Translate

4 Ekim 2013 Cuma

Oku öğret ve nihayet yurda yarar bir insan et :)

Epeydir yazamamıştım...
Bazen olur öyle içinizden gelmez, çok sıkıcı bulursunuz her şeyi.
Neyse bana da öyle oldu.
Ama bugün yazmak lazım bunu dedim.
Ne oldu derseniz benim için büyük, insanlık için küçük bir adım, Mr. Armstrong'un tersine :)
Bugün ilk dersime girdim.

Bu durumu çok abartıp, büyük anlamlar yüklemek istemesem de, aklıma ilk yoga dersim geldi.
İlk defa daha tam olarak mezun bile olmadan, henüz, duvarım da görmemiş gibi çerçeveleterek astığım bir diplomam, o çok süslü bir kaç renk yoga matlarım ve bu kadar kendime güvenim yokken, hayalimi gerçekleştirmiş ve ilk defa 8-10 kişiden oluşan bir yoga sınıfının karşısında yerimi almıştım.


Hep öğrenci olarak yaşıyoruz aslında bu hayatta, yaşamımız boyunca bi düşünün...
İlkokula başlarız ve sonrası böyle devam edip gider. Spora yazılırız öğrenci oluruz, üniversitede, resim kursunda, dil kursunda,sürücü kusunda, yemek kursunda, tahta boyamada hep öğrenci oluruz.... Oysa hoca olmak, öğretmen olmak demek çok daha farklı bir şey...

Yanlış anlaşılmasın, ukalalık olsun diye demiyorum kesinlikle. Bu konuda kendimi ukalalığın "U"sunu yapacak yeterlilikte görmüyorum henüz. Ukalalık yapmak için en en iyisi olmak lazım diye düşünürüm, yoksa maskara olursunuz haberiniz olmaz.
Her neyse demek istediğim şu; ben hep öğrenciydim, herkes gibi, bu bitmeyen bir öğrencilik çünkü öğrenmek gereken tonla şey var hayatta. Gidilecek kurslar, girilecek sınavlar, öğrenilecek ne teknikler, denenecek ne sporlar dalları var. Var oğlu var...
Ayrıca öğrenci olmak büyük lükstür. Sizin tek sorumluluğunuz zaten orada bulunma amacınızı gerçekleştirmektir.
Oysa öğretmen olmak bu hayatta sorumluluktur, zordur, beklentileri karşılamanız gerekir, her yaptığınız, her söylediğiniz eleştirilebilir, daha önemlisi bir sürü insanın hayatını etkileyebilirsiniz ve bu da sorumluluğunuzun ne kadar önemli olduğunu size bir kez daha hatırlatır. Yanlış yapma hakkınız yoktur. Sizin hep doğruyu yapmanız beklenir.

Ben yoga hocası olmaya özenirken hoca olmanın zorluklarını hiç fark etmemiştim. Oysa ne zaman ki hoca oldum ve yoğun ders vermeye başladım, o 2 sene içinde sadece bilgiye aç basit öğrenci halimi o kadar çok aramaya başladım ki ders vermeyi bıraktığımdan beri eskisi kadar yoğun ders vermek çok da içimden gelmiyor.

Hoca olunca bencil olamazsınız, hatta "ben" i unutmanız ve hep vermeye odaklanmanız gerekir. Bunlar geldi işte bugün tekrar aklıma,  derse girip o masaya oturduğumda amfide.
Hayat siz istemeseniz de bazen rolünüzü değiştiriyor. Bir kaç saatliğine veya bir ömür fark etmez aslında bir misyon yüklüyor üstünüze... O misyonu hatırladım tekrar uzun bir aradan sonra, dedim ki hocalık benim peşimi bırakmayacak ben istesem de istemesem de :)
Yoga dersi vermiyorsan, "örgüt psikolojisi" verirsin,  genç dimağlar öğrenmeye aç :P


Hepimizin hayatlarımızda birden fazla rollerimiz var. Özel hayatlarımızda ayrı roller, iş yaşamında ayrı...
Uzun yıllar sıralarda oturup ki, hala oturuyorum (daha bitmedi, bitecek gibi de durmuyor... ) Bir anda rol değişikliği bende çok ilginç hisler uyandırdı. Okuduğum bir kitapta geçiyordu, doktor asistanlığını tamamlayıp, uzman doktor olduğu halde yinede içindeki "doktormuş gibi rol yapıyor olma hissiyatının" geçmediğinden yakınıyordu. Kendini "ben gerçek bir doktorum" diye telkin ederek rahatlatmaya çalışıyordu. İşte tam da bugün hissettiklerimi yansıtıyor aslında bu durum. "Ben gerçekten hocayım rol yapmıyorum"...
İçimden tekrar ederek girdim derse :) Evet ders ilerledikçe bu duygu yerini rahatlama ve öğrencilerle etkileşim kurmanın verdiği olumlu enerjiye bıraktı ama yinede bu duyguyu unutmayacağım ve unutmadan da yazdım ki hiç unutulmasın, unutmayayım, ilerde olurda ünlü bir profesör olursam, egom tavan yapıp, kendimi bir halt sanmaya başlarsam, okur okur kendime gelirim belki :)


17 Eylül 2013 Salı

Akıllı Deliler

Yazarların melankolik olduğu söylenir hep.
Mutluyken yazamaz sanki insan. Bir yerde geçiyordu "çocuklarınızın mutlu olup olmadığını anlamak için günlük tutup tutmadıklarına bakın, ancak mutsuz çocuklar günlük tutacak kadar yalnızdır" diye.

Hakikaten öyle midir? Tüm yazarlar yalnız mıdır? Veya yalnızlığı mı seçerler ? Yazmaya devam etmek için kronik bir yalnızlık ve melankoli mi gerekiyor yani?
Küçükken ara ara bende günlük tutardım. Sürekli yazdığım dönemlerin hep bunalımda olduğumu sandığım bluğ çağ dönemlerim olduğunu fark ediyorum. Ne zaman ki çok mutlu, güzel bir şeyler başıma gelmiş aylarca kalemi elime almamışım.
Bunun üzerine düşündümde bu satırları şuan yazmamın evdeki yalnızlığımla ve sevgilimi yeni uğurlamış olmamla bir ilgisi var mı acaba? Şüphesiz var :)

