Translate

kadınlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadınlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2015 Pazar

İlk kez Anne olanlara


 Bir kadının hayatında dönüm noktası olan bir kaç dönem vardır.
Biri ilk kez regl oldukları zamandır.
Diğeri doğum yaptıkları zaman yani lohusalık.
Ve son olarak da menapoz...
First Time Mom Advice: Do's and Dont's - such a great article! Very practical advice from a first time mother.

Bu dönemler kadınların ruhsal olarak hassas oldukları hormonal değişimler yaşadıkları dönemler olarak bilinir.

Şimdi bu kadar teknik bilgiyi herhangi bir google aramasıyla da edinebilirsiniz ancak benim anlatmak istediklerim biraz daha farklı.

Ben şu an hamile olan kadınlara ben hamileyken keşke birileri bana söyleseymiş dediğim şeyleri anlatmak istiyorum. Hani bir sürü kitap okudun ya, sen gebe kardeşim. Sözüm sana işte.
Bilimum komşu teyze, anne, kaynana, anane kendi doğum hikayeleriyle seni bunalttı ya, işte ben bu abuk subuk herkesten duyamayacağın daha gerçek ve pratik şeyler anlatacağım sana.

Şimdi öncelikle kulağına küpe olması gereken bir kaç şey var.

The Taylor House: 10 Mother's Day Printables
Doğum yaptıktan sonra nevrin dönecek.
Hani etraftan instagramda facebookda gördüğün doğum yapmış güzeller güzeli sırma saçlı, al yanaklı, saten pijamasıyla arz-ı endam eden kız arkadaşlarının fotolarına bakıp da umutlandıysan, "bende böyle pozlar vericem bebemi alıp kokusunu içime çekicem falan diye hiç umutlanma derim. Sezeryan denen illet öyle bir kaç gün şaftını kaydırıcak. Bildiğin ameliyattan çıkmış gibi hasta olucaksın. Sadece doğum gibi düşünme yani.
Burada normal doğum yapanlar için bir şey diyemiyorum deneyimlemediğim için ,ama psikoloji çok farklı olmasa gerek.

Sonra o ameliyat acısıyla bebek mi doğurdun ne oldu pek anlayamıcaksın.
Sonra o bebek filmlerdeki, dizilerdeki bebekler gibi oyuncak bebek misali uslu mu uslu sesi çıkmayan hemencecik annesini emip uyuyan bir bebek olmicak canım.

Sen bir elinde diren torbası bir elinle duvara tutunarak tuvalete zor kalkarken, o bebek başlıcak vıyaklamaya. Eey bugüne kadar tüm bebek ağlamalarına off ağlatmasınlar şu bebeği diye iç geçirip sinir olan gebe kardeşim;
İşte o an bir aydınlanma yaşıyacaksın. O an "anneaa biraz sessiz olun uyucam ya, ameliyatlıyız şurda dinlenmem lazım" diyesin gelicek ama yutucaksın kelimelerini, o an işte dank edicek kafana ulan anne oldum ben böyle bir cümle kuramam ki artık diye...O el kadar bebe sana muhtaç. Ve evet o bebeğin annesi sensin..

Sonra bir diğer konu da şu:
Bebeğinizin karnını iyice doyurun ve gazını çıkartıp yatağına koyun tarzında cümlelerle dolu kitaplar yüzünden lohusalık sendromu alıp başını gidiyor.
Gerçeğini şöyle anlatayım sana :
Emzirmek için bebeği alırsın.
I wish I knew the source of this - so beautiful.  Found through someone else's pin but the link only took me to photobucket.  Anyone?Bebek bir türlü memeni tutmaz. Aç değil mi ki acaba dersin kaldırır sırtına vura vura gazını çıkartmaya uğraşırsın. Gazı çıkmaz.
Bebek ağlamaya devam eder. Altını değiştirirsin. Bu arada bebek hala ağlamaya devam etmektedir.
O sırada evde bulunan anne teyze, kayınvalide komşu teyze odaya üşüşür.
Birisi gazı var bu çocuğun kesin der. Öbürü aç bu çocuk sütün yetmiyor der,
Bir başkası kimyon kaynatalım ben 3 taneyi kimyonla büyüttüm der.
Sense o sırada kafana sıkmak istersin.

Şimdi sana söylüyorum sevgili gebe bak bu duruma düşersen ki seni temin ederim düşüceksin.
şöyle yap:  Hepsini odadan çıkart bebeğinle yalnız kal ve içinden geçen neyse sadece onu yap. Kimseyi ama kimseyi dinleme. Çünkü sana bir haberim var "annesi sensin" ve aranızda henüz fark edemesenizde çok güçlü bir bağ var o minnacık yavru ile.

Her şeye rağmen bebeğin ağlamayı kesmiyorsa muhtemelen sorun bebeğin kolik olmasıdır(tıbbi bir rahatsızlıktan endişe etmiyorsan). Sen ne yaparsan yap hiç bir şey işe yaramıcak ve bebeğin o lanet kolik sancısını ne kadar yaşaması gerekiyorsa o kadar süre yaşayacak. Buna çözüm olarak envai çeşit şey sayabilirim sana ama her şeyin gerçeğini yazıyorum dedim yazının en başında. Yalan yok.
Google a çoktan girmiş en az 2 kitap bitirmişsin zaten daha benim yazacağım yok fön makinasını aç, yok gaz ilacı kullan, yok çocuğu ılık banyo yaptır falan gibi nasihatlerin gün doldurmak için ve kısa vadeli çözümler olduğunu anladığını umuyorum.

Bu tip çözüm önerileri seni uyutmak, umutsuzluğa kapılmanı engellemek için üretilmiş bence.
Her bir çözüm önerisini uygulaya uygulaya 1 ileri 2 geri bir bakmışsın zaten çocuk olmuş 3, 4 aylık. Pıt diye kesilmiş ağlamalar huysuzluklar.
O yüzden kendini kandırma. sabret, emin ol hemencecik geçicek. Hayat artık hep böyle geçicek sanıyorsun sen simdi. Sanma!!
Kucağa alıştı bu çocuk da dicekler, inanma!!
O el kadar bebe hala anne karnında sanıyor kendini. Huysuzluk mu yapıyor sen her kucağından bıraktığında. Gayet normal ağlar tabi..
Bebek anne sıcaklığını, kokusunu arıyor. Dünyaya adapte olamamış ki yavrucak ne yapsın.
O teyzeler ne önerirmiş acaba? üstelik bilimsel olarak bile kanıtlanmış ki 6 aydan önce bebeklerin kucağa alışma şımartılma gibi bir algılarının olmadığı tam tersine ilk 3 ay bebeğin annesiyle olabildiğince fazla birlikte ten tene temasının bebeğin gelişimine ne kadar fayda sağladığı..
O konu komşuya, bilmiş teyzelere hı hı de geç. İkna çabasına bile girme boşa enerji kaybı.
Hayır zaten kucağa alışsa ne olucak? Sana bir haberim var zaten kucağına alabileceğin topu topu 3,4 ay bebeğini. Emeklemeyi ve hatta yürümeyi keşfettiğinde o eski "cuddling" günlerini ne kadar özliyeceksin biliyor musun?
İşte o yüzden en geçmez dediğin sorunlar bile en çok 2,3 ay sürecek.
O kadar canın çıkıcak ki sen her bir günün akşamında bebeğini uyutmuş olmanın zafer sarhoşluğuyla o kadar günün nasıl geçtiğini fark etmiceksin bile.

