spora siz götürün. Arabanın bakımı, benzini, evin çalışanları, hepsiyle siz ilgilenin. Maddi olarak her şey ama her şey sadece erkeğin sorumluluğunda olsun. Haydi böyle bir hayat düşünün.  Tersten bakınca aslında Suud erkeklerinin de işi zor. Ne dersiniz? Bence bizim Türk erkekleri 1 hafta dayanamaz bu tempoya isyan eder.
Benim annem, evin her eksiğini bilir eve ne alınacak, ne atılacak, kimin doğum günü, kimin doktor randevusu, kime gidilecek kimden gelinecek, veli toplantısı, evin aidatı, tüm faturaların ödenmesi, banka işleri, bizimle ilgili büyük, küçük her şey annemin görev tanımına girer. Daha unuttuğum neler neler… Eminim sizin de etrafınızdaki kadınlar böyle. Annelerimiz, bizler… Kadındır evi çeken çeviren evi yuva yapan, sevgiyle, şefkatle uğraşır çünkü. İşte budur bence kadınları özel yapan.  O yüzden emekçidir tüm kadınlar çünkü sevgi, emek ister. Tüm kadınların geçmiş kadınlar günü de kutlu olsun o zaman…

25 Şubat 2013 Pazartesi

The Kingdom


“Modern kölelik bu” dedi sevgilim bir gün markette alışveriş torbalarımızı hızla dolduran Filipinli, zavallı görünüşlü adama bakıp. Adam kısa boylu, üstü başı perişan, kafasını kaldırıp göz göze gelmeye bile cesareti yokmuşçasına sadece ve sadece oyalanmadan işini yapıyordu. Kim bilir nereden gelmişti buralara. Bu markette poşet doldurmaya… Kendi ülkesini, ailesini, belki sevdiği kadını ve çocuklarını bırakmıştı. Burada Arapların yapmaya çekindikleri, belki iğrendikleri, işleri yapmaya gönüllü olmuştu. Aslında sadece, Araplar demek doğru olmaz. Bizim gibi, Expatların, bu işleri yapmak için çok daha fazla para alan herkesin, ayak işini…
Burada Nepalliler, Filipinliler, Pakistanlılar, 3. 4.  Sınıf insan muamelesi görüyorlar. Diğer milletlerin yapmayı istemeyeceği tüm kötü işleri onlar yapıyorlar. Şoförler, bakıcılar, temizlikçiler, çöpçüler, markette poşet dolduranlar, garsonlar ve aklıma gelmeyen daha bir çok işte onlar varlar. Arapların hiçbirini bir yerde garson, bir mağazada çalışan, markette kasiyer olarak göremiyorsunuz. Buraya geldiğimden beri Arapları yolda lüks arabalarında, alışveriş merkezlerinde gördüm sadece.
Aslında denklem çok basit: Arabistan petrol zengini bir ülke. Para problem değil. O yüzden de devlet, kendi vatandaşını çalıştırmak istemiyor. Diyor ki: bu işleri benim vatandaşım yapacağına, diğer ülkelerden gelen ve bu paraya çalışmaya razı insanlar yapsın. Bu insanların aldıkları paralar o kadar az ki, bizim ülkemizde bu ücretler ancak belki haftalık olabilir ama bu parayı kendi ülkelerinin parasına çevirdiklerinde, bu eziyeti çekmeye değecek hale geliyor.
Araplar var, çok fazla taşın altına elini sokmayan, genelde müdür pozisyonunda. Onların altında Amerikalı, İngiliz CEO’lar var asıl işi yürüten. Türk mühendisler var iyi pozisyonlarda çalışan, Türkler var esnaflık yapan, lokanta işleten, berberlik yapan… Lübnanlılar var, Arapça bildiklerinden avantajlı, muhasebe işlerinin çoğunu yürüten. İşte genelde bu sıralamanın dışında kalan Hintli, Pakistanlı, Nepalli, Bangladeşliler ve Filipinliler en alt sırada sayılabilir.


Ailesiyle beraber yaşayan Amerikalı ve İngiliz Expat çok fazla burada. Genellikle çok yüksek maaşlarla, çok iyi koşullarda çalışıyorlar. O yüzden daha önceden de belirtmiştim burası altın bir kafes gibi diye. Onlar da ne kadar iyi koşullarda yaşasalar da,  burada bir Amerikalının veya İngiliz’in kendi ülkesini özlememesi imkansız. Bilirsiniz batılılar “outdoor” hayatı sürerler. Parklarda, cafelerde, restoranlarda… şehirler adeta “yaşar”. İnsanlar evde fazla vakit geçirmezler.