Mutsuzluk yalnızlık, çaresizlik, öfke,hayal kırıklığı, paranoya,saplantı, uykusuzluk... Bütün bunlar bir yazarın en büyük ilham kaynakları bence. Hepsine iyi geliyor yazmak. Üstelik bu duygulardan güzel malzeme çıkartıyor ve yazma eylemini bir duygu şölenine dönüştürebiliyor. Delilik aslında aklı başında bir biçimde ortaya konulduğunda göz kamaştırıcıdır ve herkesin içinde vardır. Ancak asıl sorun deli insanların herkesin algılayacağı şekilde bütün olanları ortaya koyamamasıdır. İşte bir yazar bunu yapabiliyor ve ani deliliğini yazarak ifade edebiliyorsa burda mucize başlar. Ben buna akıllı delilik diyorum. Bence akıllı delilik harika bir şey. Deliliğin yaratıcı enerji olarak dışa vurumu yani...Deliliğe övgüde bulunan kişilere batığımızda aslında çok da sıradan insanlar olmadıklarını görüyoruz. Zaten sıradan olan normal değil midir? Heyecansız olan ingilizcede "plain" diye bir kelime var. tam karşılığı sıradan, düz, normal,özelliksiz orjinal olanın zıttı gibi... İşte tam da bu anlatmaya çalıştığım. Delilikle ortaya çıkan ise yaratıcı enerji.Ve dünyayı değiştiren de bu değil mi zaten... Bakın Charles Bukowski bile ne demiş:

Bence asıl fark bunun farkına vardığımızda ortaya çıkıyor zaten Sayın Bukowski :) Aynı sizin gibi...

Benim içimdeki deli bir anda ortaya çıkıp ce ee diyip içeri kaçabiliyor. İşte öyle anlarda yazmak beni iyileştiriyor, sakinleştiriyor, ve sanırım en önemlisi ortaya bir şey çıkarmış ve iz bırakmış olmak içimi rahatlatıyor. Çünkü bence bu dünyadaki en büyük günah hiç bir şey üretmemek. Bomboş yaşamak.
en berbat hissettiğimiz zamanlar aslında, en çok hiç bir şey yapmak istemediğimiz zamanlardır. Oysa ki bir şeyler yapmaya bir şeylerle uğraşmaya da en çok o zaman ihtiyacımız vardır. Hani derler ya mutlu olmak istiyorsan başkalarını mutlu et, çaba harca aynı onun gibi.



Tamam demiyorum ki delilik yapın illa. Zaten zorla olmaz bu işler.
İçinizden gelicek. Çılgın bir fikir sizi dürtcek,yerinizde duramayacak birşeyler yapmak isteyeceksiniz... Öyle olmasa bile, kalkın sizde eğer kötü hissediyorsanız hemen bir iş bulun kendinize. Her zaman yaptığınız işlerden değil. farklı, yaratıcı olun. Dünyaya faydalı bir iş...

Gidip bir yere ağaç dikin mesela, yada kek pişirip çocuklara dağıtın. Parktaki köpekleri besleyin.Yaşlı komşunuzu ziyaret edin. Gönüllü olarak bir yardımda bulunun işte ne biliyim.
Fark yaratın bir gün için bile olsa. Görüceksiniz, gününüz değişecek ve tabi sizde ....


22 Ağustos 2013 Perşembe

Arapça Düşünmek

Her ne kadar Türkiye'ye çoktan dönmüş olsam da, Arabistan benim için şu an çok uzak bir anı gibi görünse de, sadece 1 ay önce orada olduğumu düşününce biraz şaşırıyorum. Oysa ki Ne kadar uzun zaman geçmiş gibi geliyor.

Arabistan'a ilk gidişimden beri, haberlerde ulusal veya uluslararası medyada ne zaman Suudilerle ilgili bir haber görsem ilgimi çekiyor. Eskiden okuduğum gibi bakamıyorum haberlere artık.
Bizzat bazı şeylere şahit olmak, hissetmek ve yaşamak farklı bir bakış açısı oluşturuyor çünkü.
Bugünde bir kaç Arabistan haberine rastladım uluslararası medyada.

Öncelikle bunları paylaşmadan önce şunu söylemek istiyorum; Suudlar hatta biraz daha genişletirsek Araplar özelikle de kadınlar genel olarak "Batının" onlar hakkında yaptığı üstün körü haberlerden, alaycı tavırlardan oldukça şikayetçiler. Batıyla aralarında giderek açılan bir uçurum olduğunu biliyor ve bu durumdan sırf batının küçük görme edebiyatı yüzünden rahatsızlık duymuyor tam tersi farklılıklarının altını çiziyorlar.

Kadınların 2. sınıf olması veya kadınları aşağılayıcı yasa ve düzenlemelerin komedi unsuru yapılması canlarını sıkabiliyor. Geçen sene Amerikalı kadın bir sunucu programında Suud kadınların şehir dışına veya ülke dışına kocalarına veya babalarına haber vermeden çıkmasının yasaklanması konusunu espri malzemesi yapmış ve bu konuda oldukça küstah yorumlarda bulunmuştu. Düşünün biz bile bu duruma şaşırabiliyoruz ki Amerikalı bir kadın, bırakın böyle bir yasayı algılamasını ona saçmalığın daniskası gelmesi normal olsa gerek. Ama işte yorumlarıyla Suud erkeklerine ve tüm erkeklere meydan okuyup küfür edince, Suud kadınlardan büyük tepki almış.

"Biz kendimizi savunabiliriz, kültürümüzü bilmeden bizi espri malzemesi yapamazlar,
o kadın kim oluyor da bizimle dalga geçiyor" gibi bir çok eleştirinin hedefi olmuş.

Aslında haksız da sayılmazlar bir taraftan. Konunun haber değeri taşıdığı şüphesiz, üzerine tez yazılabilecek bir sosyolojik durum hatta belkide... ancak batılıların Orta doğu hakkında hiç bir bilgi birikimine sahip olmadan hatta, biraz klişe tabirle, haritada Suudi Arabistan'ın yerini bile gösteremeyecek kişilerin yüzeysel esprileri için aslında çok ciddi konuları kullanmaları sanırım, o ülkede yaşıyor olsaydım benimde sinirimi bozardı. Kültürel, siyasi,sosyolojik, dinsel bir çok nedeni olan bir olgu aslında Arabistan'da kadınların yaşadıkları. Ayrıca çok rahatsız olsalar bugüne kadar bazı hakları uğraşarak direnerek kazanabilirlerdi belki diye düşünüyorum. Kadınların aslında azımsanmayacak bir güce sahip olduğunu düşünenlerdenim. Oysa Arabistan da kadınlar da sistemden aşağı yukarı memnun görünüyorlar.