İşte o yüzden Tadını çıkar, takma.. çek kokusunu içine unut tüm derdi tasayı...

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Lina'ya kavuşmaya son 1 :)

Evet olduk mu sana 40 haftalık. Gelir gelir dedik ama tembel çıktı bizim kız :)
Yarın büyük gün 15.07.2014
Saat 14.30 gibi her ne kadar çıkmak istemese de çıkarıp kollarımıza alacağız minik Linamızı inşallah :)
Ben hep sancım başlar apar topar hastaneye gideriz filan diye umut etmiştim ama kısmet böyleymiş demek ki

Tek isteğim sağlıkla kavuşmak gerisi önemli değil artık.
Bu gece sevgilimle kendimize güzel bir dizi ziyafeti çekeceğiz. Uzun bir süre başbaşa rahat vakit geçiremeyeceğimizi düşünürken bir de baktım takip ettiğimiz dizilerin yeni bölümleri günlerden sonra gelmiş :) Şansımıza bak dedim içimden ve hemen akşam programını yapıverdik. Yarın için gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra bilgisayarın karşısına kurulup keyif yapacağız.
Şu anda bu yazıyı yazmak da aklımdaki yapılması gerekenlerden biriydi.
Duygularım karışık
Bazen duygusala bağlıyorum bazense sanki ben değil başkası doğurucakmış gibi hissediyorum. Bazen nasıl olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum  ama Zaman zaman da, sadece bu gecenin anın tadını çıkarayım diyorum. Gerçekten bildiğim tek bir şey var o da hayatımın en özel, en inanılmaz deneyimini yaşayacağım ve bunun için çok sabırsızlanıyorumm :))))

Artık doğumu ve neler yaşadığımızı anlatmam ne kadar sürer bilmiyorum ama biraz bekleyeceksiniz :)

Wish me Luck!!!

4 Temmuz 2014 Cuma

38.hafta sabırsızlığı

Evet su an itibariyle 38. Haftami bitirmek uzereyim. Pazar günü 39 oluyoruz ama bizim kızın pek çıkası yok :( artık gelsin diye konuşuyorum anlatıyorum her şey hazır seni bekliyoruz diyorum ama nafile...keyfi yerinde içeride galiba çünkü zaten sipsivri olan karnım hiç aşağı inmedi bile :/
Dün biraz olsun midemin altında bir boşluk oluştu sanki gibi geldi bana. Sonra nazlı geldi o da aşağı inmiş biraz sanırım dedi. Bende bir sevinç, bir sevinç... Sevgilimde akşam bana da biraz inmiş gibi geldi dediyse de daha yolumuz var bence. Haftaya gelsin ben ona da razıyım.
Tek derdim çıkmak istemezse risk oluşacağı için belli bir süre sonra sezeryan olmak zorunda kalmak:( 
Kendimi normal doğuma bu kadar alıştırmışken, her şey gayet yolunda giderken mecburen sezeryan olmak hiç istemediğim bir durum. Ama düşündükçe içinden çıkamıyor ve sağlıklı gelsin de miniğim en önemlisi o diyorum :) 

Artık hazırlıklar tamam, Cezayir'e gideceğimiz için Linaya oda yapmadık. Zaten evde bir misafir odamız birde yatak odamız dışında giyinme odası olarak kullandığımız bir odamız vardı. Giyimme odamızdan vazgeçemeyeceğimiz için tek şansımız misafir odasını bozmaktı. Ancak misafir odası benim tutturukluğum yüzünden açılır kapanır bir kanepeyle gayet kullanışlı ve daha az yer kaplayan bir biçimde dekore edilebilecekken, 2 tane bazalı tek kişilik yatakla gayet otel odası kıvamında olduğundan o kadar para verip aldığımız yatakları ne yapacağımızı bilemedik 😏 zaten derler ya 7. Aydan önce bir şey hazırlanmaz diye, biz 7 aylık olsun düşünürüz hele diye ertelerken, sevgilimin iş durumu kesinleşti ve biz doğumdan 2 ay sonra Cezayire gidiceğimiz için bebek odası fikrini tamamen rafa kaldırdık.
Kaldırdık kaldırmasına ama özenme, heves etme durumları öyle kolay rafa kalkmıyor neyazık ki...

Özelliklede anne ve ananeler için :) annem odasını benim yapmam lazımdı hiç bir şey yapamadım diye tüm çarşı pazar ne bulsa alıp gelerek nerdeyse Lina'nın her şeyini tamamladı. Ben beşikmiş sepetmiş hiç istemeyip , gereksiz bulmuştum. Arkadaşlarımda hep sakın almamamı beşik ve sepetlerin sadece 2,3 ay kullanıldığını park yatağı almamı tavsiye etmişlerdi. Biliyorsunuz park yatakları 2 yaşına kadar kullanılmalarının yanında hemde çok kullanışlı ve ergonomik. Her yere taşıyabiliyor, tatile bile yanınızda götürebiliyorsunuz. Biz park yatağını almış, başka bir yatak planımız yokken annem  ilk torunum hemde kız bebek bu çocuğun süslü bir beşiği olmasın mı? Diye tutturmaz mı :) annemi ikna edemedik tabi ama o bizi etti .. Ve mothercare'den sevimli mi sevimli beyaz bir beşik aldık. Şimdi de sıra o beşiğin süslenmesi kısmındaydı ki anneme göre çok daha önemli bir aşamaydı. İşte o sırada canım arkadaşım Tuğgen yetişti imdada. Babyshower'ımı adan zye hazırlayan hakkını ödeyemeyeceğim canım arkadaşım... Beşiği öyle güzel süsledi ki hepimiz bayıldık. Şimdi iyiki almış annem beşiği diyoruz. Tuğ daha başka şeylerde yaptı doğum için merakla bekliyorum... 
Lina'ya özel kapı süsü mesela...




2 gün önce her şey bitti hazır artık. Lina gelince beşiği kendi odamıza alacağız. Şimdilik misafir odasında tüm eşyalarıyla ıvır zıvırlarıyla o odayı işgal etmiş durumda... Bir tarafta ana kucağı bir tarafta puseti, banyo leğeni, park yatağı, kıyafet dolabı, banyo eşyaları, kremleri... Bir bebeğin bu kadar eşyası olabileceğine inanamıyor insan ilk başta... 



Şimdi her şeyimiz hazır olduğuna göre gelsin benim minik kokoşum diyorum. Bekletmesin bizi. Günler geçmiyor çünkü artık... Her gün onun o minik pembe eşyalarına bakıp bakıp iç geçiriyoruz... 

Doğuma kadar yazmak isityorum. İleride Lina okusun o gelmeden neler olmuş görsün istiyorum.. Bakalım haftaya da yazacağım sanırım bu gidişle... Dua edin bana... :) 


9 Haziran 2014 Pazartesi

Neee 35. hafta mı?