İşte o yüzden burada ufak vahalar yapmışlar yabancılar için. İçeri girdiğinde kendini, herhangi batılı gelişmiş bir ülkede hissedebileceğin. Expatların hepsi bu compound adı verilen yerlerde yaşıyorlar. Compoundlara Arapların girmesi yasak. Sadece yabancılar için. Kapıda yoğun güvenlik önlemleri var. Silahlı askerler ve uzun yüksek duvarlar… Buralar batılılar için bir nevi nefes alma imkânı yaratıyor. Çünkü içeride her şey serbest. Yüzme havuzu, spor salonları, jogging yapmaya elverişli ağaçlarla çevrili sokakları, hatta çocuklar için kreş, kadınlar için kuaför bile mevcut. İçeride alkol üretimine bile izin veriliyor. Ev yapımı şarap ve rakı bulmak mümkün.

Sevgilimin çalıştığı yer bu compoundlara 1 saat uzaklıkta, trafik sorunları ve uzaklık nedeniyle ve burada kısa kalacağım için biz compound’ta kalmayı bu sefer tercih etmedik. Ancak, sevgilimin çalıştığı yerde, eşleriyle beraber burada yaşayanlar, compoundlarda kalıyorlar. Compoundlarda yaşam dışarıdan tamamen bağımsız. Tamamen kendi ülkelerinde alışık oldukları yaşam tarzını buraya monte etmiş insanlar görebilirsiniz. Gündüz genelde erkekler işte olduğu için kadınlar ve çocuklar var. Genellikle, aileler, veya kısa süreli buraya gelmiş yalnız erkekleri de görebiliyorsunuz. Kadınlar arasında sosyal açıdan müthiş bir iletişim var. Azınlık olmanın sonucu her tür yardımlaşma mevcut. Aynı zaman da kadınlar ve çocuklar için alışveriş merkezlerine güvenli ulaşım imkanları da mevcut. Eşiniz işteyken dışarı çıkıp alışveriş yapmak istediniz veya bir arkadaşınıza gideceksiniz, compoundun güvenli taksisini veya servisini kullanabilirsiniz. Aynı zamanda %90 Amerikalıların, veya İngilizlerin yaşadığı compoundlar da var. Buralarda Amerikan İngiliz okulları da mevcut. Yani çocuğunuz dışarı bile çıkmadan buradaki okula gidebiliyor. Ortalama 400-500 villa, rekreasyon alanları, tenis kortları, yüzme havuzu, restoran, spor salonu bazılarında golf sahası, bovling gibi eğlence alanlarının da olduğu, oldukça geniş bir alan.

Ancak bu compoundlarda dışardaki hayatın tam tersi bir hayatın olması geçmişte oldukça fazla problemlere neden olmuş. 2003 yılında tam da 11 Eylülün üzerinden sadece 2 yıl geçmiş ve Islamafobia almış yürümüş, bombalı saldırılar dünyanın her yerinde birer birer düzenlenirken, Riyad’da Amerikalıların yoğun olarak kaldığı bir compounda bombalı saldırı düzenlenmiş ve 36 kişi hayatını kaybetmiş. Bu olayı konu alan Jamie Fox’un başrolünü oynadığı 2007 yılı yapımı “The Kingdom” diye bir film dahi çevrilmiş.
O günden sonra eskiden Arap askerlerinin girebildiği compoundlara artık askerlerin bile girişi yasaklanmış. Şimdi girişte inanılmaz güvenlik önlemleri var. Silahlı askerlerin koruduğu, metrelerce yüksek duvarlar, dikenli teller… Ve Nizamiye girişinde yabancı olduğunuzu gösteren pasaportunuz ile içeri girebiliyorsunuz. Aslında düşününce, Arapların içeri alınmaması oldukça mantıklı. Dışarıda o kadar katı olan şeriat kuralları, öyle bir hayatı dayatıyor ki, compoundlardaki yaşamın Arapların ayaklanmasına, “biz neden öyle yaşamıyoruz?” Diye sorgulamalarına neden olmaması içten bile değil.

22 Şubat 2013 Cuma

Çarşaf mı? Kime göre?