Para bir çok konunun üstünü örtmede, yok saymada yardımcı oluyor insanlara. Kadınlarda oldukça işe yarıyor. Arabistan da Arap baharı olamamasının da en önemli sebebi bu bence. Para!!!
Kıpırdanmalar olduğu anda baştakiler para akışını hızlandırıveriyorlar. Böylece herkes hemen unutuyor hakmış, özgürlüklermiş...

Hep aklıma çocuklarına ilgisini ve sevgisini vermek yerine parayla ve hediyelerle sevgilerini satın almaya çalışan baba figürü geliyor. Arabistan, bence buna iyi örnek.

Durumdan memnun olmayan aktivist kadınlar son dönemlerde oldukça dikkat çekiyorlar ancak sesleri hala cılız ve takip ettiğim kadarıyla en çok hemcinslerinden şikayetçiler. Destek görmeyi bırak köstek olan hemcinslerinden... Ne acı değil mi?

Geçenlerde anlatmıştım başıma gelen olayı. Peçe takmıyorum diye beni uyaran da, ters ters bakanda, hep kadınlardı ne yazık ki :(
Sonuç olarak para Araplarda ne olursa olsun ama harcamayı bilmiyorlar işin en acı yanı bu:
ve işte en son bir Suud prensin mezuniyetini Disneyland da 3 günde 19 milyon dolar harcayarak kutlamış.
(bknz: http://www.businessweek.com/videos/2013-06-03/saudi-prince-spends-19m-at-disneyland-paris)

Bir diğer haberde kadınlar ve çocukların kullanabileceği bir metro inşaatına başlanıyor olması. Riyad da artık kadınların daha özgür hareket etmeleri için 2019'da en geç bitirilmesi planlanan bu projeye göre bir çok farklı noktaya ulaşım imkanı sağlanabilecek ve kadın ve çocuklara ait vagonlar da bulunacakmış. Üstelik bu proje için "çöldeki mucize" denecek kadar görkemli bir inşaattan söz edilmekte. Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ın yüzünü değiştireceği söyleniyor.
riyadh railway.jpg

Kadınların araba kullanamamaları yüzünden erkeklere olan bağımlılıklarının azaltılması içinde olumlu bir gelişme olduğunu belirtmişler.
Construction of the Saudi Arabian capital's new metro system will begin next year. The King Abdullah Financial District station designed by Zaha Hadid Architects will be one of the most spectacular among 85 new stops.
Çok ilginç bir mantığa sahip şu Araplar. Önce yasaklarla aslında kolay olan hayatı zorlaştırıyorlar. Hem kendilerine hem kadınlara. Sonra büyük paralar harcayıp başka şekillerde yeni yollar bulup kolaylaştırmaya çabalıyorlar. Bazen sanki para harcamak için bahane yaratıyorlar gibi geliyor ve tabi ki gösteriş için...

16 Temmuz 2013 Salı

Düğümlere Üfleyen Kadınlar..

"Nihayet yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil.
Bir yol hikayesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar..."- Düğümlere Üfleyen Kadınlar,Ece Temelkuran

Bu kitabı tam da karşıma tesadüflerin çıkarmadığını düşünürken, sayfalar arasında kaybolduğum o günlerde, Ortadoğu ve özellikle Ortadoğulu kadınlarla ilgili ne varsa hepsi üzerime üzerime geliyor bir bir karşıma çıkıyordu. Tam da evrenin mesajını kavradığınızı sandığınız o kibir anından sonra aslında hiç bir şeyi kavramanızın mümkün olmadığı ve görünen gerçeklerin altında yatan asıl gerçekle yüzyüze gelirsiniz ya, bana da öyle oldu. Kitapta çokça bahsedilen Mısır daki halk ayaklanması ve Arap Baharının anlatıldığı bölümleri okumam tam da bizim baharımıza denk düştü. 

Güzel bir rastlantı olmasının yanında, acaba dedim, 6 ay önce okusaydım bu kitabı algım nasıl olurdu? O kadar empati kurabildiğim konuşmalar vardı ki kitapta ve bir çok pararlellikler. Ama aynı zamanda bir sürü farklılıklar da. Bizim direnişimizin eşssiz olması  bu kadar prırıl pırıl genç insanın enerjisinden midir, yoksa daha az kanlı olmasından mıdır , çok fazla zeka ürünü direniş örneklerine sahip olmasından mıdır? siz yapın tercihi. Ancak ne olursa olsun zamanlamam daha iyi olamazdı. Israrla tavsiye ediyorum okumanızı.

Gelelim yukarda yazdığım satırlara, işte kitabın beni içine alıp başka diyarlara götürmesinde etkili olan bir şey de ortadoğunun çöllerinde, gizemli diyarlarında kadın karakterlerin şahane bir yolculuk yapıyor olmaları.

İnsan yolculuk yaparken aslında kendine de yolculuk yapar bence. Her yola çıkma, her alıp başını gitme kendini tanıma yolculuğudur aslında. Neyden kaçıyorsak ona gideriz aslında bilmeden. Nedenler sonuç olur, yolculuğun sonunu da yol yazar. Siz ne isterseniz isteyin, ne kadar uğraşırsanız uğraşın yol ne isterse o olur. işte o yüzden yollar, adam eder insanları, tamamlar yarım kalanları. Ondan sanırım, bir nevi uyuşturucu etkisi olması. Hep yolda olma isteği yerinde duramama hali... Gittikçe artık bir yere varmak değil yolda olmak amacı insanı ele geçiren, iliklerine işleyen. Kök salmaya izin vermeyen. Hep bir doz daha fazlasını isteme, yetinememe...
Bir gün bende böyle bir yolculuk yapmayı hayal ediyorum. Buraya da yazıyorum ki, evrende imzası olsun dileğimin...Gerçek bir Ortadoğu turu yapıp, yol nereye götürüyorsa oraya gitmek ve sadece ertesi günü planlayarak yolda olmak dileğim...

Güzel ülkemde de düğümlere üfleyen kadınların çoğalması dileğiyle... 
ve son olarak kitaptan sevdiğim bir kaç satır:

"İlginç adamlarla tanışmak Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada operasında perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla doldurur içimi"

"Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyordur." 

"Eğer bir kadının kendinden sakladığı bir şeyi ortaya çıkarmak konusunda bu kadar yılmaz bir kaşif isen muhakkak kendinden sakladığın bir kadın var içinde."

"Işığın bir sesi olmalı yoksa sivrisinekleri karanlıkta daha iyi duyuyor olamazdık ve ışığın bir kütlesi olmalı yoksa karanlıkta daha geniş sevişiliyor olamazdı".