Bu aralar evdeyim. artık 35. haftaya girmiş bulunuyorum. oldukça az kaldı ve heyecan dorukta.
biraz da sabırsızlık tabi...
bir an önce doğsun sevelim isteği
hamileliğin kabak tadı vermesi durumu var bir de :)
hazırlıklar tamam bir tek Lina'nın gelmesi kaldı.
evde olmak dinlenmek işe gitmemek feci basmış durumda beni
bazı günler öğlene kadar uyuyorum işim yok gücüm yok nasılsa diyerekten
bazı günler canım uyumak bile istemiyor.
zaten uykularım o kadar rahatsız ki...
gece 10 kere tuvalete kakmaktan, yatakta bir sağa bir sola dönmekten çok sıkıldım.
sabah uyandığımda dinlenmiş uyanamıyorum :(
üstelik karnım iyice büyüdü ve ne giydiğimden ne de gezdiğimden zevk alıyorum.
bakalım küçük yaramaz bizi çok bekletecek mi? yoksa zamanında gelecek mi?
Bugün doktora gittik 2600 gr olmuş Linacık ve 47 cm :) böyle büyümesi çok heyecanlandırıyor bizi... :)
bir de Oben çok yoğun çalışıyor. sürekli iş gezisi, eğitimi...
üstelik hep şehir dışı olsa yine iyi, yurt dışına da gidiyor :(
Kısa Seyehatler genellikle ama işte bir de bana sorun siz onu...
bu hamilelik hormonları mahvetti beni.
sürekli yanımda olsun istiyorum tam bir manyak oluyorum bazen ...
kendimi tanıyamıyorum.
ama bence Lina da babasının kızı daha şimdiden :)
geçen gün 2 günlüğüne sevgilim İstanbula gitti.
sen kalk bir üzül bir üzül sanki aylarca gelmeyecek :)))
kendimi ne kadar garipsesem de duygularımı kontrol edemiyorum.
neyse sevgilim gece geç saatte gitti.
karnımın içinde resmen dönme dolap gibi döndü durdu tüm gece...
bu kadar hissetmesine inanamadım gerçekten
ertesi günde normalde daha sakin olan çocuk durmadı resmen...
Oben 2 gün sonra geldi de şimdi eskisi gibi minik zilli...
yine sakin sakin duruyor karnımın içinde :)
haziran ayının ortasına geldik neredeyse ama havalar nisan ayı gibi baya serin gidiyor.
şanslıyım çünkü bu havada bile çoğu zaman ateş basıyor beni,
bir de havalar sıcak olsa napardım bilmiyorum.
bugüne kadar hep o kadar rahat bir hamilelik geçirdim ki
hep şükrettim bunun için.
son 1 aya kadar hamile olduğumu hissetmedim bile hatta
bu durum da bende bir rahatlık yarattı sanırım.
hala bazen unutuyorum sadece 34 günümüz kaldığını artık riskli bir dönemde olduğumuzu
gezi planları yapabiliyorum.
Etraftan baya tepki alıyor bu planlarım ama zaten
sevgilimden azar işittim geçenlerde ve pes ettim artık
son 1 ayımı sakin sakin evde oturup dinlenerek geçiriceğime söz verdim.
uzun mesafe araba kullanmayacağım (anahtarımı almakla tehdit etti Oben :/ )
şehirdışına günübirlikte olsa gidelim diye tutturmayacağım...
hareketlerime dikkat edeceğim
bunlar verdiğim sözler
:)
buarada son bir ay yapmak gereken şeylerden biride bence sinemaya gitmek,
romantik bir akşam yemeği yemek gibi önümüzdeki bir kaç ay yapamayacağımız "adult time" 'in hakkını vermek...
şu an kafamda o kadar çok şey var ki
doğum nasıl olucak
ne zaman olucak
sağlıkla kavuşma isteği
sonrası nasıl olucak
uslu mu olucak zor bir çocuk mu olucak
becerebilcek miyim ve ya beceremzsem...
ne hissedicem
hayatımız nasıl değişicek
eksiğimiz kaldı  mı
Cezayir'e gidicek miyiz?
nasıl gidicez? ne zaman gidicez
çok zor olucak mı
orada bizi neler bekliyor
34. hafta 
bebekle kuzey afrikada ne halt edicem
yapayalnız sıkılır mıyım
daha neler neler....
bütün bunların tek bir cevabı var en hayırlısı olsuunnn demek
ve zaman ...
zamanla öğreneceğiz
umarım Lina bana çekmez bu sabırsızlık konusunda :)

P.S. Evet Cezayir'e gidiyoruz. daha doğrusu taşınıyoruz 1 seneliğine...
sevgilimin işi dolayısıyla tabi ki... henüz ne zaman gideceğimiz kesin değil ama en geç eylül gibi bize yollar gözüküyor sanırım :( annem yanımda olamayacak oralarda sadece 3ümüz... yeni bir macera yani.
hem heyecanlıyım hemde endişeli.
sevgilim Cezayir konusunda pek de olumlu şeyler söylemedi çünkü.
biraz hayal kırıklığı yaşıyorum aslında bakalım önümüzdeki günler ne getirecek...


28 Nisan 2014 Pazartesi

Bir can, bir nefes

Bu blog ilk oluştuğunda hamilelik aklımdan geçen son şeydi. 
Tek düşüncem nereye gitsek, nereleri gezsek?
Sevgilimle nerede ne zaman ayarlasak da buluşsak idi...
Evlendikten sonra 1 seneden fazla bir zaman bu şekilde geçti zaten.
ama arada bir yerde sevgiliminde yoğun baskıları bende filizlenmeye başladı sanırım ve çocuk fikri
o kadar da uzak gelmemeye başladı.
Sonrası zaten plansız.
Pat diye içime düştü bir can, bir nefes...
Beni allak bullak etti.
Hala da ediyor :)
Sevgilimle hayatımızı tamamen değiştirdi.
Sonunda uzak olamanın artık imkansız hale geldiği dank etti ikimize de
Sevgilim Arap diyarlarından temelli dönüş yaptı.
28. hafta
Minik kızım daha doğmadan bizi kavuşturdu.
Uzun zaman, kısa aralıklarla görüştüğümüz için klasik evli çift
hayatımız hiç olmamıştı.
Biz hep sevgili modunda geçirdik yıllarımızı.
Hep 5 gün, 10 gün buluşmalardı, tatil tadında geçen...
Geri kalan günlerde de yine, yeniden yapılan buluşma planları, sabırsızlıkla gün sayarak geçen haftalar.
Oysa hep, her gün birlikte uyuyup, gün sınırı olmadan birlikte uyanmayı özledik durduk.
Klasik ve monoton olsa ilişkimiz, hatta sıkılsak ara ara birbirimizden bile dedik.
Akşam eve gelip  ne yemek yiyeceğiz diye düşünüceğimiz, sonra kanepede dandik bir diziyi izlerken uyuyakalacağımız bir yaşam hayal ettik.
Annemler, kayınvaldemler misafirlikler, eş dost gezmeler, düğün dernek hepsini beraber yaşamak,
Çok dağınıksın diye söylenmek, ufak şeyler için tartışmak belki...
Başkasına ne kadar saçma gelse de bizim özlemini çektiğimiz şeyler bunlardı.
Buna da bir check attık sayesinde minik yumurcağın. :)
Aylardır sevgilimle aynı evde yaşıyoruz ve klasik evli çiftlere o kadar özendikten sonra
sonunda bizde öyle olduk diyebilirim .