“Abayah” denen bu simsiyah, bizim çarşaf olarak genellediğimiz, kıyafetin aslında bir çok farklı çeşidi var burada. Genelde dışarıda Arap kadınlarının giydikleri ayak bileklerini bile kapatacak şekilde, oldukça uzun ve kumaş olarak biraz daha kalın. Benim giydiğim ise daha çok yabancı kadınların giydiğinden. Önden çıt çıtlı. Yakası hafif v şeklinde geliyor. Ve ayak bileklerim gözüküyor. Beden beden oluyor ve isterseniz üstünüze göre yaptırabiliyorsunuz.. Kolları, arkası farklı desenlerde olanları da var. Yanında birde başınıza örtmeniz için bir örtü veriyorlar. Arap kadınları ise başlarına daha farklı bir örtü örtüyorlar daha uzun. Bunun dışında birde peçe takıyorlar. Hatta muhafazakârlık ölçülerine göre eldiven takanlar ve gözlerini bile kapatanlar mevcut.
Ben ilk başta nasıl örteceğimi bilemedim. Bayağı bir uğraştım. Çünkü dışarıda gezerken özellikle alışveriş yaparken zamanla örtü sizin örttüğününüz şekilde pek kalmıyor. Kayıyor, bozuluyor. Bir de alışık olmayınca bünye kabul etmiyor ve sürekli başında, saçında bir şeyle dolaşmak insanı bunaltıyor. Ama zamanla pratik kazanıyorsunuz diyebilirim. Şimdi tel tokalarım olmadan dışarı çıkmıyorum. Saçımla başıma örttüğüm örtüyü tutturuyorum. Hem de iki yerden. Sonra birde, boynum açılmasın diye ki, genelde içime askılı giydiğim için açılabiliyor, boynumdan serbestçe dolayıp arkadan tutturuyorum. Bu beni uzun süre idare etmiş oluyor. Yine de dediğim gibi, bir şey bakarken alışveriş yaparken büyük sorun. Ayaklarınıza dolanması ayrı dert, kirlenecek diye çekiştirmek ayrı dert, boynuma, kafama, saçıma sarılmış bir şeyle dolaşmak hem de saatlerce ayrı dert… benim gibi boğazlı kazak bile giyemeyenlerdenseniz, yandınız. Şuan hava öyle bunaltıcı derecede sıcak değil ama yinede bazen fenalık geliyor L
Özellikle tuvalete girmek en zoru. Yanıma bazı zamanlarda çanta bile almıyorum. Çünkü çantaya sahip olmak bile zor geliyor bu kıyafetle. Belki alışamadığım için böyle olabilir ama inanın, şimdi anlıyorum neden kadınlara bir iş yaptırmıyorlar, poşet dahi taşıtmıyorlar. Kadınlar bu kıyafetle ancak orada yürümeyi başarıyor, gerisi fazlaJ
Gerçekten dini nedenlerle kapanan insanlara çok büyük saygı duyuyorum. Çok zor iş herkesin kaldırabileceği bir fedakârlık değil.
Burada kapansam da Arap kadınlar gibi tamamen kapanmadığım, saçım yüzüm gözüktüğü için zaten dikkat çekiyorum. O yüzden “Abayah” beraberinde sürekli bir kontrolü de getiriyor. İnsanlar bakıyor ve normalde birileri size sürekli bakıyorsa, ister istemez bir anormallik mi var diye kendini kontrol etme ihtiyacı oluşuyor. Artık bakışların normal olduğunu bilsem de yinede saçımı, üstümdeki çarşafı, boynumu, ara ara kontrol etmeden yürüyemiyorum.  Dün bir mağazada kasada sıra bekliyordum. Önümdeki çarşaflı kız bana dönüp öyle uzun, öyle rahatsız edici baktı ki, bu güne kadar bir kadının bakışlarından hiç bu derece rahatsız olacağımı düşünmemiştim. Ama öfke, kin, olumsuzluk dolu bir bakış değil bahsettiğim yanlış anlamayın. Tamamen merak dolu gözlerle, yüzüme, gözlerime, ellerime, üstümdekilere… O yüzden işte, insan, ne yapacağını şaşırıyor o bakışları üzerinde hissettiğinde…
Abayah ile ilgili son bir gözlemim daha oldu. Dün bir alışveriş merkezine gittik. Dünyanın en pahalı markalarının olduğu bir Mall. En üst katını “Ladies Only” yapmışlar. Sevgilimle dolaştıktan sonra en üst kata beraber çıkamayacağımız için ayrıldık. İkimizin de merak ettiği o katta neler oluyor? Sorusuna cevap bulmak için, üst kata çıktım. Şunu belirtmeliyim ki ben sadece kadınlara özel olan bölümde biraz daha uçuk bir şeyler bekliyormuşum sanırım. (Uçuk birkaç nokta vardı onlara sonra ki yazımda değinicem.) Örneğin; Çarşaflarından kurtulan ve dekolteli elbiseleriyle gezen kadın güruhu mesela J Ancak hiçte öyle bir manzarayla karşılaşmadım.
Sadece yüzünü açan kadınlar mı dersiniz, peçesiyle gezenler mi, yoksa benim normalde gezdiğim gibi başını örtmeden çarşafıyla gezenler mi ?... Bir tane kadın bile görmedim “abayah”sından kurtulmuş, tamamen kendi kıyafetleriyle gezen. Bakın hala kurtulmuş diyorum farkında olmadan. Bize göre kurtuluş belki ama onlar, o kadar benimsemişler ki, “kıyafet” olmuş onlar için sadece. Bende çıkarmadım çarşafımı başım zaten açıktı, öyle dolaştım. Şunu anladım ki, kadınlar hallerinden memnunlar. Bu kültürde bu şartlarda yetiştiysen, onların normali bu, bana inceleyerek bakmaları da bu yüzden zaten, onlara garip gelen ben ve benim gibi kadınlar.