"Ölümü iç cebinde sevgilinin resmi gibi taşıyan memleketler cenazeleri hep hazırlıksız karşılarlar. Bu iğrenç desenli pis battaniyeler ...Gördüğüm bütün o desenli pis  battaniyeler ve içlerindeki o oğlan çocukları..."

11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramadan Kareem!!

Dünden beri inanılmaz bir kum fırtınası var dışarıda. Klimaların duvarla birleştiği noktalardan yani iğne deliğinden bile kum giriyor içeri. Hani bir toz kokusu vardır. Bilir misiniz? İşte o toz kokusu sarıyor evin içini. Üstelik bitmek bilmeyen bir süre boyunca.  Önce diyorum ki bir cam açayım evi havalandırayım. Şartlı refleks. Sonra hatırlıyorum tekrar cam açamayacağımı dışarısı içeriden beter. Böyle bir çaresizlik işte evin içinde.
Bir de her yer kırmızı bir toz katmanı oluyor evin içinde. Masayı bir siliyorum ki bez kıpkırmızı. Nasıl giriyor içeri bu toz inanılır gibi değil. Yerler de çıtır çıtır kum…
Çok sinir bozucu.
Klimayı çalıştırmak en mantıklı çözüm oluyor genellikle. Böylece biraz daha az hissediliyor toz kokusu. Geçen geldiğimde 2 kere olmuştu kum fırtınası. Ama sadece 1 ‘er gün sürmüştü. O sırada dışarda olmak da çok kötü. Çünkü göz gözü görmüyor. İnanılmaz bir toz bulutu. Her yer birbirine karışmış yerdeki çöpler bile havada uçuşuyor.

Bu seferki kum fırtınası ise bana çok uzun geldi. Dün sabah başladı hala devam ediyor. :/
Geçen sefer anlatmıştım, Suudların yaşadıkları evleri. Yüksek pencereli ve hep genellikle duvarların ardında diye.  Yüksek pencereli olmasa da evlerin pencereleri buzlu cam.

Normal camlı ev yok denecek kadar az burada. Ev ne kadar kapalı ve penceresizse o kadar çok tercih ediliyor ve değeri artıyormuş. Bana mezar gibi geliyor. Oldukça klostrofobik bir durum. Pencereye çıkayım dışarı bir bakayım, hava nasıl, dışardan gelen ses ne gibi sorulara cevap bulamıyorsunuz. Pencereden bakmayı unutun.
Balkon desen zaten yok. Müstakil evlerin bazılarının balkonları, Teras ya da bahçeleri olabiliyor. Ancak onlarda yine etrafı kapalı olmak kaydıyla tabi ki.
Güneş doğdu mu ? Hava karardı mı? Bir haber yaşıyorlar. İçerde hep aynı çünkü klimayla aynı hava, ışıklar açık, aynı aydınlık.
Gündüz mü gece mi belirsiz, önemsiz de zaten.
İşte böyle burada ev halleri. Allahtan compoundlarda(yabancılar için oluşturulan büyük siteler) bizim alışık olduğumuz tarzda evler var.
kaynak: http://patokallio.name/photo/travel/SaudiArabia/Jeddah/AlBalad_CoralHouses.JPG
Genellikle müstakil ve büyük camlı, bahçeli evler. Abaya’yla kapanmak yetmezmiş gibi, güneşe, aydınlığa alışık bünyeler nasıl yaşar mezar gibi kapalı evlerde, saklanarak…
Apartmanlarda camların renkli veya koyu renk olması dikkat çekiyor. 

Bu tarz müstakil evlerde de duvarların örtemediği yerler de pencereler yine vitray kaplı renkli camlarla kapatılmış durumda. 

Hep merak ettim burada kadınlarda kesin D vitamini eksikliği vardır diye. Zaten kadınların yüzleri görünse soluk ve cansız tenleri dikkat çekerdi bence.

Nasıl bir ikilem düşünsenize dünyanın en sıcak, en çok güneş gören ülkesinde yaşıyorsunuz ama güneşten belki de Ruslardan bile daha az yararlanıyorsunuz. Evrenin dengesine bakın…
Tanrı bu topraklara hiçbir şey vermemiş. Bereketsiz, ağaç yetişmeyen, kupkuru uçsuz bucaksız kumdan ibaret koskoca bir Arap yarımadası. Ama bütün bunlardan mahrum ederken de tek bir şeyi mümkün kılmış. Petrol!!

Bu yazı başka noktalara gitmeden bitiriyorum. Güzel ülkemde ramazan başlayalı 3 gün oldu Oysa Türkiye dışında İslam aleminde Ramazan ayı bir gün sonra başladı yani ayın 10’unda. Burada ayın şekline bakıyorlar. Hilal olmadan ramazan ayı başlamıyor. 9’unda gece hilal çıkmamış. O yüzden kimse sahura kalkmadı. Bir gün geriden geliyoruz yani.

Dün akşam iftara gittik, ilk iftar açıldı dün. Yolda kırmızı ışıkta duran arabalara restoranların elemanları bedava yemek dağıtıyordu. İşin ilginç tarafı, yemeği verdiği kişinin, fotoğrafını çekiyorlar ki belgelensin verdiği :) Her kavşakta 3,4 kişi bu şekilde şehir merkezinde yemek dağıtıyordu. Şaşırmadım desem yalan olur J

Hayırlı ramazanlar! Arapların dediği gibi; Ramadan Kareem!

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Gölgede 48 derece


Buralarda mavi bir gökyüzü veya bembeyaz pamuksu bulutlar yok. Hava sıcakken yani güneşliyken bile açık bir gökyüzü göremiyorsunuz. Genel olarak burada hayata sepya filtreyle bakıyoruz. Sarı ve tonları hakim tonlar yani. Her şey biraz eskimiş fotoğraflardaki gibi.