Şimdi o kadar zaman ayrı ülkelerde nasıl yaşamışız, aklım almıyor.
Bu sadece Lina'nın daha doğmadan değiştirdiği en önemli şey hayatımızda
Bunun gibi başka neler var.
Bakalım doğunca neler yapacak bize,
Artık sabırsızlıkla bekliyoruz.
Gelsin bir an önce...




5 Kasım 2013 Salı

Ruski Standart!

Rusya deyince Türkler olarak kadın veya erkek, aklımıza ilk Kadınların güzelliği geliyor.
Genelleme yapmayı sevmiyorum aslında, istisnaları ve orjinalleri öldürüyoruz genelleme yaptıkça.
Ancak, Ruslar hakkında söylenebilecek bir genelleme varsa o da kadınlarının güzel olduğudur.

Ha şimdi gelelim, klasik Türk kadını kafasına.
"35'inden sonra çok çöküyorlar "ve "aslında hepsi güzel değil" gibi 2 adet argüman var ki sevgilisiyle veya kocasıyla Antalya'ya tatile gitmiş ve bunun sonucunda yüksek ihtimal sinir harbi yapmış her Türk kadınından bunu en az bir kere duymuşsunuzdur.

Bende sinir olmuşumdur zamanında kendimi ayırmıyorum yani...
Ama bazı şeyleri de kabul edeceksin arkadaş!! Hatunlar taş gibi işte.
Senin ülkende manken diye adamların ayılıp bayıldığı kadınlar orada her yer de. Bacak boyu desen, senin vatandaşının boy ortalamasından uzun, kadınların bacak boyu var. Neyin çekememezliği bu?
Üzgünüm ama hanımlar çok iki yüzlüyüz. Biz beğenmeyince, Rus hatunlar çirkinleşmiyor tam tersi biz kendi güvensizliğimizi daha bir ortaya çıkarıyoruz. Ve bu hayatta bir kadını itici yapan şeylerden biri de kendine güvensizlik.
Hepimiz düşüyoruz bu hataya zaman zaman.

Türkiye'de yıllardır yaşayan Rus arkadaşlarım var.
Tanıdığım en güçlü, hırslı ve ne istediğini bilen kadınlar. Aile kurmak istiyorlarsa kuruyorlar, kariyer yapmak istiyorlarsa yapıyorlar. Ne olursa olsun. Önlerine ne çıkarsa çıksın onları istediklerini elde etmekten hiç bir şeyin alıkoymasına izin vermiyorlar.

Rusya da farklı bir kültür var. Kadınların rahat, kendinden emin ve seksapelitelerini utanç duymadan özgürce yaşaması onları daha da çekici yapıyor.
Siz hiç dudaklarını büzerek, saçlarını havada toplayıp, göğüslerini sıkıştırarak halka açık alanda poz veren Türk kızı gördünüz mü? Gördüyseniz tepkiniz ve kafanızda o kıza biçtiğiniz değer ve anlam bellidir zaten.

Oysa Rusya'da normal poz veren kadın ben pek görmedim. Kadınlar diyor ki Tanrı beni özene bezene yaratmış. Niye bunu saklayayım, baksınlar diye giyiniyor, beğenilsin diye poz veriyor. Bizse biraz dekolteli bir şey giysek hemen çekiştiririz fotoğrafta açık çıkmasın diye,
Mini giyeriz, aman çok mu kısa olmuş diye sorarız herkese. En kendinden emin Türk kadını  bile böyledir. Bakılsın istemeyiz. O yüzden de çoğu zaman istediğimiz gibi giyinemeyiz. Kimilerimiz şanslıdır. Kocası babası karışmaz giyimine, açık fikirlidir o anlamda, saygı gösterir karşısındaki kadına.
Kimimiz,çoğumuz hatta ne yazık ki , pek şanslı değildir.
Babası karışmıştır yıllarca giydiklerine, evlenir kocası karışır. Hatta belki şiddet bile görür bu yüzden sesini çıkarmaz.

Şimdi diyeceksiniz bizim kültürümüz böyle, evet onların ki de öyle işte. Kadınlar baskın orada. Her işte kadınlar var. Metroda makinist, otobüs şoförü, çöpçü,hatta inşaat işçisi kadın bile gördüm.
Kadın egemen bir toplum. Kadını taciz etmek biraz yürek ister. Olmuyor mudur öyle durumlar tabi ki koskoca metropol olmaz mı ? Bizle kıyaslarsak ama yok denecek kadar az diyebiliriz sanırım.
Diyeceğim o ki kadın evde değil, sokakta, eve hapsedilmiş ekonomik hayattan soyutlanmış değildir

Halka açık yerlerde kadınlar çıplak gezse kimse dönüp bakmıyor. İnanır mısınız, bir tek biz kadın olarak bakıyorduk güzel kadın gördüğümüzde.
Bir de şu gerçek var ki genetik kodları çok iyi. Hepsinin vücut tipi aynı. uzun boy, uzun bacak boyu, sütun gibi bacaklar ve hokka gibi burun...
Bunlar neredeyse hepsinin en belirgin özelliği.

Komünist rejim, yokluk çok zor koşullarda yaşamak acımasız olmayı ve belkide güçlü ve bencil olmayı öğretmiş kadınlara. Erkeklerden hiç bir fayda görmemişler. Bilirsiniz Rus erkekleri için söylenenleri.
Bu durum kadınları kendi başlarının çaresine bakmayı öğretmiş. O yüzden soğuk ama dimdik duruşları.
Aynı zamanda kapris yapma lüksleri olmamış hiç bir zaman. Düşünün daha 16 yaşında elinde ki tek silahı, hayata karşı, güzelliği. Annesinden daha o yaşta akıl alıyor ve hayata atılıyor. O şartlarda o yoklukta yaşayan hangi kız bırakın Avrupa, Amerika şartlarını, Türkiye şartlarında bile, asgari ücretli bir garsonun karısı olarak yaşamak bile onun için inanılmaz bir sınıf atlama anlamına geliyor.

Giyim sitili olarak bazıları Türkiye'de alışık olduğumuz Ruslar gibi giyiniyor. Yani bize göre biraz rüküş diyebilirim. Ama bazı kadınların giyimlerine bayıldığımı da söylemesem olmaz. Sanırım biraz ekonomik ve kültürel düzeyle alakalı giyim konusu da.

Genelde kürk takıntısı var. Nazlı'nın dediğine göre, "Koca, kürk, araba"  ortalama bir Rus kadının hayaliymiş. Bir de bere takan çok az. O soğukta biz erkek gibi hissettik kendimizi çünkü, geleneksel çok hoş desenleri olan bir şalları var , soğuktan korunmak için onu başlarına bağlıyorlar ki bu kadar estetik ve şık durabilir ancak.