                               Obenin iş arkadaşları ve eşleriyle yemekte. -Etrafımızdaki perdeleri fark etmişsinizdir :)-



            Mağazalarda kadın erkek sırası farklı. kasaların üzerinde "ladies only" veya "Men only               
            yazan tabelalar var. 


                         Namaz saatinde kapanan mağazaların önünde oturup, açılmasını bekleyen kadınlar.

                                         

12 Şubat 2013 Salı

Mimari mi Oda ne? Gavur icadı onlar gavur... :)



Arabistan'da ev yok mu bu insanlar nerde yaşıyor? Diye sordum gelir gelmez. Dikkatimi çekmişti çünkü dümdüz sapsarı uçsuz bucaksız kum yığınları ve ara ara yüksek duvarlardan başka bir de uçak inebilecek kadar geniş yollardan başka bir şey görememiştim.
Oben, Geçtiğimiz yüksek duvarlı ve devasa kapıları gösterip işte bunlar insanların yaşadığı evler diye gösterince anladım ki aslında herkes duvarların arkasında yaşıyor burada. Binaların pencereleri yok veya balkonları… Büyük bir gizlilik ve özel hayat var burada. Şu an kaldığımız yer bir nevi rezidans gibi bir yer. Burada duvarlar arkasında değiliz gayet normal bir girişi var binanın, yalnız, odaya girince fark ediyorsunuz ki; pencereler tavana yakın şekilde konumlandırılmış ki, kimse dışarı veya içeri bakamasın. 2 metre yüksekliğe pencere niye yaparsın? Sadece gün ışığı girebilsin diye :/ bize saçma gelen onların normali aslında…Ve burası modern anlamda tasarlanmış daha çok yabancıların tercih ettiği bir rezidans. Bunu nereden anladın bakalım derseniz: Hemen söyleyeyim; Normalde otellerde arapların malum 1’den fazla karısı olduğu için bir tane “master bedroom” yani ana yatak odası yapıp, sadece bu odaya çıkışı bulunan birkaç tane oda yapıyorlarmış. Böylece adam hangi karısının odasına girmek isterse o kapıyı açıyor, kimin yanında kaldığını da diğer karılarına fark ettirmeden istediği gibi özgürce dolaşabiliyormuş. Garibim kadınlarda çocuklarıyla bu odalarda adam onun odasına gelsin diye bekliyorlarmış J… ooh valla ne ala memleket J
Bir diğer mimari ilginçlik de şu; ki bize çok yabancı gelmeyecektir, camiler dışında pek bir mimari estetikten söz edemiyoruz. Gerçi bizde son dönemde yapılan camilerde o da yok ya neyse… Gelirken Riyad’ın içinde inanılmaz güzellikte bir cami gördük onun dışında henüz görmeye değer mimari eserlerle karşılaşmadım. Ama Oben’in dediğine göre görülmeye değer birkaç yer varmış, onları gördükçe yazarım artık.
Kaldırımların bazı yerlerde olmaması da bir diğer ilginçlik. Hava yılın yarısından fazlasında dışarda yürümeye elverişli olmadığından tüm hayat buna uygun şekilde tasarlanmış. Yolda kahve almak için durduğumuzda bile arabadan inmeden, servis istasyonlarına yanaşıp sadece birkaç saniyeliğine arabanın camını açarak kahvenizi almanız mümkün. Aynı şekilde bankamatiklerde yürüyerek değil arabayla yanaşılacak ve inmeden para çekilecek şekilde dizayn edilmiş. Zaten burada insanların genellikle arabayla alışveriş merkezlerine gitmeleri ve tekrar arabayla kapalı garajlarına arabalarını koyup, klimalı evlerine gelmeleri şeklinde geçiyor hayatları çoğu zaman. Bir de henüz deneyimlemesem de oldukça merak edip gitmeye can attığım çölde çay ve piknik durumu var. Akşam hava kararınca gece boyu sürüyor ve çöldeki serinliğin tadı çıkarılıyor. J Aklıma Teoman’ın Şebnem Ferahla yaptığı düet geliyor her seferinde “Yazdan kalma bir günden yada Çölde çay filminden…” diye devam eden…