Bu durum Dubai de de ilgimi çekmişti. Masmavi gökyüzünde birkaç beyaz buluttur genelde beklediğim ve alışık olduğum görüntü yaz aylarında. Türkiye’min güzel sahilleri ve şahane Akdeniz iklimi bunu gösterdi hep bize. Arap Peninsula’sında ise Gökyüzü kum ve toz karışımı bir tabakayla kaplı. Öyle ki çoğu zaman güneşi net göremiyorsunuz. Yukarı bakınca görünen gri, sarı garip bir katman sadece.  İnsanı bunaltan. Hani deriz ya bazen “ah bir yağmur yağsa da rahatlasa” diye… Ne yazık ki burada yağmur filanda yağmıyor. Dolayısıyla hep öyle bir hava işte…
Havalar bu aralar tek konum. Çünkü çok sıcak. Dün saat 6 gibi gölgede 48 dereceydi burası. Yani öyle Türkiye’deki “çok sıcak” değil bahsettiğim. Zaten gündüz dışarı çıkmıyoruz mümkün olduğunca, ama gece bile hava sıcaklığı 40 derecenin altına inmiyor.
Evde klima 24 saat açık. Kapayınca sıcaklık ele geçiriyor hemen tüm evi. Hayat daha da yavaşlıyor o yüzden burada. Herkes istirahatte.

Geçenlerde erken çıktık dışarı. Riyad’a gitmek için saat 3 buçuğa geliyordu ve yollar bomboştu. Trafiği bu kadar rahat ve sokakları bu kadar boş görmemiştim hiç. Üstelik bir elektronik mağazasına uğramamız gerekiyordu daha açılmamıştı bile. 4’te açılıyormuş. Onun açılmasını bekledik bir süre. Bu durum belki burada ki hayatı anlamanıza yardımcı olur. Hayat burada çok geç başlıyor. Çünkü kimse 50 derecede işini halletmek, dışarı çıkmak, yemeğe gitmek veya alışveriş yapmak istemiyor. Ancak 4’ten 5’ten sonra yavaş yavaş hayat akmaya başlıyor. En kalabalık saatler ise en son ki yatsı namazının bitişiyle 9’a doğru başlıyor.
İşten en geç çıkan bile 3 de evde oluyor ki sevgilimde buna dahil J Gerçi sabah çok erken işe gidiyorlar. Ama şimdi ramazan geliyor malum. 12 de mesai bitecek çoğu işyerinde, sonra herkes evine… Ramazanda bu hayat daha da yavaşlayacak. İftara kadar her yer kapalı olacak. İftara doğru açılmaya başlayacak her yer ve herkes sahura kadar ayakta kalacak. Dışarıda, alışveriş merkezlerinde, restoranlarda, hayat gece hızlanacak.

Bu sıcakta yemek de dert.  Sürekli meyve ve meyve suyuyla yaşıyoruz. Son keşfim; mango!! İnanılmaz lezzetli bir meyve. Daha önceden mango suyuna aşinalığım vardı. Ama hiç mango yememiştim. Burada bizde elma, portakal neyse mango da öyle. Ölüp bitiyorum mangoya şu aralar…

Kilo kilo alıyoruz. Bir de yemesi zahmetli ki sormayın. Büyük bir meyve mango ama içinde nerdeyse yarısı kadar çekirdeği var. Ama etli kısmı da bir o kadar lezzetli ve sulu. Anlatırken bile ağzım sulandı. Her gün mango saatimiz var sevgilimle. Oturup özenle yiyoruz. Tabi ben biraz aç gözlülük yapıp sevgilimin önündeki mangoları da yiyebiliyorum. Nedenlerim var ama. Dönünce yiyemeyeceğim ne kadar çok yersem o kadar iyi diyorum J  Bu arada deneye deneye en lezzetli mangoyu da bulduk. Pakistan mangosu şahane oluyor. Tavsiye ederim. Birkaç çeşidi var burada. Diğerleri çok lifli oluyor. Her neyse bu kadar mango muhabbeti de yeter J

Haydi, bana müsaade bir tane mango soyayım başucuma koyayım  J

4 Temmuz 2013 Perşembe

Sana Ne?

Dedim ki yeter geçen sefer çok yazdım çarşafla ilgili. Bu sefer yazmayacağım ama olmadı. çünkü dün akşam öyle bir şey oldu ki kendi kendime dedim bunun üzerine yazmasam olmaz…
Başımı genellikle kapatıyorum. Hele ki yalnızken hep kapalı oluyor çünkü daha rahat ediyorum bakışlar azalıyor en azından. Bazı alışveriş merkezleri var yabancıların fazla olduğu oralarda pek sorun olmuyor başım açık dolaşmak.
Dün akşam alışveriş yapmak için dışarı çıktık. Sevgilimin telefon servis sağlayıcısında işi uzun sürünce beni hemen yanındaki alışveriş merkezine bıraktı. Ben dolanırken o da işini halledip yanıma gelecekti. Ben geçen geldiğimde de bu sefer de yalnız pek dışarı çıkmıyorum. Alışveriş merkezinin içinde bazen ayrılıp, işlerimizi halledip tekrar buluşuyoruz ki yarım saat bile sürmüyor o da zaten.
İşte yine böyle bir durumda keyfim yerinde rahat rahat her şeye bakarak, inceleyerek dolaşıyordum bir mağazanın içinde. Etrafta kadınların daha çok olduğunu da belirtmek istiyorum bu arada. Mağazada Bulunan erkeklerde çoğunlukla çalışanlar veya eşleriyle gelmiş tek tük suudlardan ibaretti. Başım kapalı ama her zaman ki gibi sadece örtüyü başıma atmışım öyle sıkı bir kapama değil yani formalite. Zaten yabancı kadınların çoğu bu şekilde örtüyor başını. Kadın ayakkabı reyonunda dolaşırken bir kadın yanıma geldi önce baktı uzun uzun. Zaten ben dolaşırken  kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Çünkü o kadar çok bakıyorlar ki ben utanıyorum. Her neyse Uzun bakışın ardından Arapça bir şeyler söyledi bana. Bende yanımdaki kadına döndüm baktım.
Kadın ellerinde siyah eldivenleri olan, gözlerini açık bırakan iki parmaklık aralığı bile siyah tülle örtmüş, bir Suud kadınıydı. (en azından ben öyle tahmin ettim). Benimle konuştuğunu anlayınca Arapça bilmediğimi söyledim İngilizce. Sonra Arapça bir şeyler söyledi tekrar bu sefer el hareketleriyle. Oysa ki ben nasıl anlayabilirdim ki her yeri ama her bir noktası kapkara bir örtüyle kapalı bir kadın size dünyanın en açık diliyle konuşsa da anlaması çok zor!!
Benim yüzümdeki şaşkın ve anlamamış ifadeyi görünce muhtemelen en iyi bildiği İngilizce kelimeyi söyledi. “head scarf” yani başörtüsü. Ama asıl demek istediği şeyin “veil”  yani peçe demek olduğunu arkasından elleriyle kendi peçesini indirip tekrar kaldırarak anlattı. Sonuna da “please” diye ekledi.
Ben önce aman Allahım şaka mı bu diye düşünürken o dakikaya kadar bir şey söylememiş olduğumu fark ettim. O kadar şaşırdım ki… Susup kadını seyrediyorum.
İki kere daha el hareketleriyle gösterdikten sonra, son bir defa “please” diyerek performansını tamamladı. Ben benim peçem yok tarzı bir şey söylemeye çalıştım ama cümlemi bitirmeden ellerimi başımdaki örtüye götürdüm refleks olarak. Ve arkamı dönüp, yavaşça uzaklaştım. Şok içinde.
Arkamı dönmemle büyük bir sinir ve hayal kırıklığı başımdan aşağı boşaldı. Sinirliydim, kadından çok kendime. Şaşkınlığıma. Niye hiçbir şey söyleyemedim diye. “Takmak zorunda değilim. Zaten her yerim kapalı sizi ilgilendirmez. Başımı kapamam yeterli peçe takmak gibi bir zorunluluğum yok gibi bir sürü şey söyleyebilirdim”. Ve hiçbir şey söyleyemedim, salak gibi durdum ve kadının dediği şeyi anlayana kadar, bide kadına gülümsedim… aaahh ahh!!
Sonra sevgilimi mi arasam gelse bir an önce diye düşündüm. Çünkü ben tek başımaydım ya. Tehdit oluşturuyorum tabi. Yanımda er kişi olunca yanıma yaklaşamazdı oysa ki.