İstisnasız hepsi topuklu giyiyor. 15 yaşından itibaren alıştırılıyorlar topuklulara, çünkü o topuklularla kar buz, demeden dere tepe düz gidiyorlar. Hatta kızlarla bir tezimiz var ki, 15 yaşından beri sürekli topuklu giyersen bazı bölgelerin yer çekimine meydan okuyabilir, şeklinde :)
Bilemeyeceğim doğruluk payı nedir tabi :D

Genel olarak kadın erkek flörtöz bir yapıları var zaten. Açık sözlüler.
Beğenilerini rahatça ifade ediyorlar. Bizim hatunlar gibi her bir hareketi karşı  taraftan beklemiyorlar yani. Ne istediklerini biliyorlar ve Elde etmek için uğraşıyorlar. Kısacası en tehlikeli kadın tipi ;)
Onu bunu bilmem kadınlar olarak zaten zor ve tehlikeli yaratıklarız. Bir de kadının güzel olanından değil güzelliğinin farkında olup bunu iyi kullananından korkacaksın :)

Gece kulübüne gittiğimizde çok güzel dans eden kızlar vardı. Bir tanesi özellikle dikkatimizi çekti. O kadar zevk alıyordu ki ettiği danstan, orada olmaktan, sadece kendi için dans ediyordu. Onu izlesinler beğensinler veya erkekleri tavlasın diye değil. İşin ilginç yanı bizde öyle bir durum olsa herkes kızın başına toplanır, oraya çıkıp öyle dans ediyorsa kesin yolludur diye taciz etme hakları olduğunu düşünür.
Kadınlar da cık cıklar ve ayıplar. Oraya çıkıp dans ettiğine edeceğine pişman olur kız ve başına gelmedik kalmaz. Oysa aynen şöyle oldu ilk 5 dakika biraz bakıldı sonra herkes kendi etrafıyla ilgilenmeye devam etti. Kız da sadece önünde duran arkadaşlarına dans etmeye devam etti. Özellikle baktım aranan bir sürü erkek vardı etrafta, kıza bakıyorlar mı diye kimse göz ucuyla bile bakmadı kıza bir daha. Yani eğer birisi dünyanın en seksi dansını da yapsa, dünyanın en seksi elbisesini de giymiş olsa, eğer orada bulunan ve kendisine bakan adamlara bakıp, bir nevi evet bende senle ilgileniyorum mesajını vermiyorsa kimse onu rahatsız etmiyor. Nokta!

Çünkü her kadının  ve her erkeğin özgürce dans etme, istediği gibi kendini ifade etme ve istediğini giyme hakkı var. Kimse kimseyi çok açık giyinmiş diye veya çok seksi dans ediyor diye etiketleyemez, kafasında ona değer biçemez. Biçerse de çok yanılır. Ne yazık ki Türkiye'de durum hala böyle. Hala bir yerlere gittiğimizde önce kadınlar birbirini süzer. Ne giymiş, ne marka takmış ona bakılır. Sonra güzel mi değil mi, şişman mı , zayıf  mı? yanında kim var? bir sürü süzgeçten geçiririz. Sonra gece boyu durum böyle devam eder. Sürekli dedikodu yapılır. Bak o kız şunla konuştu, bu şunu ayarttı. Şu sarhoş oldu....

Kimse ortamdan zevk alıp eğlenip kendi işine bakmaz, hep kasılırız.
Milletçe yargılamaya bayılırız.
Dedikodudan ve başkası ne yapmış bakmaktan kendimiz eğlenmeyi unuturuz.
Erkekler zaten başlı başına sosyolojik vaka.
Kendi karısı, sevgilisi çıkıp öyle giyinse delirir, ama başkasının karısına, kızına bakar.Hem de döner bir de arkadan bakar.
Uygun ortamını bulsa taciz bile edebilir. Üstelik kedinde bunu hak görür. Bir de utanmadan, Giyinmesiydi istemiyorsa o...pu gibi o zaman der.
Sanki kıyafetmiş gibi suçlu, Hırsızın hiç mi suçu yok...
Yurt dışında ise aslında mekana bile gitmeye gerek yok Metroda, otobüste bile durum bambaşka . Kimse kimseyle ilgilenmiyor!

Spor da hayatlarının vazgeçilmezi. Bu örnek alınması gereken bir konu. Üstelik bizdeki gibi illa spor salonlarına dünya paralar verilip, yepyeni kıyafetler alınıp, saç baş yaptırılıp gidilerek yapılmıyor spor. Kar, kış dinlemeden, parklarda koşan,paten yapan, voleybol oynayan insanlardan bahsediyorum. Rusların spor konusundaki başarısı malum zaten. Bu durum da güzel görünmelerinde yüzde yüz etkili kesinlikle.

Hanımlara sesleniyorum. Rusya çok ilginç bir ülke. Kesinlikle görülmeye değer. Alın kocanızı, sevgilinizi gidin. Güzel görünce siz gösterin . Bazı şeyleri de not edin ;) Güzel yönleri kopyalamak lazım derim. Bence güzel bir deneyim olur.

Evet çok uzun yazdım ama çok tespit var çıkarılacak. Bitirirken şunu da söylemem lazım.
Baylar, bayanlar 40 yaş üzeri güzel bir tane bile kadın görmedik. Sizce bu tesadüf mü? Haydi hanımlar elimize bir koz geçti sanırım. :)
NOT: Çektiğim fotoğrafları taradım konuya uygun bir foto bulurum belki diye ama yok ne yazık ki. google görsellerdeki rus kadını fotolarını da buraya koyamayacağım kadar erotik buldum. Bilginize :)

16 Temmuz 2013 Salı

Düğümlere Üfleyen Kadınlar..

"Nihayet yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil.
Bir yol hikayesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar..."- Düğümlere Üfleyen Kadınlar,Ece Temelkuran

Bu kitabı tam da karşıma tesadüflerin çıkarmadığını düşünürken, sayfalar arasında kaybolduğum o günlerde, Ortadoğu ve özellikle Ortadoğulu kadınlarla ilgili ne varsa hepsi üzerime üzerime geliyor bir bir karşıma çıkıyordu. Tam da evrenin mesajını kavradığınızı sandığınız o kibir anından sonra aslında hiç bir şeyi kavramanızın mümkün olmadığı ve görünen gerçeklerin altında yatan asıl gerçekle yüzyüze gelirsiniz ya, bana da öyle oldu. Kitapta çokça bahsedilen Mısır daki halk ayaklanması ve Arap Baharının anlatıldığı bölümleri okumam tam da bizim baharımıza denk düştü. 

Güzel bir rastlantı olmasının yanında, acaba dedim, 6 ay önce okusaydım bu kitabı algım nasıl olurdu? O kadar empati kurabildiğim konuşmalar vardı ki kitapta ve bir çok pararlellikler. Ama aynı zamanda bir sürü farklılıklar da. Bizim direnişimizin eşssiz olması  bu kadar prırıl pırıl genç insanın enerjisinden midir, yoksa daha az kanlı olmasından mıdır , çok fazla zeka ürünü direniş örneklerine sahip olmasından mıdır? siz yapın tercihi. Ancak ne olursa olsun zamanlamam daha iyi olamazdı. Israrla tavsiye ediyorum okumanızı.

Gelelim yukarda yazdığım satırlara, işte kitabın beni içine alıp başka diyarlara götürmesinde etkili olan bir şey de ortadoğunun çöllerinde, gizemli diyarlarında kadın karakterlerin şahane bir yolculuk yapıyor olmaları.