Hayır anlamadığım şu: erkeklerin kadınlara yaptıkları baskıların yanında bir kadının başka kadına yaptığı bu baskı nedir? Erkeklerinkini anlayabiliyorum. Kendi siyasal iktidarlarını kadınlara dayatmak için yaptıkları şeylerden biri sadece. Ama kadınların bu sisteme o kadar dahil olup birbirlerine daha büyük acılar yaşatmalarını aklım almıyor. Çünkü kadın değişirse toplum değişir. O kadın yetiştirir geleceğin yetişkin bireylerini, erkeklerini, zihin yapısı yavaş yavaş değişmeye başlar ancak bu şekilde. Ah be teyze keşke bıraksan sende kızını komşunu karışmasan, o da sana karışmasa, yüzü gözüküyor diye şikayet etmesen, namussuz damgası vurmasan, bizim seni anlamaya çalışmamız gibi sende kapanmak istemeyen kadınları anlamaya çalışsan. Ellerini, gözlerini bile erkek tahrik olacak diye kapatan, dahası yüzü açık bir kadının bile toplumda erkekleri baştan çıkarabilecek olduğunu düşünen insanlar, hatta kadınlar var ne yazık ki
L ne erkeklerine güveniyorlar ne kendi kız kardeşlerine, kızlarına…
Tutamadım kendimi yazarken ama söyleyemediklerimin acısını çıkardım en azından. Sevgilim geldi olayın üzerinden 5 dk geçmeden. Ona da anlattım olanları sinirle. İyi ki dedi bir şey söylememişsin. Neden dedim? Söylemeliydim…
“O kadın her şeyden önce Suud. Senin söylediğine ters bir şey söylese sinirlense polise, güvenliğe şikayet etse seni. Olayı yanlış anlatsa sana değil ona inanırlar.” Öyle deyince sevgilim, sustum. Bir şey söyleyemedim. Haklıydı. Neyse dedim bende bloğuma yazarım. Herkese anlatırım. J

Ne yapalım burası da böyle bir ülke. Hadi buralar vatan değil de bir yere kadar umursuyor insan. Peki ya Güzel ülkemde bu kafa yapısında olanlara ne demeli, ne yapmalı?...

30 Haziran 2013 Pazar

OrtaDoğululaştıramadıklarımızdan mısınız?

Ve tekrar Arabistan’dayım. Bu sefer daha ilginç bir deneyim oldu buraya gelmek çünkü Dubai’den buraya geldik. Hal böyle olunca ister istemez, biraz daha zor geldi plajlarda gezerken, abayamı tekrar üstüme geçirmek,  trafiğe ve çevredeki düzensizliğe alışmak. Yine de şikâyetim yok sevgilimle beraberiz ya… :)

Daha geleli birkaç gün olmasına rağmen bana yazacak malzeme çoktan çıktı bile… Dubai yazısını yazarken şunu fark ettim, ne kadar gelişmiş bir ülkeye giderseniz anlatacak konu o kadar azalıyor. :) Eminim Türkiye’ye gelen turistlerde çok fazla anlatacak konu buluyorlardır döndüklerinde. O yüzden seviyorum değişik kültürleri bize, hatta dünyanın çoğuna yabancı gelen, uygulamaları  ve bu alışkanlıklarla yaşayan insanları gözlemeyi ve anlatmayı.
Burası ilk Ortadoğu tecrübemdi. Sevgilimden Ortadoğu’nun her ülkesi hakkında bir sürü hikaye dinlemiştim. Evet, az çok fikrim vardı. Ama gözlerinizle görmeniz, teninizde hissetmeniz, koklamanız gerekirmiş meğerse. Evet kokusu var buraların. Hiç bir yere benzemeyen...
Ortadoğu’ya geldiğinizde farklı bir dünyaya geliyorsunuz resmen. Türkiye’ye Döndüğümde dumur olmam, bir iki hafta kendime gelememem de bundan kaynaklanmıştı sanırım. Bahsettiğim 3,5 günlük bir gezi değil ama biraz uzun kalınca burası sizi yutuyor sanki. Bu topraklar büyülü gibi. İçine girince yavaş yavaş yoğuruluyorsunuz. Dünyanın geri kalanı bir tarafta, siz başka bir tarafta kalıyorsunuz sanki. Hayat yavaş işliyor. Sanki her şey yavaşlatılmış. Hayatın Kuralları farklı, ilişkiler, politika, ekonomi bile farklı işliyor.

İşte bunlar arasında şaşıra şaşıra yaşayıp giderken birden kendi alışık olduğunuz dünyanıza döndüğünüzde afallıyorsunuz bir süre. Hangisi gerçek? orası mı? Burası mı? Sanki boyut değiştirmiş gibi geliyor bir süre sonra…

İşte Ben bunları düşünürken bir de Mısırlı bir adamla Gezi olayları, Mısır ve Tahrir üzerine bir sohbet edince, hah dedim. Tam bir Ortadoğu deneyimi yaşıyorum şu an. 

Tüm Ortadoğu halklarının özellikle tuzu kuru olanlar değil Tunus, Mısır, Suriye gibi kanlı devrimler yaşamış ve hala yaşamakta olan halkların Türkiye’ye bakışı farklılaşmış durumda. Hepsi bize hayran… Türkiye ekonomik açıdan iyi, demokrasisi oturmuş, AB ye girmeye aday bölgenin en istikrarlı devletiyken böyle büyük bir ayaklanma çıkıyorsa Türkiye’de Başbakanın çok büyük bir hatası olmalı nelerin hesabını yanlış yaptı ki, bizim liderlerimizin durumuna düştü diyorlar. Hala Erdoğan’ın büyük hatayı devam ettirdiğini ve bunların benzerini yaşadıklarını, halka kulak tıkayan polis şiddetini arttırıp olayları küçümseyen liderlerin uzun dönemde sonunun pek de iyi olmadığını söylüyorlar. Ama hepsinin söylediği bir şey var. Bizi gülümseten göğsümüzü kabartan : “O nasıl güzel direniştir, nasıl barışçıl, nasıl sevgi, hümanizm ve zeka dolu direniştir öyle” diyorlar. Öyle valla diyoruz. Biz böyle direniriz, hiç beklenmeyen bir anda diriliriz.

MeaşAllah diye araya girip inşAllah diye devam ediyorlar. Bizde tekrarlıyoruz İnşallah… İngilizceye yeni bir anlam katıyor bu ortak kelimelerimiz. Ortak başka bir dil konuşuyoruz İngilizce gibi gözüken. İşte o an daha iyi anlıyorum, bizim de içimizde varolan Ortadoğuluyu…

27 Haziran 2013 Perşembe

Dubai Vol2

DUBAİ MALL
Dünyanın en büyük alışveriş merkezi
O kadar büyük ki, tam olarak gezebilmek için 3,4 gün ayırmanız lazım. Biz en dikkat çekici yerlerini gezebildik sadece. İçinde olimpik buz pateni pisti, bir sürü çocuk oyun alanı, akvaryum, Dubai çeşmesi, Burj Khalifa gözetleme kulesine çıkış gibi bir çok farklı atraksiyona da ev sahipliği yapıyor. 
Aynı zaman da dünyanın var olan tüm markalarının burada mağazası var diye tahmin ediyorum. Bu markalara dünyanın en pahalı markaları ve designer’ları da dahil. İçeride dünyanın en lüks restoranları ve dünyanın en bilinen restoran zincirlerinin yanında fastfood zincirlerini de bulmak mümkün. Örneğin “cheesecake  faktory” ‘yi Amerika’dan sonra burada görmek insanı şaşırtıyor.


                                                      ATLANTİS OTEL-THE PALM DUBAI


                     ATLANTİS OTEL- Otelin içinde bir çok farklı dünya mutfaklarından seçenekler bulabiliyorsunuz. Biz bu Uzakdoğu restoranından çok memnun kaldık.






                                           DUBAI SOUK MEDINAT JUMERIAH- Bizim kapalıçarşı benzeri bir yer. satılan her şey tanıdık. Dansöz kıyafetleri, tefler,ziller, şallar, baharatlar....
Hatta fiyatını sorduğum bir bileklik için satıcı Türkiyeden geliyor bunlar 40 dirhem demez mi? o dakika da beni kaybetti zaten :)
                               
                                         SOUK MADİNAT'nın dışı da oldukça güzel dizayn edilmiş,






Deniz ve plaj çok güzeldi, sadece akşam üzeri veya sabah erken gitmenizi tavsiye ederim. 




                                                                JUMERİAH BEACH
                         Otelimizin terasında ki havuzu da Dubai manzaralıydı. Çoğu otelin havuzu terasta bulunuyor.

                                                          DUBAI CREEK PARK







                                                Dubai manzarası gece görülmeye değer. Her yer ışıl ışıl

                                                                 BURJ KHALIFA




                               Dubai Çeşmesi- su gösterisini beklerken Burj Khalifa'dan gözlerimizi alamadık.


                           DUBAI MALL- Dubai'nin en büyük alışveriş merkezi içindeki akvaryum




                                                                 Dubai mall'un tavanı

Dubai'de etrafta dolaşan geleneksel beyaz entarili Arap erkeklerinin ve siyah çarşaflı Arap kadınlarının görüntüsü olmasa rahatlıkla Amerika’da olduğumuzu düşünebilirim zaten. Çok geniş 6 şeritli yollar, köprüler… hep oradan oraya bağlanan bir çıkışı kaçırınca saatlerce dolanmak zorunda kaldığınız caddeler. Yoğun ama sıkışık olmayan bir trafik.
İnanılmaz derecede lüks arabalar…

Arabistanda çok lüks ve fantezi derecesinde arabalar görmüştük. Ama buradaki arabalar hepsinin çok çok üstünde. Şöyle ki, Ferrari görmek Türkiye de BMW 520 görmek gibi, Rolls Roys, Porshe, Ferrari, Bentley, Lamborgini gırla… Bunların dışında genelde Jeepler ve SUV’ler göze çarpıyor. Benzin burada da ucuz tabi ki…