İnsan yolculuk yaparken aslında kendine de yolculuk yapar bence. Her yola çıkma, her alıp başını gitme kendini tanıma yolculuğudur aslında. Neyden kaçıyorsak ona gideriz aslında bilmeden. Nedenler sonuç olur, yolculuğun sonunu da yol yazar. Siz ne isterseniz isteyin, ne kadar uğraşırsanız uğraşın yol ne isterse o olur. işte o yüzden yollar, adam eder insanları, tamamlar yarım kalanları. Ondan sanırım, bir nevi uyuşturucu etkisi olması. Hep yolda olma isteği yerinde duramama hali... Gittikçe artık bir yere varmak değil yolda olmak amacı insanı ele geçiren, iliklerine işleyen. Kök salmaya izin vermeyen. Hep bir doz daha fazlasını isteme, yetinememe...
Bir gün bende böyle bir yolculuk yapmayı hayal ediyorum. Buraya da yazıyorum ki, evrende imzası olsun dileğimin...Gerçek bir Ortadoğu turu yapıp, yol nereye götürüyorsa oraya gitmek ve sadece ertesi günü planlayarak yolda olmak dileğim...

Güzel ülkemde de düğümlere üfleyen kadınların çoğalması dileğiyle... 
ve son olarak kitaptan sevdiğim bir kaç satır:

"İlginç adamlarla tanışmak Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada operasında perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla doldurur içimi"

"Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyordur." 

"Eğer bir kadının kendinden sakladığı bir şeyi ortaya çıkarmak konusunda bu kadar yılmaz bir kaşif isen muhakkak kendinden sakladığın bir kadın var içinde."

"Işığın bir sesi olmalı yoksa sivrisinekleri karanlıkta daha iyi duyuyor olamazdık ve ışığın bir kütlesi olmalı yoksa karanlıkta daha geniş sevişiliyor olamazdı".

"Ölümü iç cebinde sevgilinin resmi gibi taşıyan memleketler cenazeleri hep hazırlıksız karşılarlar. Bu iğrenç desenli pis battaniyeler ...Gördüğüm bütün o desenli pis  battaniyeler ve içlerindeki o oğlan çocukları..."

10 Mart 2013 Pazar

8 Martın Ardından...

Yazamadım ne yazık ki kaç gündür ama sizde hak verirsiniz ki buradaki son günlerim ve çok hızlı geçiyor zaman . yapacak bir sürü şey, görülecek o kadar çok yer vardı ki ben bile gelirken Arabistan’ın bana bu kadar fazla şey sunacağını tahmin etmemiştim.  Cidde ve Mekke sonrasında dönerken Taif ve Arafat da inanılmaz değişik ve ilginçti benim için. Bu coğrafyada farklı bir şeyler var artık buna inanıyorum. Bir enerji ya da insanı içine çeken bir şey.... Hem nefret ettiren boğan ve sıkan ama bir o kadar da gözlerini alamadan seyrettiren, kendine baktıran.
8 Mart da Arabistan da olmak aslında komik ve ironik bir tesadüftü belki de benim için. Biz gördüklerimize şaşırmakla o kadar meşguldük ki aslında 8 Martı filan unutmuştuk. Ancak tam da 8 Marta yakışır bir durum oldu burada bana hediye gibi geldi.
Cidde Arabistan’ın en modern şehri. Yabancı nüfusunun çok olması yanında, bir de Suudlarında en açık görüşlülerinin yaşadığı yer burası. Deniz kenarı olması da cabası üstelik.
Cuma sabahı uyandık ve otelden kahvaltı etmek için dışarı çıktık. Biraz arabayla dolaştıktan sonra deniz kenarında yolda giderken cafelerin olduğu bir yerde durduk. Ama gözlerimize inanamadık. Cuma namazı saatinde starbucksın önünde denize nazır, kadınlar ve erkekler beraber oturuyorlardı. Üstelik kadınların hepsinin de başı açıktı. Ben öyle sevindim öyle sevindim ki sanki hemen oturup bu anın tadını çıkaramazsak elimizden alınacakmış gibi, bulduğum bir masaya oturuverdim. Oturanların hepsi Avrupalı veya Amerikalıydı ama olsun bu bana verilen en büyük kadınlar günü hediyesi oldu diyebilirim. Denize karşı başımı örtmeden sevgilimle oturdum ve Mutavva filanda gelmedi daha ne olsun J Üzerimdeki Abaya haricinde her şey sanki İstanbulda veya her hangi modern bir ülkedeymiş gibiydi. Ama sonra namaz bitti ve aile bölümü tekrar açıldı ve bizimde deniz sefamız böylece sonlanmış oldu. Yine de aile kısmına çıkınca (içerideki) daha önceden resmini çekip koymuştum perdelerle ayrılmış bölümleri olan bir aile bölümü yapmamışlar normal bir starbuckstı yani. J Dediğim gibi Cidde gerçekten farklıydı. Ayrıntılı yazacağım daha sonra.
Kısacası 8 martta böyle bir güzellik yaşadım. Ama hava burada iyiden iyiye ısındığı için artık gündüz abaya ile dolaşmak tam bir işkence halini aldı. 35 derecede içinize ne kadar ince giyerseniz giyin simsiyah sentetik abaya ile pişiyorsunuz. Arabada sürekli klimayı sonuna kadar açtığım için sevgilim hasta olacak diye korkuyorum artık :/ birde uzun yolda gelirken her 100, 200 km de bir check pointler oluyor. Buralarda polisler plaka kontrolü yapıyor ve ihbara göre arabaları durdurabiliyor. Buralara yaklaşırken ben başımı örtüyorum. Dikkat çekmemek veya sorun yaşamamak adına. Düşünün ki 1000 km yol geliyorsunuz. Hava 35 derece güneş tepede, abaya ile bile zor duruyorum, bir de her saat başı bir telaş, check pointe geldik kapa başını…. Anlatırken bile sinir geliyor…

Daha önceden paylaştığım starbucks resmi. Aile bölümü bu şekilde perdelerle oda oda ayrılmış. Burası Riyad. 

Burası da Cidde de sahil kenarı bir Starbucks. Oturanlar kadın erkek. Aile bölümü değil aslında "Single section" ama namaz saatinde izin vermişler...

Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bizim Türk erkekleri de batılı erkeklerde aslında daha şanslı. Neden mi? Tersten düşünelim birazda. Şimdi düşünün, karınız anneniz kız kardeşiniz hepsi size bağımlı. Devlet dairesine yalnız gidemez, pasaport çıkartamaz, evde ne bitti haydi markete, gereklileri alın getirin, çocukları dışarı çıkarın, gezdirin.  Karınıza poşet taşıtmayın, dışarıda her tür konuşmayı siz yapın. Çocukların Okuluna görüşmeye,  çocukları maçlara, spora siz götürün. Arabanın bakımı, benzini, evin çalışanları, hepsiyle siz ilgilenin. Maddi olarak her şey ama her şey sadece erkeğin sorumluluğunda olsun. Haydi böyle bir hayat düşünün.  Tersten bakınca aslında Suud erkeklerinin de işi zor. Ne dersiniz? Bence bizim Türk erkekleri 1 hafta dayanamaz bu tempoya isyan eder.
Benim annem, evin her eksiğini bilir eve ne alınacak, ne atılacak, kimin doğum günü, kimin doktor randevusu, kime gidilecek kimden gelinecek, veli toplantısı, evin aidatı, tüm faturaların ödenmesi, banka işleri, bizimle ilgili büyük, küçük her şey annemin görev tanımına girer. Daha unuttuğum neler neler… Eminim sizin de etrafınızdaki kadınlar böyle. Annelerimiz, bizler… Kadındır evi çeken çeviren evi yuva yapan, sevgiyle, şefkatle uğraşır çünkü. İşte budur bence kadınları özel yapan.  O yüzden emekçidir tüm kadınlar çünkü sevgi, emek ister. Tüm kadınların geçmiş kadınlar günü de kutlu olsun o zaman…

22 Şubat 2013 Cuma

Çarşaf mı? Kime göre?


“Abayah” denen bu simsiyah, bizim çarşaf olarak genellediğimiz, kıyafetin aslında bir çok farklı çeşidi var burada. Genelde dışarıda Arap kadınlarının giydikleri ayak bileklerini bile kapatacak şekilde, oldukça uzun ve kumaş olarak biraz daha kalın. Benim giydiğim ise daha çok yabancı kadınların giydiğinden. Önden çıt çıtlı. Yakası hafif v şeklinde geliyor. Ve ayak bileklerim gözüküyor. Beden beden oluyor ve isterseniz üstünüze göre yaptırabiliyorsunuz.. Kolları, arkası farklı desenlerde olanları da var. Yanında birde başınıza örtmeniz için bir örtü veriyorlar. Arap kadınları ise başlarına daha farklı bir örtü örtüyorlar daha uzun. Bunun dışında birde peçe takıyorlar. Hatta muhafazakârlık ölçülerine göre eldiven takanlar ve gözlerini bile kapatanlar mevcut.
Ben ilk başta nasıl örteceğimi bilemedim. Bayağı bir uğraştım. Çünkü dışarıda gezerken özellikle alışveriş yaparken zamanla örtü sizin örttüğününüz şekilde pek kalmıyor. Kayıyor, bozuluyor. Bir de alışık olmayınca bünye kabul etmiyor ve sürekli başında, saçında bir şeyle dolaşmak insanı bunaltıyor. Ama zamanla pratik kazanıyorsunuz diyebilirim. Şimdi tel tokalarım olmadan dışarı çıkmıyorum. Saçımla başıma örttüğüm örtüyü tutturuyorum. Hem de iki yerden. Sonra birde, boynum açılmasın diye ki, genelde içime askılı giydiğim için açılabiliyor, boynumdan serbestçe dolayıp arkadan tutturuyorum. Bu beni uzun süre idare etmiş oluyor. Yine de dediğim gibi, bir şey bakarken alışveriş yaparken büyük sorun. Ayaklarınıza dolanması ayrı dert, kirlenecek diye çekiştirmek ayrı dert, boynuma, kafama, saçıma sarılmış bir şeyle dolaşmak hem de saatlerce ayrı dert… benim gibi boğazlı kazak bile giyemeyenlerdenseniz, yandınız. Şuan hava öyle bunaltıcı derecede sıcak değil ama yinede bazen fenalık geliyor L
Özellikle tuvalete girmek en zoru. Yanıma bazı zamanlarda çanta bile almıyorum. Çünkü çantaya sahip olmak bile zor geliyor bu kıyafetle. Belki alışamadığım için böyle olabilir ama inanın, şimdi anlıyorum neden kadınlara bir iş yaptırmıyorlar, poşet dahi taşıtmıyorlar. Kadınlar bu kıyafetle ancak orada yürümeyi başarıyor, gerisi fazlaJ
Gerçekten dini nedenlerle kapanan insanlara çok büyük saygı duyuyorum. Çok zor iş herkesin kaldırabileceği bir fedakârlık değil.
Burada kapansam da Arap kadınlar gibi tamamen kapanmadığım, saçım yüzüm gözüktüğü için zaten dikkat çekiyorum. O yüzden “Abayah” beraberinde sürekli bir kontrolü de getiriyor. İnsanlar bakıyor ve normalde birileri size sürekli bakıyorsa, ister istemez bir anormallik mi var diye kendini kontrol etme ihtiyacı oluşuyor. Artık bakışların normal olduğunu bilsem de yinede saçımı, üstümdeki çarşafı, boynumu, ara ara kontrol etmeden yürüyemiyorum.  Dün bir mağazada kasada sıra bekliyordum. Önümdeki çarşaflı kız bana dönüp öyle uzun, öyle rahatsız edici baktı ki, bu güne kadar bir kadının bakışlarından hiç bu derece rahatsız olacağımı düşünmemiştim. Ama öfke, kin, olumsuzluk dolu bir bakış değil bahsettiğim yanlış anlamayın. Tamamen merak dolu gözlerle, yüzüme, gözlerime, ellerime, üstümdekilere… O yüzden işte, insan, ne yapacağını şaşırıyor o bakışları üzerinde hissettiğinde…
Abayah ile ilgili son bir gözlemim daha oldu. Dün bir alışveriş merkezine gittik. Dünyanın en pahalı markalarının olduğu bir Mall. En üst katını “Ladies Only” yapmışlar. Sevgilimle dolaştıktan sonra en üst kata beraber çıkamayacağımız için ayrıldık. İkimizin de merak ettiği o katta neler oluyor? Sorusuna cevap bulmak için, üst kata çıktım. Şunu belirtmeliyim ki ben sadece kadınlara özel olan bölümde biraz daha uçuk bir şeyler bekliyormuşum sanırım. (Uçuk birkaç nokta vardı onlara sonra ki yazımda değinicem.) Örneğin; Çarşaflarından kurtulan ve dekolteli elbiseleriyle gezen kadın güruhu mesela J Ancak hiçte öyle bir manzarayla karşılaşmadım.
Sadece yüzünü açan kadınlar mı dersiniz, peçesiyle gezenler mi, yoksa benim normalde gezdiğim gibi başını örtmeden çarşafıyla gezenler mi ?... Bir tane kadın bile görmedim “abayah”sından kurtulmuş, tamamen kendi kıyafetleriyle gezen. Bakın hala kurtulmuş diyorum farkında olmadan. Bize göre kurtuluş belki ama onlar, o kadar benimsemişler ki, “kıyafet” olmuş onlar için sadece. Bende çıkarmadım çarşafımı başım zaten açıktı, öyle dolaştım. Şunu anladım ki, kadınlar hallerinden memnunlar. Bu kültürde bu şartlarda yetiştiysen, onların normali bu, bana inceleyerek bakmaları da bu yüzden zaten, onlara garip gelen ben ve benim gibi kadınlar.


                               Obenin iş arkadaşları ve eşleriyle yemekte. -Etrafımızdaki perdeleri fark etmişsinizdir :)-



            Mağazalarda kadın erkek sırası farklı. kasaların üzerinde "ladies only" veya "Men only               
            yazan tabelalar var. 


                         Namaz saatinde kapanan mağazaların önünde oturup, açılmasını bekleyen kadınlar.