Biraz da Deniz…
Her gün denize gittik. En kötü tarafı, bu mevsimde su çok sıcak,
En güzel tarafı her yer halk plajı ve çok temiz. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Bir tarafta çarşaflı kadınlar gelmiş plajda oturmuş çocuklarını denize sokuyor. Bir tarafta Westernerlar, kızlı erkekli güneşleniyor, diğer yanda 2 yalnız kadın denize giriyor.
Biz de başka bir tarafta sevgilimle hem gözlemliyor hem de deniz ve kumun tadını çıkarıyoruz. 
Deniz temiz, hemen derinleşmiyor.Kumlar beyaz. Palmiyenin olduğu yerler (dubai’de denizi doldurarak palmiye şeklinde bir bölge yapılmış ve buraya palmiye deniyor- PALM DUBAI). Deniz doldurularak sonradan yapıldığı için biraz yapay geliyor ilk başta. Bizim alışık olduğumuz Ege Akdeniz koyları gibi değil tabi ki ama yine de biz çok keyif aldık. İlk gün sabah erken saatte gittik deniz suyu biraz daha serinceydi. Diğer günler 4’ten sonra gittik öyle ki bazen sudan çıkınca dışarısı daha serin geliyordu J ama deniz denizdir olsun J Otelimizin şahane bir havuzu vardı terasta. Dubai silueti manzaralı. Suyu da gayet serindi. Bu da diğer bir seçenek yani. Bir kerelik onu da denedik ve havuzda serinledik. Dubai de Neredeyse bütün otellerin havuzu bulunuyor bu da biline…
Otel seçerken
Dedim ya çok seçenek var diye. Öncelikle ne istediğinize karar vermelisiniz. Eğer çok gezmek istemiyor ve örneğin kışın gidip deniz tatili yapmak istiyorsanız özel plajı olan otellerde kalabilir ve araba kiralamadan otelden de fazla çıkmadan bir tatil yapabilirsiniz. 
Bu arada Taksi fiyatlarının da uygun olduğunu belirtmeliyim. Ama hem gezelim hem denize girelim derseniz özel plajlı otellere ekstra para vermek yerine şehir merkezinde bir otelde kalıp, istediğiniz yere denize, istediğiniz zaman alışverişe veya diğer atraksiyonlara gidebilir ve bu tasarruf ettiğiniz parayı buralarda kullanabilirsiniz. 
Halk plajı çok geniş ve Jumeriah bölgesinde bulunuyor. Ayrıca Atlantis oteline (Dubai’nin en lüks ve bilindik oteli) dışarıdan girerek aquaparkına girebilir, yunuslarla yüzme deneyimine, köpekbalıklarıyla dalmaya kadar bir çok farklı aktiviteye katılabilirsiniz. (Atlantis oteli de Palm Dubai de bulunuyor.)
Gece ışıl ışıl Dubai manzarası da görülmeye değer gerçekten. Gökdelenler ve dünyanın en uzun binası Burj Khalifanın o muhteşem görüntüsü… Dubai fountain( Dubai Çeşmesi) her akşam saat 18 ile 22 arası su gösterisi yapıyor. Görülmeye değer. Biz bayıldık!!
Dünya mutfakları...
Fransız kurabiyesi yemek için Fransa’ya gitmeye gerek yok Dubai’de… ya da güzel bir Tayland yemeği yemek için Tayland’a. Dünyanın her yerinde görüp yediğiniz ne varsa buraya getirmiş yapmışlar. Sanki dünyadaki her ülkeyi dolaşıp en ünlü yiyeceklerini en ünlü markalarını almışlar. Günlerdir gördüğüm çoğu restoran bana tezahürat yaptırmayı başardı. O yüzden yine Amerika’ya benziyor diyeceğim ama Amerika’da her şey kaliteli, lüks ve en iyinin en iyisi değildir. 
Dubai de öyle. Sonradan çölün orta yerine bir şehir kuruyorsanız, sanırım, dünyanın en iyilerinden feyz almanız gerekir. Onlarda öyle yapmışlar. Dünyanın  en iyi şehirlerinden, en güzel mimarilerinden, en iyi markalarından bir şehir yaratmışlar. 
İnsanlar birbirinin yaşam alanına saygılı, tarfikte sokakta.
Araplar yabancılara, yabancılar Araplara, kimse kimsenin alanına tecavüz etmiyor. İsteyen istediği gibi ibadetini de yapıyor, içkisini de içiyor. 
Bir restoranda cafe de çarşaflı kadınların sohbetini izlerken yan masa da denizden yeni çıkmış üstünde bikinisiyle oturan kızları da görebiliyorsunuz. Çocuklar da bu kültür çeşitliliğine alışmış çünkü 200 millet yaşıyormuş Dubai’de. Bu kadar farklı milletten çocuk okullarda hep birlikte birey olmayı dünya vatandaşı olmayı öğreniyorlar.
Her yer tertemiz, geri dönüşüm ve doğaya saygı inanılmaz.

Çölün ortasına şehrin orta yerine parklar yapmışlar. Hem de öyle küçük, küçük değil. Gayet büyük ve bir sürü çeşit hayvana ev sahipliği yapan parklar.
Arabistan da ayak işlerini yapan temizlik işlerinde çalışanlardan bahsetmiştim. OFN(other foreign nationalities-diğer yabancı uyruklular) Nepalli, Bangladeşli, Hintli, Filipinliler… Dubai de de hep onlar ayak işlerini yapıyor ama ayrım Arabistan’daki kadar net değil. 
Arabistan’da “modern kölelik” resmen demiştim. Dubai’de daha insancıl koşulları var. OFN’ler bile standarda bağlanmış yani. Onlar bile belli bir standartta çalışıyor o yüzden OFN’ler bile iyi yaşıyor burada. 
Şunu demek istiyorum son olarak Dubai ya da geniş tutalım Birleşik Arap Emirlikleri Arapların da bu dünyada çok başarılı olabileceğinin, parayla modernliğin, gelişmişliğin elde edilebileceğinin göstergesidir. Sadece parayla olmuyor bunu daha önceki yazılarımda (bknz: SUUDİ ARABİSTAN ) belirtmiştim ama vizyonun varsa özgürlüğe inanıyorsan muhteşem olabiliyormuş…o zaman yaşasın özgürlük!!!


Diğer görülecek yerler:
Jumeriah Beach: denize girmek için kmlerce uzunlukta ve Burj Al Arab manzaralı bir plaj. Halk plajı. Jumeriah beach park var bir de . buraya giriş ücretli araba başına 10 tl ama daha çok arapların ve OFN’lerin tercih ettiği bir plaj olduğunu belirtmeliyim.
Souk Medinat Jumeriah: bizim kapalı çarşı benzeri bir alışveriş merkezi. Çok güzel bir taş bina görümeye değer. İçeride bize hiç yabancı gelemeyecek bir sürü turistik eşya baharat satılıyor.
Mall of the Emirates: dünyanın en büyük kapalı kayak pistine ev sahipliği yapan büyük bir alışveriş merkezi
Dubai Festival City: hard rock cafenin de olduğu bir alışveriş merkezi
Creek Park: oldukça geniş yemyeşil güzel bir park. Görülmeye değer
IBN Batuta: mimarisi itibariyle farklı yapıda bir alıveriş merkezi, geleneksel öğelere sahip
Burj Al Arab: Dubai’nin simgelerinden biri. En ünlü oteli. Etrafında güzel bir plajı var. Otelin yanına gidip oradaki plajı kullanabilirsiniz.

Dubai Marina: Marina bölgesi. Etrafı çok güzel gökdelenlerle çevrili km'lerce uzunlukta yürüme alanı olan sadece  yaya trafiğine açık bir bölge. bir çok cafe ve restoran olduğunun da altını çizmeliyim.
Bunların dışında yukarıda yazıda bahsettiğim yerlerde bunlar:
Atlantis Otel
Burj Khalifa
Dubai Mall
Dubai Fountain(Dubai çeşmesi)