                                         

19 Şubat 2013 Salı

Kadın Olmak ya da Olmamak, İşte Bütün Mesele Bu...


Burada kadın olmak hiç kolay değil evet, bunu herkes kolaylıkla buraya gelmeden bile söyleyebilir. Ama burada yaşarken elinizden alınmış onca özgürlüğün yanında size verilen bir çok ayrıcalık ve kolaylık da sizi şaşırtmaya yetiyor aslında. Burada kadınlar hiçbir iş yapmıyor. Buna ev işleri, çocuk bakımı da dahil. Arap kadınları aynı Arap erkekleri gibi çok tembel. Sanırım bunda biraz coğrafi koşulların da etkisi var ama sadece sıcak yeterli bir sebep olamaz bence. Galiba tembel bir millet demek kısa ama bir o kadar da özetleyici olacaktır. Her ev de Filipinli, Endonezyalı hizmetçiler çalışıyor. Orta halli ailelerin bile 2 tane yardımcısı var. Her kadının kendine ait bir şöförü bulunuyor çünkü bildiğiniz gibi kadınların araba kullanması yasak. Eğer şöför tutacak paran yoksa devlet bir şöför tutuyor. Yeter ki kadın zorda kalmasın J Uygulamalar aslında o kadar ilginç ki bir bakıyorsunuz çok katı bir Şeriat kuralı geçerli ama bunun yanında başka bir uygulama İslama bir o kadar ters. Kadınlar evde pek yemek yapmıyorlar genelde dışardan et alıp yanına pratik bir şeyler hazırlıyorlar. Zaten fast fooda çok meraklılar. Çocuklarının karınlarını genellikle ünlü Amerikan fast food zincirlerinde doyuruyorlar.

Kadınların giremediği veya gidemediği hiçbir yer yok. İşte demin bahsettiğim kolaylıklardan biri de bu. Eğer bir kısıtlama olacaksa erkeğe oluyor. Bazı mağazalar, restoranlar hatta alışveriş merkezleri var onlar sadece kadınlara özel. İçeri erkek alınmıyor. Orada kadınlar rahatça gezip dolaşıyor ve istediği şekilde alıveriş yapıyor. Bu alışveriş merkezleri genelde iç çamaşırı ve abiye satan mağazalar. Bir de “Family Only” yerler var. Özellikle restoranlar ve mağazaların çoğu. Buralara da erkeklerin yanında, kadın olmadan girmesi yasak. Geçen gün böyle bir restorana gittik. Sevgilimin iş arkadaşları ve eşleriyle. Arabayı park edip restorana giriyorsun, Avrupa veya Amerika da bir restorandan farksız dekorasyon, yemekler… Ancak içeri girince kadınlar başını açabiliyor. Hemen bir masa ayarlanıyor, işte farklılık burada ortaya çıkıyor. Masaların etrafını kapatan perdeler var. Yani oturduğunuzda size özel hale geliyor. Perdeler kapandıktan sonra bir tek size servis yapan garson dışında kimseyi görmüyorsunuz. Ve isterse kadınlar üstlerini çıkarabiliyor. Genelde yabancıların tercih ettiği yerler ama Arapları da görmek mümkün.

Evimizin tam karşısında kadınlara özel bir kompleks var. Ama daha gitmeye fırsatım olmadı. 4 riyal verip giriyorsun, içerde ne olduğunu tam öğrenemesem de (kapıdan sordum ama içerdeki kadınlar İngilizce bilmiyorlardı Arapça konuşmakta ısrarcı olunca gidip keşfederek öğrenmenin en iyisi olacağına karar verdim.) muhtemelen yeşil alan, park, yüzme havuzu gibi şeylerin olduğunu düşünüyorum.

Kadınlar çok süslüler ,sadece gözleri gözüküyor ama o gözleri öyle bir boyuyorlar ki  eminim sadece bu şekilde bile Arap erkeklerinin hayallerini süslüyorlardır.

Erkeklerin 2. Kadını almasını da aslında zorlaştırmışlar. Sandığımız kadar kolay değil. Bir kere zengin olmak gerekiyor. Çünkü belli miktar para vermeden 2. Alınmıyor. İkincisi kadının rızası gerekiyor. Kadın onay vermezse yine 2. Yi alamıyor. Bunu duyunca aklıma bizim doğuda güney doğuda yaygın olan kumalık durumu geldi. Zavallı Türk kadını dedim içimden belki çarşafa girmesi zorunlu değil ama hayatını kolaylaştıracak da hiçbir uygulama yok. Ne Hukuksal açıdan ne de gündelik hayatta…

Burada kadınlar hiçbir yerde sıra beklemiyor. Kadın hep öncelikli, kadın iş yapmıyor, eşya taşımıyor, temizlik yapmıyor. Daha bu örnekleri uzatmak mümkün…Örneğin bizim evimizi temizlemeye kadınlar değil Filipinli erkekler geliyor. Tabi ki ben evde yokken yoksa girmiyorlar içeri…

Kadınlar üstlerine kadın gelmesin diye kocalarının parasını yemeye çalışıyor aslında. Deliler gibi alışveriş yapıyorlar. Önceden bahsetmiştim, deneme kabini olmamasına rağmen beğendikleri ne varsa alıyorlar. Ancak bu durum bence psikolojik bir rahatlama amacı taşıyor. Çünkü ne alırsan al, ne giyersen giy, üstündeki çarşaf kadarsın…

Buraya geldiğimden beri çarşaf veya buradaki ismiyle “Abayah” giymenin bazı olumlu yanlarını keşfettim. Hani hep olumsuzu yazacak değilim ya günlük hayatta insan farklı hissedebiliyor. En büyük kolaylığı ne giysem derdini ortadan kaldırması. Biz kadınlar bu konuda oldukça kararsız olabiliyoruz malum. Hava sıcak olduğu için askılı bir t-shirt altına bir siyah tayt giyip hiç düşünmeden dışarı çıkabiliyorum. Bu büyük kolaylık gerçekten. Düşününce burada en lüks restorana bile pijamayla gidebilirsiniz. Şahsen getirdiklerimin yarıdan fazlasını daha giymedim. Ama bu durumun canımı sıkan başka bir yönü var ki o da; güzel, şık bir kıyafet almanın pek bir anlamının olmaması. Burada hep duymuşsunuzdur kadınlar, şık,açık kıyafetlerini evde giyerlermiş diye… bu gerçekten doğru. Çünkü kadının doğası gereği sahip olduğu, kendini gösterme, sergileme, beğenilme ihtiyacını burada tatmin etmesi imkansız. Bunu tatmin etmenin de tek yolu evde eşlerine veya arkadaşlarına göstermek için giyinmekten geçiyor.
İşte buyüzden, dışarda kadınlar birbirlerinin kıyafetlerini süzemedikleri için, çantalarına aşırı özen gösterdiklerini fark ettim. Pahalı, kaliteli çanta oldukça önemli. Kadın milleti işte illa ki gösterecek bir şey buluyor, ne kadar kısıtlarsan kısıtla :)

Bir sonraki yazımda "abayah" giymenin incelikleri, başı kapamanın püf noktaları ve 27 sene açık gezdikten sonra kapalı yaşamak ne hissettirdi?... stay tuned  :)